TR EN

Dil Seçin

Ara

Nuraniyet Hakikati Ve Yeni Bilimler

Nuraniyet Hakikati Ve Yeni Bilimler

Kur’an-ı Kerim, takva sahibi mü’minlerden bahsederken onların en büyük özelliği olarak “gayba imanlarını” gösterir.

 

Kur’an-ı Kerim, takva sahibi mü’minlerden bahsederken onların en büyük özelliği olarak “gayba imanlarını” gösterir. “O muttakiler ki gayba iman ederler” mealindeki âyet-i kerimeyi tefsir eden âlimlerimiz, “Onlar gayba iman ederler; yâni görmedikleri halde, aklen ve naklen istidlâlde bulunarak, yâni delillere dayanarak iman ederler.” diye açıklamada bulunurlar. “Gayba iman” yani fizik ötesine inanma denince akla ilk gelen, Allah’a ve diğer iman rükünlerine imandır.

Beş duyu anlamaya, anlama da inanmaya yardımcı olmaktadır. His ile bilme, hayvanların sahasına girdiğine göre, hissini akla hizmet ettirip anlama, kavrama ve nihayet inanma ise insanın özelliği olmaktadır. Onun için Hak Dini anlatan Kur’an, insanın önce kendi ruh ve kalp gibi metafizik gerçekliklerini harekete geçirmektedir ve görünen “kabuk” evren ve âlemler arkasındaki gizli gerçeklerle buluşturmaktadır. Tabiî ki din, aklını kullanmayı gerektirir. İnançsızlık ise başta akıl olmak üzere duyguların yerinde ve doğru kullanılmaması anlamını taşır. İnançsızlığın en büyük özelliğinin gerçekleri görememe olduğu dikkatimizi çekmektedir.

Materyalist anlayış latif halleri ve varlığın nurani boyutu olan metafizik gerçeklikleri görmezlikten gelir. Yeni bilimlerin kuantum, holografi ve izafiyet gibi konuları varlıkların metafizik özelliklerine bir nevi unvan ve nuraniyetin dolaylı keşfi olduğu dikkatimizi çekmektedir.

 

ATOMUN METAFİZİK DÜNYASI

 

İlginçtir ki maddenin temeli ve birimleri diye bildiğimiz atomun “kuantum” dünyası, aslında metafizik bir yapı ve özellikler sergilemektedir.

Kuantum Gözlemleri ile de sabittir ki varlıklarda atom altı seviyede nuraniyet, atom üstü seviyede ise kesafet hakim karakter olarak görünmektedir. Örneğin atom-üstü kesif bir varlık olan tabancadan çıkan bir kurşunun hem yeri hem de hızı ölçümlerle tam bir kesinlikle belirlenebilir. Ancak atom-altı latif bir varlık olan elektronun hem hızı hem de yeri belirlenemez. Hızı belli ise yeri belli değildir. Yani hiçbir yerde değildir veya her yerde olabilir. Hatta aynı anda iki veya daha farklı yerde olabilir. Ancak elektronun bazı yerlerde olma ihtimali daha yüksektir ve bu ihtimal dağılımı bir dalga fonksiyonu olarak ifade edilir. Bu vakıa fizikte ‘Heisenberg’in belirsizlik prensibi’ ile ifade edilir.

Zaten bu yüzden atom altı dünyada kuantum teorisi, atom üstü dünyada ise Einstein’in izafiyet teorisi hakimdir. Bu iki teoriyi birleştirecek bir ‘birleşik teori’ tüm gayretlere rağmen henüz başarılamamıştır. Fizik-dışı paralel evren veya çoklu evren türü yaklaşımlarla izah teşebbüsleri ise, ancak nuraniyet kavramını görmemeye karşı bir direnç olarak değerlendirebilir.

Çift-yarık (double-slit) deneyi diye bir deney var. Yıllardır bilim adamları bir elektron taneciği aynı anda iki delikten nasıl geçebilir diye kafa yordular. Atom altı tanecik dediğimiz şeyler, hem var hem yok bir görüntü oluşturabiliyorsa ve hatta bir tanecik hem bir yerde; hem bir bölge içinde ve her yerde olabiliyorsa bu bildiğimiz klasik fizik yasalarının, determinizm ilkelerinin atom altı dünyada geçerliliğini kaybetmesi demektir. Bir tanecik hem bir yerde hem başka yerlerde nasıl olabilir?

 

 

Atomun dünyası Kuantum teorisi ile açıklanmaktadır. Kuantum aslında başka bir uzay ve dünyanın keşfedilmiş olmasıdır. Atom taneciklerinin bir anda bir çok yerde bulunması ile meleklerin bir anda bir çok yerde bulunması arasında bir fark yok aslında.

...

Kuantum mekaniğinin diğer bir meşhur deneyi dolanıklık (entanglement) deneyi de atom altı dünyada zaman kavramını çökertmektedir. Bu deneye göre aynı anda üretilen atom altı parçacıklar, birbirlerinden ne mesafede ayrılırlarsa ayrılsınlar, daimi iletişim halindedir. Birbirinden ne kadar uzak olurlarsa olsun, iki elektrondan birine yapılan bir etkiye onun ikizi anında tepki göstermektedir.

 

 

Einstein ışık hızının aşılmasının imkansız olduğu gerekçesiyle (ki atom üstü kesif varlıklar için doğrudur) dolanıklık fikrine şiddetle karşı çıkmış, ancak kuantum mekaniğinin temel kavramlarından biri olan dolanıklık vakıası 10 kilometreyi aşan mesafelerde denenmiş ve doğruluğu teyid edilmiştir. Yani atom altı dünyada mekan kavramı ile beraber zaman kavramı da anlamını yitirmekte ve zaman-mekan üstülük yani nuraniyet özelliği ön plana çıkmaktadır.

Öyle görülüyor ki kesif fiziki varlıklar atom boyutuna indikçe nuranileşmekte, en temel atom altı parçacıklarına inildikçe kesafet kayıtları ortadan kalkıp nuraniyet-madde ötesi yapı asıl ve hakim karakter halini almaktadır.

Kuantum mekaniğinin temel kavramları ve atom altı parçacıklarla yapılan çok sayıda bağımsız deneyler ışığında diyebiliriz ki, nuraniyetin atom altı ve ışınlar dünyasında fiziksel bir gerçeği olduğunu göstermektedir. Aynı evrenin atom altı dünyası ile atom üstü dünyasında geçerli olan ama birbirine zıt kuantum ve izafiyet teorilerini birleştirecek temel unsur da nuraniyet yani zaman-mekan ötesini ifade etmektedir.

 

MADDEDEKİ MÂNÂ

 

Maddeci anlayışla bakışlar kısıtlanmış ve varlığı tek boyutlu görmeye alıştığımızdan olsa gerek maddedeki manevi boyutları görmezden geldik. Nurani özelliklerden yoksun (koku, tat, elektrik, manyetiklik, renk vd.) bir madde, özelliksiz ve işlevsiz faydasız yığınlardan başka bir şey değildir.

Hatta maddenin kendisinin bile esasen metafizik temelli bir yapı olduğunu atomun içine yapacağımız küçük bir seyahatte fark edebiliriz. Atoma hatta oradan protona ve kuarka doğru bir yolculuk yapalım. Önce elektronları inceleyelim. Orada bulmayı ümit ettiğimiz “katı birimler” ve “tanecikler” yerine, kuantumla ifade edilen parçacıkların var yok dalgalanmalarını, enerji türü “ışımaları” ve “titreşimleri” buluruz. Adeta fizik ötesi bir dünya ile karşılaşırız orada.

Şu durmadan değişen, fakat değişmez bir gerçek üzerinde aktığından, değişmez görünen âlemin dayandığı değişmez gerçek, esasen varlığın metafizik boyutuna dair özelliklerdir. Metafizik ve manaya dair gerçekliklerin sadece ruh ve melekler, ahiret dünyaları olduğunu düşünürüz. Halbuki sandığımızın aksine manevi gerçeklikler, çok daha geniş bir alanı kapsamaktadır. “Fizikî” olay ve varlıklar da “yeni” ve aynı zamanda “doğru” bir bakışla metafizik olaylar halini almaktadır.

Örneğin elektrik, manyetiklik, çekim gücü, ışık, renk, sıcaklık, hatta tat, ses, şifa, koku, hayat gibi özellikler bile esasen madde ötesindedir. Bilim, dışa yansıyan etkileri formüle edebilmekte ve onların kullanımı ile ilgili prensipleri ortaya koyabilmektedir. Halbuki olayların mahiyeti ve gerçekliği ise çok daha farklıdır ve bilimsel açıklaması yoktur. Olaylara bir isim vermek varlığı ve olayı açıklama değildir. Sayılan ve saymadığımız özelliklerin hiç birinin kaynağı madde ve atomlar değildir, bu keyfiyetler maddenin bir parçası da değildir. Madde ve atomlar sadece yansıtma görevi yapmaktadır.

Son zamanlarda, bu özelliklerin maddenin madde ötesi tarafını oluşturduğuna dair yaklaşım ve teoriler geliştirilmektedir. Bu yaklaşımlara göre, maddeye işlevsellik kazandıran ne varsa hepsi de manevi temellidir ve madde bunlara ayna vazifesi görmektedir.

Örneğin koku, tat, renk ve diğer özellikler atomun bir parçası değildir. Bu özellikler, bir bakıma bir tv yayını gibidir. Televizyon ekranında görülenler ekranın ve televizyonun “malı” olmadığı gibi, bir gül çiçeğinde gözlenen koku, tat, renk, sanat vd. çiçeğin maddesini oluşturan atomlara ait “özellikler” ve “varlıklar” değildir.

Sonuç olarak varlığından hiç kimsenin şüphesi olmadığı yer çekimi, manyetizma ve ışık gibi fizik kanunları bile “nur” özelliğindedir. Hiçbir yerde olmadıkları halde her yerde olabilmektedir. Bilim üzerine çöreklenen maddeci ve ateist düşünce, maddedeki mana ve nurani boyutu görmeyi engellemektedir. Fizik kanunlarına tabi olmamayı ve dolayısıyla zaman ve zemin üstündeliği temsil eden “nuraniyet” bir varlık boyutu olarak kabul edilebilirse bilimin önü de açılabilir.

 

MAKRO DÜNYADA (MADDEDEKİ) NURANİYET

 

Evrenin parçalanamaz bütünlüğü ve her şeyin her şeyle bağlılığı, yani evrendeki birlik, bilimcilerin en çok dikkatlerini çeken konuların başında gelir. Elbetteki bu bütünlük klasik maddeci anlayışla çelişmektedir.

Büyük Birleştirme Teorisi ve tüm varlığın onda birleştiği kabul edilen “sicim” [3] denen varlığın en küçük parçasının ispatı bilimcilerin en büyük çabalarından birisidir.

Her şeyin her şeyle bağlılığı ve her şeyin tek şey halinde birleşmesi ve “birlenmesi”, Kur’an’ın en büyük gayesi ve hakikati olan “tevhidi” yani Yaratıcının tekliği gerçeğini en büyük bir fizik ve bilim gerçeği olarak karşımıza çıkarmıştır. Bir şeyin her yerde olması ve her şeyle alakadar ve bağı bulunması varlığın nur özelliğine dikkatleri yöneltmektedir.

İlk zamanlar madde âlemini ayakta tutan dört temel kuvvetin (elektromanyetik kuvvet, çekim, nükleer ve zayıf nükleer kuvvetler) atomun temelinde tek bir kuvvet halini aldığı fark edildi. Bu defa kâinatı izah edecek daha temel ve basit bir teorinin, bütün hâdiseleri açıklayacak her şeyin teorisinin kurulabileceğini akla getirdi. ‘Birleşik Alanlar Teorisi’ bu yönde ulaşılmış önemli bir merhale oldu.

Bu teori, önceleri ayrı ayrı mefhumlar kabul edilen kuvvet alanları, ışık, ısı, elektrik ve manyetizmanın artık tek bir yapının ‘farklı görünüşleri’ olduğunu anlatıyordu. Bütün sistemlerin âhenkle işlemesinde rol alan kuvvetler ve bütün maddî unsurlar, tek bir hakikatin değişik yansıma ve tecellilerinden başka bir şey değildi ve nurani kanunların hakimiyetinden başka bir şey değil.

 

 

HOLOGRAFİ AYNASINDA EVRENİN YENİ ÇEHRESİ

 

Holografi, filmin her parçasında bütünün bilgisinin olduğunu söyler. Böylece hem mekânsızlık hem de bütünselliğe sahip olma özelliği, kuantum düzeyindeki, madde-anti madde arasındaki mesafe ne olursa olsun birindeki etkinin aynı anda diğerinde ortaya çıkışını, plazma içindeki elektronların her birinin, tümün bilgisine sahip olarak hareket etmesini, çift yarıklı deneyde yüz farazi parçacığın aralıktan teker teker geçmelerine izin verildiğinde parçacıkların %10’unun A bölgesine çarptıktan sonra yarıktan geçen öteki parçacıkların sanki ihtimal hesabını biliyormuşçasına bölgeden kaçmalarını açıklamış olmaktadır.

Böylece holografi bir şeyin her şeyle bağlılığını, bir şeyle çok şeyin aynı özelliğe sahip olabileceğini ve evrendeki parçalanamaz bütünlüğü ve eşyanın madde ötesi-nurani bağ içinde olduğunu ışık ve elektron düzeyinde gösteren çok çarpıcı bir örnek olmaktadır. Bu Yaratanın bütündeki Birliği gösteren Vahid ismi ile bütünü meydana getiren birimlerdeki birliğe delil olan Ehad isimlerinin de açık birer örneğini sunmaktadır.

Eğer evren holografik biçimde düzenlenmişse, uzay-zaman koordinatlarının ötesine geçilmiş olmaktadır. Holografi ile tespit edilen nur ve nurani özelliğin gereği olarak, geçmiş–şimdi ve gelecek aynı yerde, aynı anda bulunmaktadır. Ayrıca ana hologram plakasında yer alan her şey, plakanın bütün zerrelerine tüm var edilmişlere kadar yayılmış demektir. Uzay ve zamandan bağımsız olarak her birim, her türlü evren bilgisini her an alabilir ya da içinde hissedebilir ve yaşayabilir. Ama bu ana bilgiden yararlanabilmek, kişilerin nurani boyutu olan ruhi kemali ve terakkisi ile ilgili olduğu söylenebilir.

Holografi, varlığın nur boyutunu-sınırlara sokulamayan yanını anlamamıza yeni bir bakış ve anlayış sunmaktadır. Dolayısıyla eşyaya ve olaylara bakışımız genişlemektedir. Açıklanamayan bazı hadiseleri anlama şansına kavuşmaktayız.

Örneğin idrak darlığı ve eşyaya sadece madde boyutundan bakma hastalığı nedeniyle anlamakta zorlandığımız “paranormal” denen olayları, eşzamanlılığı, anlamlı tesadüfleri (tevafuk) anlayabiliriz. Tüm bu olaylar nuraniyet hakikatine bir anahtar olmakta ve adeta tüm kapalı kapıları açmaktadır. Ahiret dünyalarına ait zamana ve mekana bağlı olmadan cereyan eden olayları... Tüm nurların nur olan ve nuru yaratan ve onu madde ve enerji gibi tasarruf eden alemlerin Yaratıcısının mekansızlığı ile birlikte, her yerde aynı anda bulunmasını; hem ezeli hem de ebedi olmasını anlamamıza zihnimizde pencereler açmaktadır.

Nuraniyete holografiden açılan pencere ile yine anlaşılmaz gibi gelen birçok şeyi açıklama imkanı bulabiliyoruz:

Örneğin telepati, önceden bilme, uzağı görme, kehanet ve benzeri olaylar aslında var olan ve her an kullanıma açık bulunan hologram plakasına kayıtlı bilgileri “başka bir gözle” görebilme yeteneği olmalıdır.

Evliya kerametleri gibi açıklanamadığından normal dışı (paranormal fonksiyonlar) diye tavsif edilen olaylar, “bilginin başka türlü değerlendirilmesi” olabilir. Çünkü bütün bilgiler–holografi ile ortaya çıkarıldığı gibi–zaman ve uzaydan bağımsız olarak, “her an her yerde” olduğuna göre, o bilgilere ulaşmak mümkün olabilir.

 

 

UZAY ZAMANIN YENİ ANLAMI

 

Mekanı, oturduğumuz oda; zamanı ise saat cinsinden bir nesne olarak tanıyor, kütle ve zamanı değişmez mutlak varlıklar zannediyorduk. Yüzyıllar geçti. 20. yüzyıla geldik. Zamanın bir hızı olduğu ortaya çıktı. Cisimlerin “hızlandıkça” zamanlarının “yavaşladığını” ve “genişlediğini” anladık. Işık hızı aynı zamanda zamanın da akış hızı oldu. O hıza gelindiğinde “zamanın akışı” duruyordu. Evet, gelişmeler, ses duvarı gibi bir de “ışık duvarını” gösterdi. Işık hızına ulaşıldığında zaman ile eşleşilmiş olacak ve artık zaman durmuş olacaktı.

Arkasından zamanın sadece hıza bağlı olarak değil “çekim gücü” ile de değişikliğe uğradığını keşfettik (genel izafiyet). “Genel İzafiyet Teorisi”ne göre, mevcut üç mekan boyutuna (en, boy, yükseklik) bir de dördüncü boyut olarak zaman eklendi. Çekime bağlı olarak daha geç yaşlanıp ya da çabucak ihtiyarlayabiliyorduk.

 

Bu gerçekler ışığında baktığımızda, zamanın maddeye bağlı boyutlarda farklı işlediği noktalar olduğu gibi, madde ötesi boyutta; kabirde, mahşerde, cehennem boyutunda o âleme özel bir zaman boyutu olduğu gerçeğini görebiliyoruz. Nasıl ki rüyadan uyandığımızda o ortam birkaç saniye olarak idrak ediliyorsa, Berzah boyutunda, Cennet boyutunda hayatın bu şekilde farklı akışı olacaktır.

Evrenimizin tek bir noktadan küçücük bir yaratılış çekirdeğinden doğduğunu anlatan “Big-bang” ve evrenin sürekli genişlemesi ile ilgili buluşlar, evrenin bir başlangıcı olduğuna ve yoktan yaratıldığına işaret etmektedir. Karadeliklerle “delinen” uzayın arkasında “fiziğin bittiği” noktada “sonsuz uzaylara” fizik ötesi âlemlere kapı açılmaktadır. Madde gibi zaman dediğimiz sürecin Karadelik çekimiyle başka bir akışa girmesi sonsuz ve farklı boyutta dünyaları gündeme getirmektedir.

Eskiden değişmez ve dokunulmaz ilân edilen ve âdeta ilahlaştırılan fizikî prensipler Karadeliklerde alt üst olunca, felsefenin ve dinin gündeminde olan soruları da gündeme getirmektedir. Kainat niçin yaratıldı ve niçin yok ediliyor? Beklenen Karadelik kıyametinden sonra yeni bir yaratılış var mı? Bu konular günümüzde sadece dinî sohbetlerde yer almakla kalmıyor, modern astronomi merkezlerinde de tartışılma ortamı buluyor. Bir yıldız kendini, kendi ışığını, kendi hacim, yer ve zamanını yutmakta, bambaşka bir keyfiyete bürünmektedir. Karadeliklerde zamanın durması ya da farklı bir keyfiyete bürünmesi ebediyet kavramını hatıra getirmekte, sonsuz uzayları ya da ahiret ve gayp âlemlerini gündemimize sokmaktadır.

Sonuç olarak, fizikî bilimlerdeki bazı keşifler “madde”, “uzay ve zaman” anlayışlarımızda ve bakış açımızda önemli değişikliklere yol açmaktadır. Yeni nazariyelere göre; hareket eden saatler yavaşlayabiliyor, cetvellerin boyları kısalıyor, cisimlerin kütleleri, hızları artabiliyordu. “Sonsuz uzaylar”, fizik ötesi mekan ve dünyalar gündeme geldi. Bu buluşlarla; fizik bilimi, felsefe ve din alanlarında sınav vermektedir. Daha da önemlisi yeni bakış açısı ile Kur’an-ı Kerim’in gayba dair hakikatlerini daha iyi anlama imkanı bulmaktayız. Yeni buluş ve gelişmeler, bizleri farklı ve geniş açıdan düşünmeye davet etmektedir.

Yüce Kur’an’ın sırlarının daha iyi anlaşılması için yeni bilimlerin ortaya koyduğu gerçekliklerin erbabınca takip edilmesi ve değerlendirilmesi ihtiyacı kendini göstermektedir. Türlü türlü ince teknolojilerle evreni inceleyen fizik ve tabiat bilimleri, Kur’an’ın ortaya koyduğu farklı evren boyutlarını, melek ve ruh gibi fizik ötesi varlıkları daha iyi kavrama imkanı sunmaktadır. Bu gelişmeler ışığında, kelimelerin yetersiz, anlamların derinliksiz, isimlerin belirsiz hale geldiği “ilahi” âlemlerin, fizik ötesi evrenlerin çok da uzağımızda olmadığını, onlarla iç içe yaşadığımızı daha iyi fark etmekteyiz.