Her şeyi yaratan Allah, her şeyin ihtiyacını bilir. İstediğini, vaktinde gönderir, verir.
Kalbimizi yaratan Allah, kalbimizden geçenleri de bilir. Kalbimiz, hep Rabbimizle alakadardır, Ona bakar, derdini Ona açar, her ihtiyacını Ondan bekler. Rabbimizle konuşan dilimizdir kalbimiz. Rabbimizle aramızdaki elçimizdir kalbimiz. Kirlenmediği sürece, en güçlü yanımızdır kalbimiz. Kalbimiz, Rabbimizle alakadardır.
Kalbimizi yaratan Allah, kalbimizden geçenleri de bilir. Kalbimiz Allah ile olunca, kalbimiz genişleyince, hiçbir şey dar gelmez. Allah ile oldu mu, her yer ona yar olur, yarar olur. Böyle bir kalbin sesine uymak, kulak vermek, ne hoş bir duygudur. Ve o zaman kalpler neyle doluysa, dudaklardan o dökülür, gider...
Kalbimiz, başlı başına bir dünyadır. Rabbimizden gelen her sinyali mıknatıs gibi çeker kalbimiz. O güçlü kalp ile insan, insan olduğunun farkına varır.
Milyarlarca insan, nice işlerle haşır neşir olurken, kalbin sırlarından habersiz yaşar durur... Oysaki kalbimiz, aklın bilmediği nice sırlara sahiptir.
***
Eskiden küçücüktü evlerimiz. O küçücük evlerde nice insan yaşardık bir arada. Kalplerin geniş olduğu yerde, evler de dar gelmezdi bize. Kalpler küçüldü mü, daraldı mı, her şey küçülüyor gözümüzde, her nimet küçülüyor. Küçülen bir kalbin gözünde de her şey değerini yitiriyor.
Başımız ağrıdığında, onu uyumakla susturabiliriz ya da bir ilaç almakla. Ama kalbimizin ağrılarını, sızılarını sadece Rabbimize açmakla dindirebiliriz.
Okumadığımız kitap yok. Tanımadığımız millet yok. Ah, bir de kalp ülkesine girebilsek, kalbimizi tanıyabilseydik... Kalbimizin mutluluğu, Rabbini bilmekle, Onu tanımakladır.
Kalbimizin sesini duymak, sesin çağrısına uymak, ne mükemmel bir duygudur.
Nefsin esaretinden kurtulmuş bir kalbe sahip olmak, hür bir kalple Allah’a yakın olmak, ne güzel bir duygudur...
Kalbimizi yaratan Allah, kalbimizden geçenleri de bilir.
Kalbimiz, ah o en güzel yanımız... Hep çocuk kaldı. Onunla beraber yürüdük. Aynı yaşa beraber geldik ama kalbim hep çocuk kaldı, hiç büyümedi.
Badi badi yürüdük. Hadi kalbim, şimdi de yürü. Hadi bakalım, hadi... Sen çocuk kalan yanınla, ben ihtiyar olan yanımla. Yürü bakalım... Hadi... Bundan sonra birbirimize daha yakın olmalıyız.
Kalbim dile gelip de konuşsaydı, Rabbim, neler derdi neler acaba? Vicdanımızı, imanımızı da bir konuşturabilseydik, kalbimiz gibi, neler derlerdi acaba? Çektiği bunca eza, cefa, sıkıntı, dert, keder, Rabbinden, yaratanından o kadar uzaklık... Kim bilir, küçük büyük her hadise ne kadar sarsmıştır onu, ne kadar hırpalamıştır... Dile gelip de bir konuşsaydı kalbimiz... Onca işe yaramaz, beş para etmez işlerin peşinde ne kadar yorulduğunu bir anlatmaya başlasaydı kalbimiz... Ah kalbimiz bir konuşsaydı... Söylenecek sözleri hiç ama hiç çekinmeden söyleseydi, dosdoğru yüzümüzde deseydi, acaba ne olurdu halimiz?
O büyük hesap öncesi bir uğultu kaplardı her yeri, bir heyecan kasırgası eserdi herhalde. Yüzlerimiz sararır, bir ağaç başındaki yaprak gibi titrerdi her yanımız. Çünkü söyleyeceği şeyler, bizim de bildiğimiz, pek çoğu, tanıdığımız olan şeylerdir. Mahşer kesilirdi dört bir yanımız... Şenlikli bir hal olmazdı herhalde...
“Çok üzdün beni, çok yordun. Akla hayale gelmez boş işlerde çalıştırdın. Hiç haberin bile olmadı ne attığımdan, ne de hayatına neler kattığımdan. Hiç ama hiç... Günlerini öylesine boş şeylerin peşinde koşmakla geçirdin... Kainat dolusu güzellikler, benim elimle sunulurken sana, dönüp de bakmadın hiç bana. Çöplüklerde eşelendin. Eline, avucuna ne geçti, bilmem ki...
Sen sesimi duymadın benim. Ben senin kırık kalbinim... Gölgenden daha yakındım sana. İçinde bir sestim. Hiç yüz vermedin bana. Bırak yüz vermeyi, habersiz yaşadın benden. Sonra gün geldi, gözyaşlarına tutundun. Üzülen bendim, ağlayan sen. Saçını başını yoldun. Yine benden bihaber yaşadın. Ne yaptıysan hep sen yaptın. Başına dertler açtın. Benden gelen sese bir türlü cevap vermedin.
Koşturdun nefsine uyup, koşturdun... Yordun beni, çok yordun. Sonunda yatıp uyuyan sendin. Ben hiç dinlenmedim, hiç susmadım... Göz gibi görmekle, kulak gibi işitmekle kalmadım, her şeyin şahidi bendim, acıyı ben çektim. Her organın yaşadığını, ben kendimde binlerce defa yaşadım. Halen de hatırladıkça yaşıyorum, yaşamaktayım.
İçinden çaldım kapını. Söyledim, duymadın. Uyardım, olmadı. Nefsini besledin, şımarttın ve beni hep ikinci plana attın. El bildin, yaban belledin. Sesime ses vermedin. Ben senin kalbindim. Rabbinden haber veren biricik kalbin... Yaratan için atan, Onun için çalışan ve senin gibi bir acizi Rabbine muhatap eden, insanı insan eden bir yanındım. Ama hiç aldırmadın, duymadın gittin... Yıllar yılı böyle yaşadın. Beni de, kendini de mahvettin.
Yazık değil mi şimdi? Nasıl döneceğiz bunca hatadan, bunca yanlıştan? Nasıl telafi edeceğiz bunca zararı, bunca ziyanı, boşa geçen onca zamanı?
İçinden seslenen spikerindim. Sesten daha çok, aldığın her mukaddes nefesten daha çok yakındım da, haberin olmadı. Bir et parçası sandın, bir köşeye attın. Unuttun beni.
Rakamlarla ölçtün, biçtin. Sadece matematik bir değer atfettin atışlarıma. Sadece kan pompası zannettin. Bir türlü anlamadın beni. Halbuki benim çevreme nice latifeler, binlerce duygular yerleştirmişti Rabbim. Ben çam kozalağı, kırmızı bir et parçası değildim. Ben senin kalbindim, hayatındım. Sende, sana en yakın duran bir yerdeydim. Olan biten her şeyin şahidiydim.
Sen ise, ne sözler söyledin birilerine. ‘Kalbim’ dedin, ‘Hayatım’ dedin konuştuğun nicelerine... Bir gün olsun kalbine, yani bana dönüp de ‘Ey kalbim, nasılsın?’ demedin. Sence bu sözleri en başta hak eden ben değil miydim?
Böyledir insan. En yakınına, en layık olduğu sözleri esirger de, kendinden en uzaklara nice methiyeler düzer...
Alınmadığımı zannetme. Susuyorsam, saygımdandır. Bir gün hatanı anlayıp da beni anlayacağından, hatalarından döneceğinden, sesimi duyacağından eminim de, ondandır.
Ben, Yaratan’ın üzerinde bıraktığı en büyük emanettim. İmanla şereflendirdiği... Ve sen, bu imandan istifade ettiğinde, işte ben o zaman kalptim. İşte ben, o zaman, niçin attığımı, niçin yaşadığımı bilendim, hissedendim.
Bu halin dışındaki hiçbir hal, tatmin etmez beni. Sen de biliyorsun ya, bizi en güzel anlatan o cümleyi:
“Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 28)
Zaman zaman dillendirdiğin bir dua vardı ya:
“Rabbim, kalbimi dinin üzere sabit kıl” (Tirmizî, Deavât, 85) diye, Hz. Peygamber Efendimiz’in (asm) bu duası. Onu söylediğinde niçin attığımı ve niçin yaratıldığımı yeniden anlardım. Keşke onu her gün ama her gün söyleyeydin, ona uygun bir hayat yaşamayı dileyeydin, Rabbimden isteyeydin... Olmadı, olamadı... Üzdün, yordun, beni...
Kim bilir, kalbimiz konuşsaydı, neler diyecekti neler... Bundan çok daha fazlasını söyleyeceğinden şüphem yok.
Kalbimiz işte böyle...
Yokuş yukarı çıktığımız zaman, göğsümüz daralır. Yokuş aşağı inerken de diz kapaklarımız ağrır. Hani deveye demişler: “Yokuşu mu seversin, inişi mi?” O da: “Düz yolun suyu mu çıktı?” demiş.
Kalbimiz de şöyle seslenirdi herhalde:
“Beni dikte, yokuşta yordun. Bir türlü imanın yönü ve yolu olan doğru yola, sırat-ı müstakime sokmadın, götürmedin. Doğru ve dürüst bir yolda, dümdüz bir yolda yürütmedin beni. Niye? Niye? Bu kadar belalı yollara, dik yokuşlara sürdün Neden? Sonu sarpa saracak yollara ve tehlikeli iniş çıkışlara niye saptırdın ki beni, niye?
Öyledir kalbimiz... En güçlü yanımızdır kalbimiz... Derde sıkıntıya düşünce, gözyaşı tufanına tutulduğumuzda anlarız. Üzüldüğümüzde, kederlendiğimizde anlarız. Yalnız olmadığımızı, bizi bizden daha iyi anlayan, kollayan dua dua Rabbimize yalvaran, yakaran en hayatdar bir yanımızın olduğunu o zaman anlarız. Herkes çeker gider. Kalbimizle kalırız baş başa. Kalbimiz, Rabbimizden haber verir.
Kalbimizi yaratan Allah, kalbimizden geçenleri de bilir.
Allah’ım, kalbime Seni nerede ve nasıl bulacağını öğrettiğin için Sana hamd ediyorum. Seni bilen, Seni ve Resulünü (asm) seven bir kalbi bana lütfettiğin için de hamd ediyorum. Hem ne lütuf ki, onun içinde nice bin, nice yüz bin lütuflar gizli. Kalbim, Rabbim diyor. Kalbim Seni biliyor Rabbim. Seni bildiriyor. Senden geleni, bana haber veriyor. Dilim duaya durduğunda Rabbim, beni dinlediğini ve cevap verdiğini yine kalbimle biliyorum.
Herkes çekip gidiyor. Kalbim yine benimle, yine Rabbimle.
Yeniden kalbimizin fethi gerek. Kalbimizi fethetmek, Allah demekle mümkün.
Kalbimiz, merkezinde başka bir şeyi kabul etmiyor. Sadece Rabbini ve Onun güzel isimlerini istiyor. Kalbin dilini bilene, kalp teslim oluyor. Kalbi yeniden işler hale koyan o güzel kelimeler, nuranî Sözler, kalbi yaratanın her dem ona ilham ettiği o dualar... Kalbimiz ancak onlarla teskin oluyor, tatmin buluyor.
Kalbini yeniden keşfedenlere selam olsun. Kalbinden Rabbine en kısa yolu, bulup da gidenlere, sese kulak verenlere selam olsun.
***
İki kalp konuşuyordu. Biri:
“Nasıl geçiyor hayatın?” diye sordu. Diğeri:
“İşler kesat. Bizimkinin uyanacağı yok. Ne namaz, ne oruç, ne zekat... İslendik, pislendik, paslandık işte. Ya sen?”
“Benim de durumum pek farklı değil. Ama yine de ümitliyim.”
“Nasıl yani?”
“Her gece bir pişmanlık tohumu, bir tövbe damlası düşüyor içime. O, bir parça rahatlatıyor beni.”
“Bir damlayla ne olur ki?”
“Öyle deme. O, bir damla değil ki... O, bir deniz benim için. Onu içime katıp büyütüyorum. ‘Allah’ım, bu küçücük damlayı ummana çevir’ diyorum.”
Damlanın duası, büyük olur. Bir damlayı denize çevirebilir Rabbim.
Ve bir gün kalbin duası kabul olur inşallah.
***
Kalbimizi yaratan Allah, kalbimizden geçenleri de bilir. Elbette bilir. Cevap da verir...