“İnsanlarla iyi geçinmek sadakadır.”
— Hadis-i şerif
Geçimsizlik hastalığının doruğa çıktığı gelişmiş ülkelerde, boşanma oranlarının yüzde ellinin üzerine çıktığını ve ilerlemesini hızla sürdürdüğünü, insanlık adına, üzülerek takip ediyoruz. Ülkemizde de bazı kimselerin, aile hayatını, basit sebeplerle hemen bozulabilecek zayıf bir yapı olarak görmeye başlamaları istikbal adına endişe vericidir. Bu sebeple, konuyla ilgili bazı gerçekleri yeniden hatırlamamızda fayda olacağını düşünüyorum.
Önce hafızamızı şöyle bir yoklayalım. Bilip de unuttuğumuz ya da dikkate almadığımız bu gerçeklerle şöyle bir yüzleşelim:
- Her şey çift yaratılmış: Yeryüzü ve sema; gece ve gündüz; dünya ve ahiret; eksi ve artı yüklü bulutlar ve daha niceleri. Bu çiftlerin bir halkası da erkekler ve kadınlar.
- Erkekler de Allah'ın kulu, kadınlar da. Karşı cinse yaptığımız bir haksızlık, bir yönüyle hukukullaha dokunuyor, Allah'ın bir kuluna zulmettiğimiz için. Diğer yönüyle de kul hakkına giriyor; o kişiye hakısızlık ettiğimiz için.
- Kula yapılan haksızlığı ancak kul affedebiliyor. Arafat'ta bütün günahlar affedildiği halde kul hakkı ve kazaya kalan namazlar, bu aftan hariç tutuluyor. Çünkü her ikisinin de telafisi mümkün, birincisinde kulun hakkı ödenecek, diğerinde kılınmayan namazların kazasına başlanacaktır.
- Bir şehit çok kişye şefaat edecek bir manevi makam kazandığı halde, ama kul hakkını çiğnemişse o veli kul da bunun hesabını vermek mecburiyetinde.
- Bir erkeğin, hane halkına yaptığı bütün harcamalar sadaka hükmüne geçiyor; böylece Cenab-ı Hak en cimri bir kulunu bile sadaka sevabından hissedar etmiş oluyor.
- İslam hukukunda, bir hanım, çocuğuna bakmakla yükümlü değil. Ama, onun kalbine öyle bir şefkat bırakılmış ki, çocuğunu canından çok seviyor ve onun her ihtiyacını severek karşılıyor. O halde, ''Bu şer'i hükmün hikmeti ne olabilir?'' diye düşündüğümüzde, karşımıza harika bir inayet ve hikmet tablosu çıkıyor:
Hanım, çocuğuna yaptığı bütün hizmetler için sadaka sevabı alıyor, koca da çocuğuna ücretsiz bakan hanımına karşı bir minnet duygusu besliyor.
Evliliğin birinci hikmeti, tarafların birbirlerini haramlardan muhafaza etmeleridir. Bakara Suresinin 187’inci ayeti bu gerçeği ders verir.
“Onlar sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü hükmündesiniz.”
İkinci hikmeti ise, neslin devamıdır. Bu ikinci hikmetin söz konusu olduğu çocuklu ailelerde, ayrı bir rahmet cilvesi daha kendini gösterir:
Çocuğunu imanlı, salih amel ve takva sahibi olarak yetiştiren anne ve baba, “farz-ı kifaye olan emr-i bil maruf ve nehy-i ani’l-münker” (yani doğruyu ve güzeli emredip, yanlışlardan ve yasaklardan sakındırma) görevinden bir hisse alırlar. Bu ise, başta peygamberlerin, sonra onları temsil eden büyük alimlerin, daha sonra derecesine göre bütün müminlerin önemli bir görevidir. Çocuklarını İslamî terbiye ile yetiştiren ebeveyn bu büyük şereften pay alırlar. Zira, bir kişinin hidayeti için bile peygamber gönderildiğini biliyoruz.
Ve son bir hakikat dersi:
“Allah’ın helal kıldıkları içinde en hoşlanmadığı şey boşanmaktır.” (Hadis-i Şerif)
Her ibadetine “Allah rızası için” diye niyet ederek başlayan bir kul, Allah’ın razı olmadığı böyle bir şeyi gönül rahatlığıyla nasıl yapabilir?!..
Bediüzzaman Hazretlerinin şu harika tespitini de hafızamızın derinliklerinden çıkarıp şöyle bir düşünelim:
“Sinek kanadı göz üstüne bırakılsa bir dağı setreder, göstermez.”
Nedir o dağ? Yine Üstadın Uhuvvet Risalesindeki şu ifadelerine bakalım:
“...Kabe hürmetinde olan İman ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslamiyet gibi çok evsaf-ı İslamiye muhabbeti ve ittifakı istediği halde, mümine karşı adavete sebebiyet veren ve adi taşlar hükmünde olan bazı kusuratı İman ve İslamiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın varsa anlarsın.” (Mektubat)
Bu risale, “Müminler ancak kardeştirler; (o halde) siz de (ihtilaf eden) kardeşlerinizin arasını düzeltin.” ayet-i kerimesinin tefsiri sadedinde kaleme alınmış. (Hucurat Süresi; 10)
Aile hayatına bu noktada baktığımızda, kadın ve kocası iman yönüyle de birbirinin kardeşidirler. İman ve İslamiyet yanında, çakıl taşları gibi küçük ve önemsiz kalan geçimsizlik sebeplerini, sinek kanadı gibi basit görmeye ve karşı tarafa “nefis ve şeytana mağlup olduğu için acımaya” ve onu kurtarmak için çaba göstermeye mecburdurlar.
O kızgınlık anında insan, bir yönüyle de, “takva imtihanı” geçirmektedir. Bilindiği gibi, Bakara Süresinin ikinci ayetinde “Kur’an’ın muttakiler için bir hidayet olduğu” ifade edilir. Âl-i İmran Süresinin 134. ayetinde de, takva sahipleri için hazırlanan cennetin yarıçapının yerden semalara kadar olduğu beyan edildikten sonra, muttakilerin sıfatları sıralanır. Bunlardan birisi de “kızdıklarında öfkelerini yutmaları”, kendilerine hâkim olmalarıdır.
Bir anlık bir kızgınlık, hissin akla bir an galip gelmesi nice cinayetlere sebep olmuş nice yuvaları yıkmıştır.
Çok basit bir sebeple hissine kapılarak aile yuvasını dağıtmaya karar verenler, öncelikle bu müessesenin önemini ve büyüklüğünü unutan, yahut bilmezlikten gelen kişilerdir. Bu sebeple, ailenin önemi ve bir Müslüman için ne büyük bir nimet ve ne azim bir ihsan olduğunu, yukarıda ana hatlarıyla hatırlamaya çalıştık.
***
“Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” derler. Bu sözdeki temel mesaj, insanları yardımlaşmaya teşvik etmektir.
Konuya şu yönüyle de bakabiliriz: İki kişi arasında bir geçimsizlik yaşanıyorsa ve bu bir kavgaya dönüşüyorsa, burada her iki tarafın da belli oranlarda sorumluluğu var demektir. Taraflardan birisi sabır ve anlayış gösterse kavga çıkmayacaktır, zira bir elin sesi olmaz.
Sabır konusu, büyük önem taşır ve Allah kelamında defalarca vurgulanır. Nitekim, Asr suresinde, asra yemin edildikten sonra, “muhakkak ki insan hüsrandadır” buyrulur ve daha sonra, ömür sermayesini zayi ederek hüsrana uğrayan kişilerden şu üç zümre istisna edilir: İman edenler, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler. Bir başka ayet-i kerimede de “Allah sabredenleri sever.” buyurulur. (Bakara Süresi, 153) Nefis ve şeytana galip gelerek, sabır yolunu tercih eden kullara ne mutlu?
Bediüzzaman Hazretleri sabrı üçe ayırır:
Birincisi, taat üstünde sabır; yani Allah’ın razı olduğu çizgide yürümekte sebat göstermek.
Diğeri, masiyete karşı sabır; yani İlahi rızaya ters düşen her türlü işten, halden uzak durmaya çalışmak.
Üçüncüsü ise, musibete karşı sabırdır. Bu ise, yakınlarımızın ölmelerinden, hastalıklara, afetlere kadar her türlü acı hadiseleri birer imtihan sorusu kabul ederek, isyan ve itiraz yoluna girmeyip, sabır ve metanet göstermeye çabalamak demektir.
Her türlü geçimsizliği de bir musibet, bir imtihan vesilesi kabul edip sabır yolunu tutanlar büyük sevaplara nail olurlar. Çoğu zaman, bu sabrın dünyada da mükafatını görürler, kavganın yerini mutluluk ve huzur alır.
Bu gibi hallerde, nefsine uyup kibir duygusunu yenemeyerek karşı tarafın özür dilemesini bekleyenler, nefislerini memnun ederken, kalb ve ruhlarını büyük zarara uğratırlar. Çünkü, küskünlüklerde ilk barışan kazanmakta ve büyük sevaba nail olmaktadır. Kabre göçüldüğünde, bu gerçek bütün çıplaklığıyla görülür, ama artık iş işten geçmiş olur.
Konuyla yakın ilgisi olan bir hususu da hatırlatarak yazımıza son verelim:
Bildiğiniz gibi, bir Müslüman erkek, ehl-i kitaptan bir kadınla, mesela bir Hristiyanla evlenebilir. Kendisi Allah’ın bir olduğuna inandığı halde, üç ilah safsatasına inanan bir kişi ile aile hayatını sürdürebilir. Hanımın bu sapık inancı, ne evlenmesine engel olmuştur, ne de evliliklerini bozmalarına. Bir ailede bundan daha büyük bir görüş farklılığı olabilir mi?