Bilimde en yaygın önkabullerden biri her şeyin kaynağının madde olduğu görüşüdür. Bu görüş milattan öncesine, Stoik filozoflara dayanır ve içinde bulunduğumuz modern çağda doğruluğu sorgulanmayan gerçeklerin başında gelir.
Hayret verici olan şudur ki, bu fikir hiçbir zaman test edilmemiştir ve o yüzden bilimsel bile değildir.
Materyalist dünya görüşü, insan dahil her şeyin büyük patlama ile başlayan bir tesadüfler zinciri sonunda oluşan ve madde-enerjiden ibaret olan manasız varlıklar olduğunu iddia eder.
Bediüzzaman ise maddenin mânâ âlemleri üzerine serpilmiş bir tül olduğunu ifade eder, ve asıl varlığın madde-dışı yani mânâ olduğunu söyler. Kâinata bir kitap yerine mürekkepli kâğıt yığını olarak bakarak varlık âleminin mahiyetini anlamak mümkün değildir. Bediüzzaman’a göre gerçek marifet, kâğıt ve mürekkebi aşıp yazıları anlamaktır.
Bediüzzaman, materyalist felsefe ve Kur’an odaklı bakış açılarını 12. Söz’de bir sanat harikası olan kâinatı mücevherlerle yazılmış bir Kur’an’a benzeterek izah eder. Bu risalede, varlıkların kâinat sayfalarında kudret (madde-enerji) kalemiyle yazılmış ayetler olduklarından bahseder ve her bir varlığın sayfalarda mânâlı bir harf olduğunu ifade eder. Varlıklara da mânâ-yı harfî nazarıyla, yani sanatkârları hesabına bakmanın önemine vurgu yapar.
Bediüzzaman’a göre varlıklara mânâ-yı ismî nazarıyla, yani kendi hesaplarına bakmak mânâsız şeylerle iştigaldir ve ilim değil cehildir.
Bilimde en yaygın önkabullerden biri her şeyin kaynağının madde olduğu görüşüdür. Bu görüş milattan öncesine Stoik filozoflara dayanır ve içinde bulunduğumuz modern çağda doğruluğu sorgulanmayan gerçeklerin başında gelir. Hayret verici olan şudur ki, bu fikir hiçbir zaman test edilmemiştir ve o yüzden bilimsel bile değildir. Büyük patlama teorisi de bilimden ziyade inanç olan bu “sırf madde” evren fikrinin kök salmasına yardımcı olmuştur.
Bilimsel tezlerde ilk şart, tezin gözlemler ve mevcut bilimsel deliller ile uyumlu olması ve gerekli testleri geçmesidir. Fakat her şeyin madde ve sadece maddeden yapılmış olduğu fikri, en basit testleri bile geçemez. Mesela birbirinin aynı olan iki gül, birisi ezilip çamur haline getirildikten sonra bile madde olarak birbirinin aynıdır. Ama bu ikisi çok farklıdır ve güzellik, sanat, düzen gibi bütün bu farklar madde olmadığına göre madde dışı yani mânâdır.
Biz her şeyi-kuvvet, sevgi, öfke ve hatta hayat, görme, işitme vs-ancak etkileri maddede görülünce algılayabiliyoruz. Ve dolayısıyla her şeyin kaynağının madde olduğu yanılgısına düşüyoruz. Pek de sorgulamadan kendimizi içinde bulduğumuz bu ön yargı günümüzde de bilimin üzerine kurulduğu platformu oluşturmaktadır.
Bediüzzaman kâinat ve varlıklar hakkındaki madde (veya enerji)’den oluşan tek boyutlu görüşe hiç rağbet etmemiş ve edenleri de eleştirmiştir. Kendisine yöneltilen “Sen necisin, bu meşâhire karşı meydana çıkıyorsun? Sen, bir sinek gibi olup da kartalların uçmalarına karışıyorsun!” itirazına da “Onları gark eden madde ayağımı da ıslatamadı.” (Otuzuncu Söz) karşılığını vermiştir.
Bediüzzaman’a göre madde-enerji, sadece Kadir isminin bir tecellisidir. Madde-dışı tüm vasıflar ise diğer kutsal isimlerin yansımalarından ibarettir. Mesela canlılık ‘Hay’ isminin, karakter ‘Ferd’ isminin, şefkat ‘Rahîm’ isminin, faydalılık ve bir gayeye yönelik olmak ‘Hakîm’ isminin tecellileridir. Bediüzzaman böylelikle tüm mevcudatı esma-i ilahiye ve dolayısıyla Allah ile irtibatlandırır:
“Her şeyden Cenab-ı Hakk’a karşı pencereler hükmünde çok vecihler var. Bütün mevcudâtın hakaikı, bütün kâinatın hakikatı; Esma-i İlahiyeye istinat eder. Her bir şeyin hakikati, bir isme veyahut çok Esmaya istinat eder.
Eşyadaki sıfatlar, sanatlar dahi, her biri birer isme dayanıyor. Hatta hakiki fenn-i hikmet, ‘Hakîm’ ismine ve hakikatli fenn-i tıp ‘Şâfi’ ismine ve fenn-i hendese ‘Mukaddir’ ismine ve hakeza her bir fen, bir isme dayandığı ve onda nihayet bulduğu gibi, bütün fünun ve kemalat-ı beşeriye ve tabakat-ı kümmelin-i [kâmiller] insaniyenin hakikatları, Esma-i İlahiyeye istinat eder. Hattâ muhakkikîn-i evliyanın bir kısmı demişler: “Hakiki hakaik-i eşya, Esma-i İlahiyedir. Mahiyet-i eşya ise, o hakaikın gölgeleridir.” Hattâ bir tek zihayat şeyde, yalnız zahir olarak yirmi kadar Esma-i İlahiyenin cilve-i nakşı görünebilir.” (Sözler, Otuz ikinci Söz)
Bediüzzaman, tüm varlıkların Allah’ın isimlerini yansıtan aynalar olduklarını ve esmayı en kapsamlı ve en parlak tarzda gösteren aynanın da insan olduğunu söyler. Ve insanları kendilerini okumaya davet eder:
“İnsan, üstünde nakışları görünen Esma-i İlahiyyeye âyinedârlık eder. Otuz ikinci Söz’ün Üçüncü Mevkıfının başında bir nebze izah edilen insanın mahiyet-i camiasında nakışları zahir olan yetmişten ziyade esma vardır. Mesela: Yaradılışından Sâni’, Hâlık ismini ve hüsn-ü takviminden Rahman ve Rahîm isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerîm, Lâtif isimlerini ve hâkezâ... Bütün âzâ ve âlâtı ile, cihazat ve cevârihi ile, letâif ve maneviyatı ile, havas ve hissiyatı ile ayrı ayrı esmanın ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek nasıl esmada bir ism-i âzam var, öyle de o esmanın nukuşunda dahi bir nakş-ı âzam var ki: O da insandır. Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku... Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var!” (Otuz üçüncü Söz)
Bu ifade, bazen yanlış anlamalara sebep olan “Allah insanı Rahman suretinde yaratmıştır.” hadisini ve Hıristiyan âlemindeki karşılığı “İnsan Allah’ın imajında yaratılmıştır.” sözünü de izah etmekte, doğru anlamanın şeklini göstermektedir.