Müspet bilimler gözleme dayanır ve sorgulama ile gelişir. Bilimin gelişmesi önündeki en büyük engel ise şartlanmadır ve onun da kaynağı zamanla oluşan alışkanlıktır. İki şeyi her zaman birlikte görmeye alışan bir insan, zamanla bu iki şeyi birbirinin parçası veya birini diğerinin kaynağı olarak algılar ve biri olmadan diğerinin olamayacağı hissine kapılır. Zamanla betonlaşıp ülfet oluşturan ve Bediüzzaman’ın ‘iktiran’ olarak nitelendirdiği bu ön yargıları kırmak gerçekten çok zordur.
Biz kuvvet, sevgi, öfke ve hatta hayat, görme, işitme vs. gibi çok şeyi ancak etkileri maddede görülünce algılayabiliyoruz; ve bundan dolayı her şeyin kaynağının madde olduğu kanaatini oluşturuyoruz. Pek de sorgulamadan kendimizi içinde bulduğumuz bu ön yargı, günümüzde de bilimin üzerine kurulduğu platformu oluşturmaktadır.
Bilimin Ön yargısı
Çevremizi ve varlıkları algılamamızda genellikle hepsi de maddeyle ilişkili olan beş temel duyumuza dayanırız.
Yani maddesi olmayan bir şeyi (akıl ve sevgi gibi) göremeyiz ve yine maddesi olmayan şeylere dokunamayız. Bunun sonucu olarak maddeyi gerçek varlık, maddesi olmayan şeyleri de adeta hayalî varlıklar veya maddî etkileşimlerin tezahürleri olarak görürüz.
Aslında madde olarak algıladığımız her şey–atomaltı parçacıklardan galaksilere, mikroplardan insana kadar–madde ve madde dışı olan mânâ karışımıdır. Her şey adeta cisimleşmiş bir manalı kelime ya da madde ve mânâ iplikleriyle dokunmuş bir kumaştır. Ve esas olan madde değil, mânâdır. Madde, sadece mânâların, aslında kendileri de mânâ olan beş duyumuz tarafından algılanmasını mümkün kılan kılıf veya elbisedir.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Âlem-i cismânî bir tenteneli perde gibi, şule-feşân gaybî avalim üzerinde”, “Mücessem lafz-ı manidardır âlemde her mevcut” ve “Âlem-i maddiyat ve şehadet ise, âlem-i melekût ve ervah üstünde serpilmiş tenteneli bir perdedir.”
Yani mânâ öz; madde ise kabuktur. Mânâ, zaman ve mekân üstü; madde ise zaman ve mekâna ve dolayısıyla fizik kanunlarına tâbidir.
Bilim: Üzümünü Ye Bağını Sorma
Yukarıda da dediğimiz gibi müspet ilmin kaynağı gözlemdir. M.Ö. 5. yüzyılda Empedocles tarafından basit gözlemlere dayanarak her şeyin hava, toprak, su, ve ateşten ibaret olduğu ifade edildi ve bu teori yüzyıllar boyunca bilime hükmetti.
Ancak 17. yüzyıldan itibaren evrenin yapısının tekrar sorgulanmaya başlanması ve elementlerin keşfiyle ilmî gelişmelerin önü açıldı ve birçok yeni bilim dalları doğdu.
Bugün gayet iyi biliyoruz ki, her şey 100 küsur elementten oluşur ve her madde bu elementlerin bir kombinasyonu olarak ifade edilebilir. Bu açılım birçok yeni kimyasal bileşenin de keşfini ve modern kimyanın gelişimini beraberinde getirdi.
Günümüz bilim dünyasının da ciddî bir saplantısı, her şeyin kaynağının madde (veya onun eşdeğeri enerji) olduğu önkabulüdür. Bu da bilimde tıkanmalara ve çıkmazlara yol açmaktadır. Bilim dünyası artık fark ve itiraf etmelidir ki, maddenin temel yapıtaşı olan parçacık veya enerji dalgasında, kuvvet, irade, hayat, şuur, görme, sevgi, güzellik vs gibi şeyler yoktur ve temel yapıtaşlarında olmayan bütününde olamaz. Bütününde varsa (ki vardır) başka bir yerden geliyor demektir.
Artık evrenin madde-enerjiden oluşan tek katmanlı olduğu yaklaşımının bırakılıp çok katmanlılık, yani varlıkların madde ile beraber kuvvet, irade, hayat, şuur, görme, sevgi, güzellik vs gibi birbirinden bağımsız madde dışı yani mânâ katmanlarından oluştuğu görüşü ciddî olarak dikkate alınmalıdır. Bu görüş, müspet ilmin kaynağı olan gözlemlerle tam uyumludur. Bu katmanların kaynağı ile ilgili felsefî tartışmalar, evrenin büyük patlama öncesi madde-enerjisinin kaynağı ile ilgili tartışmalardan hiç de farklı değildir. Eski Yunan felsefesinde bu katmanların kaynağı Venüs, Eros ve Themis gibi tanrılara atfedilirdi. Müspet bilimcilerin genel yaklaşımı ise “üzümünü ye bağını sorma” tarzındadır. Bediüzzaman’a göre ise madde-dışı her özelliğin kaynağı Allah’ın isimleridir. O yüzden semavî dinlerin mensupları için eşyayı anlamak, esmayı ve dolayısıyla Allah’ı anlamaktır.
Eşyanın Hakikati Sorgulama İle Anlaşılacak
Newton’un bir elmanın düşmesini sorgulaması, fizikte bir çığır açtı. Burada ifade edilen soruların cevabının etkisi, herhalde daha az olmayacaktır. Yüzyılların getirdiği şartlanma ve önyargıdan sıyrılmayı başarmış sorgulayıcı bilim insanları gözlemleyip göstereceklerdir ki, evren bir veya iki değil, çok boyutludur. Ve bu boyutlardan sadece birisi, içine çakılıp kaldığımız madde ile alâkalıdır.
Elmasın hakikati, ancak ondan yansıyan parıltıların, karbon atomlarından veya atomlar arası bağlardan değil de, elmas dışındaki bir ışık kaynağından geldiği fark edilince anlaşılır. Televizyonun hakikati, değişik ses ve görüntü yayınlarının aletin içinden değil, dışarıdaki onlarca yayın katmanından geldiği görülünce, yani televizyon aletinin yayınların kaynağı değil sadece alıcısı olduğu fark edilince anlaşılır. Eşyanın–bilhassa insanın–da hakikati, maddedeki hayat, şuur, sanat ve güzellik gibi onlarca madde-dışı pırıltıların maddenin parçacıklarından değil, madde-dışı katmanlardan veya paralel evrenlerden geldiği fark edilince anlaşılacaktır. Madde-dışı her özelliğin kaynağı olan Allah’ın isimleri ve tecellileri anlaşıldığında, insanlık için gerçek aydınlanma başlayacaktır.