TR EN

Dil Seçin

Ara

Analar ve Anlar / Fotoblog

Tam 50 yıl sonra ilk defa giriyorum bu mekâna. Elli yıl önce cıvıltılarımız akardı burada. Hayallerimiz birbirine sarmaşıklaşırdı. Korkularımız avuçlarımızda terlerdi. Ve sevinçlerimiz, en çok sevinçlerimiz vardı. Bizi dışarıda bekleyen büyükler vardı; “aferin sana!” diyecek bakışlar, “ne güzel etmişsin!” diye onaylayacak kalpler vardı. Şimdi hepsi suskun. Belki onların doya doya “aferin!” diyeceği bir yerdeyim.

Diyeceğim ki öğretmenime “Bak, okudum!” Diyeceğim ki koca amcama, “Bak, doktor da oldum!” Ama burada değiller. Diyeceğimi dinleyecekler yok.

İlkokulumun en heyecanlı yılını okuduğum yer burası. Sıraların yerini, arkadaşlarımın fısıltılarını gayet iyi hatırlıyorum. İçeri girerken biraz da ürperdim. Beni korkutan o ilkokul müfettişi hâlâ parmağını sallıyor gibi. Gelmiş ve geçmiş herkes. Zaferimi anlatacağım kimse yok!

“Yaşamak, yavaş yavaş doğmaktır” der Saint Exupery. Evet, doğuyoruz işte. Ama anamızın ölümüne sebep olarak doğuyoruz. O halde, her an’ın yanı başında “ana” gibi güngörmüş bir geçmiş var; her an’ın ayak ucunda ise “bebek” gibi hayretler içinde bir gelecek ağlıyor, çığlık atıyor, tepiniyor. Umutlu “anlar”ı güngörmüş “an[a]lar” doğurabilir ancak.