TR EN

Dil Seçin

Ara

Hocalık mı, Doktorluk mu?

Hocalık mı, Doktorluk mu?

Çok sorulan ama az cevaplanan bir soru vardır, tanıdıklarım da bana sık sık sorarlar: “Bazı akıl hastaları gaipten sesler işitiyorlar ve hayaller görüyorlar. Bu hastaları doktora götürdüğümüzde psikoz denilen bir hastalığının olduğu ve bunun ilaçla düzelebileceği söyleniyor. Ama biz ‘hocalık’ bir durumdan şüpheleniyoruz ve hastayı bir de hocaya götürüyoruz. Hoca da “Buna bir cin musallat olmuş, ben yardım ederim, doktor gerekmez.” diyor. Hoca doktoru, doktor hocayı kabul etmiyor. Biz de arada kalıyoruz. Bir açıklama lütfen.” 

Aslında bu konuda kesin yorum yapmak zor, zira görünmez alemlerle de ilgili. Ama en azından bir fikir alışverişi yapabiliriz.

Önce doktorluğu bir tarafa bırakıp, bir Müslüman olarak dini açıdan bakalım: 

Cinlerin varlığına inanıyoruz. Gerek Kur’an ayetleri, gerek hadisler, ‘cin’ denilen, farklı yaratılışta, bizim normalde göremediğimiz, ama bazen insanları etkileyebilen varlıklardan bahsediyor. Üstelik hadis kitaplarında cinlerin bazı rahatsızlıklara sebep olabildiği yazılmış. Mesela bayılmaları olan bir hastanın Peygamberimize (asm) getirildiği, onun dua okuduktan sonra “Çık ey Allah’ın düşmanı!” demesi ile hastanın şifa bulduğu gibi olaylar nakledilmiş. 

Ayrıca bu güne dek çeşitli psikolojik şikayetleri olan birçok insanın dua okunmasından az-çok fayda gördüğüne de şahit oldum, hatta hastanın kendisi dua okunduğunu bilmese bile. Tüm bunları yok farz edemeyiz. Üstelik ilginç biçimde Kur’an’da ‘delilik’ten bahsedilen ayetlerin hemen tümünde ‘cinnet’ (cinlenme) ve ‘mecnun’ (cinlenmiş) kelimelerinin kullanılmış olması da ciddi bir işaret olsa gerek.

Ama bir de tıbbi açıdan bakalım: Hocaların “cin musallat olmuş” dediği vakaların hemen tümünün, bir psikiyatriste başvurduğunda ve psikoz için verilen ‘nöroleptik’ ilaçları kullandığında düzeldiği de açıkça gördüğümüz bir gerçektir. Kişi “Kulağıma konuşmalar, bana küfreden sesler geliyor, hayaller görüyorum.” diye gelir. Bazen hocalara da götürülmüş ama düzelmemiştir. İlaç tedavisi başlarız. Bir hafta sonra seslerin kesildiği, hayallerin kaybolduğu ve normal hayata döndüğü görülür. Zaten böyle olduğu için de Psikiyatri uzmanlarının hemen hepsi (cinlere inansa bile) “Ne hocası? Bu bir hastalık. Biz tedavi ederiz.” derler. 

Peki hem öyle, hem de böyle olabilir mi? Olur. Nasıl mı? İki şeyin bir arada olabildiğini bilmek ayrıdır, bunun nasıl olabildiğini bilmek ayrıdır. Mesela kaderin varlığı ile insanın seçme gücü de ilk anda birbirine zıt görünür, ama ikisi de haktır. Nasıl olup da beraber olabildiklerini bilmememiz (ki onun da açıklaması var ama burası yeri değil) ikisinin de hak olduğunu kabul etmemize engel değildir.

Akıl hastalıklarının hem dini, hem psikiyatrik yönünün olması da o kadar anlaşılmaz değil bence. Bunu ‘hırsız-kapı benzetmesi’ dediğim bir örnek ile açabiliriz. 

Mesela bir şahsın evine hırsız girdiğini düşünün. Buna sebep olacak iki faktör olabilir: 1- Kötü niyetli hırsızlar. 2- Kilidi bozuk veya çürük bir kapı. Bu durumda hırsızlığı engellemenin de iki yolu vardır: 1- Bekçi bulundurmak, hırsızları izleyip yakalamak gibi polisiye tedbirler. 2- Kapıyı tamir edip sağlam bir kilit takmak gibi güvenlik tedbirleri.

Bu benzetmeyi konumuza uyarlarsak: Ruhsal yapının dengesiz ve zayıf olması kapının çürüklüğüne, cinlerin vs. zarar vermesi ise hırsızların girmesine benzetilebilir. Bünyesi zayıf olan kişi, her an olumsuz bir dış faktör tarafından etkilenebilecek durumdadır zaten. Nitekim hadislerde cinlerin etki altına alabileceği kişiler arasında çocuklar, hastalar ve lohusa hanımlar gibi fiziksel zayıflık içindeki kişiler en başta sayılmıştır. O yüzden yapılacak en önemli iş, var olan zayıflığı, dengesizliği düzeltmektir. Bu da ilaç tedavisi ile mümkündür. Bu arada (eğer varsa) zarar veren cinlerin uzaklaştırılması da ek bir fayda verebilir tabii, fakat şart değildir.

O yüzden ben hasta yakınlarına hep şunu söylüyorum: Bu olayın dini yönü için, eğer istiyorsanız bir hocaya gidebilirsiniz, o beni ilgilendirmez. Ama doktora mutlaka gitmeli, verdiği tedaviyi uygulamalısınız. Zira bu durum tıbbi olarak ismi konulmuş, tedavisi de olan bir hastalıktır. 

Konuyla ilgili bir örnek vereyim: Asistanlığım sırasında servisimize bir hasta yatırılmıştı. Garip davranışları sebebiyle getirilen hasta ‘psikoz’ görüntüsü vermesine karşın, tüm gayretlere rağmen rahatsızlığı ile ilgili yeterli bilgi alınamıyordu. 

Uzman arkadaşlar soruyorlardı: 

-Kulağına sesler geliyor mu? 

-Hayır. 

-Gözüne hayaller görünüyor mu? 

-Hayır. 

Hastaya birkaç soru da ben sormak istedim: 

-Sen hiç cin gördün mü? 

-Tabii, ben zaten bir cinle evliyim. (Herkes şok!) 

-Adı ne onun? 

-Yasemin. 

-Çocuğunuz var mı? 

-Evet. İki tane. 

-Kime benziyorlar? 

-Annelerine. 

-Yasemin’in ailesi ne diyor evliliğinize? 

-Beni istemiyorlar. 

-İstemeyip de ne yapıyorlar? 

-Bazen beni sıkıştırıp öldürmek istiyorlar. 

-Peki onlarla kolayca görüşebiliyor musun? 

-Evet, ben çağırınca hemen geliyorlar ama gitmelerini istediğimde pek kolay gitmiyor, beni sıkıyorlar. 

-Buraya, hastaneye sık geliyorlar mı peki? 

-Hayır, kalabalığı sevmiyorlar. 

Hasta dini kaynaklarda cinlerle ilgili anlatılanlara birebir uyan şeyler anlatıyordu. Ama yine de biz, tablonun tıbbi adı olan ‘atipik psikoz’ teşhisi koyduk ve uygun ilaçlara başladık. 10 gün sonra düzeldi. “Gittiler artık.” diyordu. 

Buradaki mantığı daha da açabilecek bir diğer vaka: Bir gün muayenehaneme bir hasta getirildi. Daha kapıdan girdiğinde her hali ciddi bir depresyonda olduğunu gösteriyordu. Omuzları çökmüş, saçı-sakalı dağılmış, ağlamaklı, konuşacak hali bile olmayan tipik bir depresyon vakasıydı. Üst düzey bir bürokrat olan bu hastayla görüşmem sonucu, aşırı sorumluluk üstlenme, yoğun ve stresli iş hayatı, ayrıntıları dert eden titiz bir kişilik yapısı ve duygusal tepkilerini ifade edememe gibi sebeplerle depresyona girdiği kanısına vardım. Ama depresyon atağını başlatan özel bir olay tarif edilmiyordu. İntihar riski de olduğundan hastaneye yatırdım ve ilaç tedavisine başladım. Düzelmeye başladı ama, yakınları hastayı İstanbul’da bir özel hastaneye götürmeye karar verdiler. Tedaviye orada devam etmek istediler.

Sonra bir gün kendisini tamamen düzelmiş olarak karşımda buldum. Ve neler olduğunu anlattı: 

“Doktor bey, ben cine, periye, büyüye inanmam. Ama ben hastanedeyken, eşim benden habersiz bir hocaya gitmiş. Hoca bana büyü yapıldığını söylemiş. ‘Filan gün şöyle bir kadın evinize misafir gelmiş. Şu yere bir büyü bırakmış.’ demiş. Eşim o kadını hatırlamış. Aynen hocanın söylediği yerde, tarif ettiği gibi bir büyü malzemesi bulmuş. Sonra hoca büyüyü çözmüş. O gün tamamen rahatladım.” 

Biraz şaşırmıştım ama çok değil. Ne de olsa büyünün mümkün olduğu ve etki edebileceği Kur’an’da da geçiyordu. Ama yukarıda anlattığım hırsız-kapı mantığından hareketle kendisini ikaz ettim: “Bakın, size büyü yapılmış olması mümkündür, bilemem. Ama her yapılan büyünün tutmadığı da bir gerçektir. Burada esas önemli nokta, sizin depresyona girmeye yatkın kişilik yapınız ve hayat tarzınızdır bence. Bu denli yoğun ve stresli iş hayatınız, insani ilişkileri, özel hobileri ikinci plana atarak yaşamanız, aşırı sorumluluk almanız, ayrıntıları kafaya takmanız, sizi büyü vs. olmadan da depresyona sokabilir. Dikkat edin, tekrar rahatsızlanmanız büyük ihtimaldir.” Ama hasta uyarılarımı ciddiye almadı ve tedaviyi reddederek gitti. 

2-3 ay sonra, ilk geldiği günkü gibi perişan bir halde odama girdiğinde hiç şaşırmadım. Bu kez önce hocaya gitmişlerdi ama hoca “Ne cin, ne de büyü yok. Bir doktora gidin.” demişti. Yine hastaneye yatırdım. İlaç tedavisi ve terapi sonrası tamamen düzeldi. Taburcu olurken “Haklıymışsınız doktor bey. Ben bu kafayla yaşadıkça depresyondan kurtulmam mümkün değil. İlaçlara ve terapiye devam edeceğim.” diyordu. Ve o zamandan beri de rahatsızlanmadı. 

Son olarak bir hasta yakınının hoş bir tesbitini aktarmak isterim. Hasta ailesinin doktoru bırakıp hocaları gezdiklerini gören bu şahıs olaya el koymuş ve hastayı bana getirmişti. Şöyle dert yanıyordu: “Doktor bey, bunların gözü bozulsa doktora gider, tansiyonu çıksa yine doktora gider, sinirleri bozulunca ise hocaya gidiyorlar. Halbuki bu hastalıklar elin gavurunda da oluyor. Ama onlarda hoca yok. Nasıl düzeliyorlar peki? Haksız mıyım?”

Haklıydı bence de.