TR EN

Dil Seçin

Ara

Masal Cennete Öykünmedir

Masal Cennete Öykünmedir

Masal, çocuğun hayal dünyasının tam orta yerine kurulan bir tiyatro sahnesidir. O sahnede, çocuklar gerçek dünyada çoğu kere şahit olamadıkları iyi, güzel ve doğru örneklere şahit olurlar. Bu yönüyle masallar, aslında, küçüklere uyarlanmış erdem ve hikmet meselleridir. Her çocuk, iyi ile kötü, güzel ile çirkin, doğru ile yalan arasındaki kapatılamaz mesafeyi ancak masallarda en yalın biçimde görür ve yaşar. Daha küçük yaşlarda iken ahlâkın en temel yapıtaşları, böylece, çocuğun hayat tezgâhında işlenerek ruhuna nakşolur ve bir ömür boyunca ona eşlik eder.

Bir eğitim aracı olarak bakıldığında, masal kadar sade ama onun kadar faydalı işlev göreni günümüz de dahil olmak üzere keşfedilmiş değildir. Çocuğun dikkat ve merakını hemen kendisine çeker masal. Onun duygu ve düşüncelerini, içindeki kahramanın etrafında toplar ve biçimlendirir. Ona bir yön ve istikamet kazandırır. Hem de çocukların sadece akıllarını değil, duygularını da doyuran tarifsiz bir zevkle.

Peki bu kadar değerli bir işlevi yerine getiren masallar nasıl doğdu dersiniz? Benim tezim, bu ilhamın vahiy kıssalarından alındığı yönünde. Bunu anlamak için Batı klasikleri olarak kabul edilen Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, Hansel ve Gratel gibi masallara bakmak yeterli. İlkokul yıllarında hepimizin okuduğu bu masalların ortak özelliği, iyiler ile kötülerin kıyasıya çarpışması, kötünün genellikle yaşlı, çirkin ve sihir yapma gücü olan bir cadı tiplemesiyle temsil edilmesi ve her masalda olduğu gibi olağanüstü unsurlara yer vermesidir.

Klasik Batı masallarında belirgin biçimde (en azından belli bir türünde) görülen bu forma biraz daha yakından bakın lütfen, acaba size neyi anımsatıyor? Sizi bilmem ama benim aklıma üç büyük dinin kutsal kitabında da yer alan “Hazreti Âdem ve Havva kıssası” geliyor. Bildiğiniz gibi, ilk Babamız ve Annemiz cennette yaşarken, kendisini onlardan üstün gören şeytan, kıskançlık ve hırs duygusunun etkisiyle, onları oradan çıkarmak için bir rivayete göre yılan kılığına bürünerek onlara seslenir ve hile ile onlara yasak meyveden yedirir. Tam bu noktada Pamuk Prenses’i kandıran cadının da ona zehirli bir elma yedirdiğini umarım hatırladınız. Yani klasik Batı masallarında şeytanın yerini, ondan pek çok iz taşıyan cadı alıyor.

Bugün klasik olarak kabul edilen bu masalların Âdem kıssasıyla bağlantısı, sadece şeytan ve cadı eşleşmesinden de ibaret değil. Aslına bakarsanız, klasik kabul edilsin ya da edilmesin, tüm masalların Âdem kıssasıyla göbekten bir bağı var. Çünkü Âdem kıssasının yaşandığı cennet, bütün masalların taklit ettiği ana kaynağı oluşturmaktadır. Masallarda bol bol sütten nehirlere veya çikolatadan evlere yer verilmesi hiç de boşuna değildir. Bütün bunlar, biraz dikkatle bakılırsa, esasında cennete ait hususiyetlerdir.

Masal ile cennet arasındaki irtibata dair daha pek çok örnek verilebilir. Söz gelimi, cennette iyi ile kötünün arası kesin olarak ayrılmıştır ki, masallarda da böyledir. Yine, masallarda iyiler arasında tam bir birlik ve uyum vardır ki, bu uyum cennette Hazreti Âdem, melekler ve Allah arasındaki muhteşem uyumun izlerini taşır. Pek çok masalda görülen cansız varlıkların ve hayvanların konuşması da, esasında her şeyin canlı olduğu cennete ait bir özelliktir. Cennetin “mutlu son”la biten bir sonsuz hayatı temsil edişi ise, masallarda “Ve birlikte sonsuza dek mutlu yaşadılar.” cümlesinde ifadesini bulur. Bu kadar ortak özellikten sonra, “Masal cennete öykünmedir.” tanımını yapmakta herhalde bir beis yoktur.

Peki acaba, bu öykünme ve taklit ediş motivasyonunu nerden alıyor?

Bu sorunun cevabı gayet basit aslında: İnsan ruhu, hem kendi özü ve aslî vatanı olması itibariyle cennetle irtibatlıdır, hem de daima onu özler ve ona ulaşmayı ister. Maddi dünya, bu anlamda, insan ruhunu tatmin etmekten fersah fersah uzaktır. Hele çocuk ruhunu göz önüne aldığımız zaman, çocuğun doğuştan getirdiği safiyet, cennet safiyetinin şu dünyadaki en güçlü tezahürüdür. Öyle olmasaydı, zaten, cennetin hususiyetlerinin taklit edildiği masalları biz büyükler çocuklara anlatıyor olmazdık.

Tam bu noktada, masala dudak büken “yetişkin aklı”na da değinmeden geçemeyeceğim. Büyüklere sorsanız masala karşı aldıkları bu olumsuz tutumu, büyümelerine bağlarlar. “Bizim artık gözümüz açıldı, gerçekleri gördük.” derler.

Doğrusu, yetişkinler bu ifadeyle büyümüş olduklarını söylemiş olduklarını sanırlar. Ama farkında olmadıkları şu ki, ruh ve kalplerinin dünyanın maddi kalıpları içinde sıkıntı ve ıztırap çektiğini de dillendirmiş olurlar esasında. Çünkü dünyayı masal öğelerinden kopardığınız zaman, heyecansız ve zevk vermeyen bir dünya hayatı kalır geriye. Hollywood sineması da bu gerçeğin fazlasıyla farkında son dönemde. Geçen ay gösterimde olan Manhattan’da Sihir filmi, tam da masalın hayatın dışına itildiği büyük şehirlerde ruhların ne kadar sıkıntı içine düştüğünü ortaya koymaktaydı. Filmde, masal kitaplarındaki pek çok karakter (peri, prenses vs) şehre doluşarak, neredeyse hayat enerjisi bitmiş şehrin insanlarına (ruhlarına) taze bir umut ve sevgi aşılıyorlar. Onlara kaybettikleri çocuk ruhunu yeniden yaşatıyorlar.

Son olarak bir yanlış anlamayı da önlemek isterim. Masal, esas itibariyle, insanın ruh sıkıntısı çektiği dünya hayatından elini cennete doğru uzatışının bir ifadesidir. Fakat bu tek taraflı bir eylem kesinlikle değildir. Çünkü insandan önce, masalın ilk formu olan kıssa ve mesel yoluyla cennet ile dünya arasına (cennetten bir esinti olması maksadıyla) yardım ipini uzatan, esasında bizzat Rabbin kendisidir. İnsanın yaptığı, sadece, uzatılan bu yardım ipine kayıtsız kalmamaktan ibarettir.