TR EN

Dil Seçin

Ara

Metabolik Sendrom Ve Asrı Saadete Yöneliş

Metabolik Sendrom Ve Asrı Saadete Yöneliş

Son zamanlarda en çok gözden kaçırdığımız noktalardan biri, sağlıklı bir beden ve sağlıklı bir sosyal hayat için, madde-mana birlikteliği ve dengesi olması gerekir. Buradan hareketle diyebiliriz ki, ne hissettiğimiz, hangi duyguları yaşadığımız, ibadetlerimizi ne ölçüde hissedebildiğimiz; ne yiyip ne içtiğimizle ve göbek çapımızla çok yakından ilişkilidir.

Şu ana kadar geçen ömrümüzde en çok ne için dua ettik? Bu sorunun en muhtemel cevabı şu ana kadar kıldığımız namazların rekatları adedince dile getirdiğimiz sırat-ı müstakim olmalı. İstikametli, dosdoğru ve Âlemlerin Rabbi nasıl emretti ise o çizgide bir hayat sürmek. Bu çizgi insan ruhunun bedenle irtibatını koruyan şehvet, gadap ve akıl kuvvelerinin orta noktalarından geçen çizgiyi ifade ediyor.

Bediüzzaman, şehevi kuvvenin orta mertebesini iffet, gadabi kuvvenin orta mertebesini şecaat ve akıl kuvvesinin orta mertebesini hikmet şeklinde tanımlıyor ve sırat-ı müstakimi bu üç noktadan geçen bir çizgi şeklinde tanımlıyor.

Kuvve-i şeheviyenin tarifinden sonra ise şöyle bir ihtar var: “Kuvve-i şeheviyenin yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi füruatında (ayrıntılarında) da üç mertebe mevcuttur.” Bu ihtardan ortaya çıkan sonuç, yemenin de bir iffet mertebesinin olduğu ve hep duasını ettiğimiz sırat-ı müstakimi oluşturan unsurlardan birinin de bu olduğu. Modern dünya insanının en problemli alanlarından birinin de bu olduğu anlaşılıyor.

Antalya’da gerçekleştirilen 7. Metabolik Sendrom Sempozyumu bu anlamda ülkemiz ve dünya genelinin ciddi bir tablo ile yüz yüze olduğunu ortaya koydu. Bu sempozyuma katılan endokrinoloji ve metabolizma, nefroloji, kardiyoloji ve aile hekimliği uzmanları ile yeni uygulamaya başlanan sistemdeki aile hekimlerinin bir telaş içinde oldukları tablonun geleceğe yansıtılan karanlık görüntüsünden duyulan sıkıntı açıkça gözleniyordu. Ciddi sıkıntıların kapıda olduğunu toplumun gittikçe obezleştiğini bunun yakın bir gelecekte kalp ve damar hastalıkları, şeker, inme gibi durumlara bağlı ölümleri artıracağı şeklindeki manzara karşısında neler yapılabileceği konuşuldu.

Dünyadaki 17 ülke ile birlikte yürütülen ve Türkiye’deki ilk sonuçların açıklandığı PURE çalışmasına göre toplumumuzun yarısından çoğu obezdi ve bu durum kentlerde ve hanımlarda daha belirgin olarak ortaya çıkıyordu. Türkiye genelinde ortalama vücut kitle indeksi 30 bulunmuştu ki, bu değer obezite ve metabolik sendrom tarafında yer alıyor. Özellikle abdominal obezite şeklinde ifade edilen göbeklilik çok ciddi bir risk faktörü olarak birinci sıraya kondu.

Artık “Türk kası,” “göbeksiz erkek balkonsuz eve benzer” gibi sözlerle meselenin hafife alınmasını kaldırabilir bir durum kalmamış gibi gözüküyor. Artık ciddi şekilde düşünüp hayatımızı yeniden tanzim etmemiz ve bize verilen şu mükemmel beden emanetine ihanetimizden vazgeçmemiz gerekiyor.

Unutmayalım ki, Fatiha Suresi’ni bir gün içinde tekrar tekrar okurken dua ettiğimiz sırat-ı müstakim duası içinde bu mana da var. Muhtemelen bedenimize ettiğimiz eziyetin uzantısında ruh boyutumuz ve manaya muhatap yönümüz de ciddi şekilde etkileniyor.

Daha küçük yaştan itibaren hayatımıza girmiş olan fast-food kültürünün, asansörler ve arabalarla iyice hareketsizleşen hayatımızın, kebap ağırlıklı beslenme şeklinin üstüne bir de modern hayatın getirdiği ağır stresler eklenince kurduğumuz hayat düzeni ile kendi mezarımızı kazar pozisyona geldiğimiz çok çarpıcı şekilde göz önüne çıkıyor. Bu beslenme şeklinin de bir müsebbibi olduğu günümüz gençliğinin ahlaki problemleri sırat-ı müstakimin manası içinde ve füruatında yer alan yeme-içme alışkanlıları boyutu ile de nazara alınmalı.

Dünya genelini içine alan, salgınları ifade eden pandemi şeklinde ele alınan metabolik sendrom, aslında insanlık olarak günlük yaşantımızı Kur’an ve sünnetten ne kadar uzak tanzim ettiğimizin de bir ifadesi. Aslında bu insanların korkulu rüyası olan domuz gribi gibi durumlardan çok daha tehlikeli ve üstelik sinsice gelişen bir tablo. Doktorların bu durum karşısında “bir şeyler yapmalıyız, elimiz kolumuz bağlı durmamalı, halkı bir şekilde uyarmalıyız” telaşı olayın maddi yansımalarına bir işaret. Diğer yandan bu tablo ile paralel gelişen manevi tabloya yansımalar da tıbbın gündeminde değil, ancak henüz ilahiyatçıların da gündeminde değil.

İşin ilginç yanı çözüm olarak ortaya konan en etkili yol “yaşam tarzı değişiklikleri.” Aslında insanlığın kendi aklı ve nefsani duyguları ile şekillendirdiği modern hayat, madde mana boyutu ile beşeri büyük sıkıntılara sürüklemiş ve iflasın eşiğine getirmiş gözüküyor. Gelinen noktada bu tarzın değişimine ciddi ihtiyaç var. Maddenin ön plana çıktığı ve belki de tek değer olduğu hayat düzeninde bütün ilgi odağı beden, yaşanan mekanlar, giyilen elbiseler yenilip içilenler oldu. Bu durumda beden ve mekanlarda şişme ve beraberinde ruh ve manada zayıflama şeklinde bir hastalık olarak ortaya çıktı. Öyle ki, bir aşk mektubu yazma düzeyinde dahi inceliğin kaybolduğu bir tolum düzeni ve mekanikleşmiş, robot gibi yaşayan insan modelleri yaygınlaştı. Yunan ve Roma dehasının ürünü olan insan modeli, devasa ve lüks mekanlarda yaşayan şişman şeklinde zuhur etti. Bu insanın hayatında yemek, içmek, lüks mekanlarda yaşamak ve eğlenmek dışında bir değer yok gibi. Tabi tüm bunları elde etmek için kendini paralarcasına geçen ve stres dolu bir günlük mesai düzeni. Mutlu geçirileceği zannedilen kısa bir zaman dilimi uğruna kendini kaybedercesine planlanmış bir düzen.  

Bu tabloya tanık olurken belli değerlerin temsilcisi olma konumunda bizler ne yapıyoruz?

Bir şeyler yapma gereğini duyuyor muyuz? Bu büyüyüp gelişecek gibi görülen vahim tablo karşısında bizim bir çözüm önerimiz olacak mı?

Belki de şu zaman, sünnete uygun bir hayat tarzına vurgu yapmanın tam zamanı. Batıya dönük bakışımızın dünyamıza yansıttığı madde eksenli hayat algısı, şu geldiğimiz noktanın en önemli sebeplerinden biri. “Madde inceldikçe mana kalınlaşır” ifadesini bedenî yansımalarını da nazara alarak değerlendirdiğimizde, şu şartlar içinde manaya yönelişin ne kadar önemli olduğu da ortaya çıkıyor.

Dünya genelinde yaşanan genel durum maddeye yönelişle, yani maddenin kalınlaşması ile mananın incelmesi süreci olsa gerek. Çözüme buradan başlamak en akılcı yol. Nefsin bu derece şımartıldığı, reklamların bütün nazarları maddeye çevirdiği ve Üstadın “cazibedar fitne” şeklinde ifade ettiği bir toplum düzeninde “yaşam tarzını değiştirmek” çok da uygulanabilir gözükmüyor. Varlık algısını değiştirmeden hayatın tarzını değiştirmek neredeyse imkansız gibi. Bu noktada en temel problem ferdin kendini ve çevresinde olup bitenleri ne şekilde yorumladığı ve nasıl bir anlam yüklediği noktasında düğümleniyor. Şu an fabrika ayarlarına dönüş anlamında “Ben kimim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum?..” sorularının cevaplarını tekrar gözden geçirme zamanı olmalı. Bu sorulara verilen cevapların asla uygunluğu ölçüsünde madde ve mana dengesi de oluşacaktır. Bu da hayatın gerçek anlamına uygun tanzim edilmesi noktasında en önemli başlangıç noktası olmalıdır.

Abdominal obezitenin risk faktörü olarak birinci sıraya konması da gerçek doğruların kaynağı çarpıcı bir tabloyu gözümüz önüne koyuyor. On dört asır önce ümmetinin göbekli olmaması gereğine dikkat çeken Peygamberimizin (asm) feraseti ve büyüklüğünü bu durum bir kez daha teyit ediyor. Bu da artık bakışımızı doğuya Mekke ve Medine’ye çevirmenin gereğini ortaya koyuyor. Bu ise vahiy bağlantılı bir zaman ve mekana yöneliş anlamına gelecektir. Oradan günlük yaşantıya yansıdığında “yaşam tarzı değişiklikleri” an meselesidir.

Çünkü o beldelerin toprakları, gelen bir ilahi emirle, bütün şarap fıçılarının boşalması ve sokakların vazgeçilmiş şaraplardan bir nehre dönüştüğüne şahit olmuştur. Ancak şu an Kâbe ve Mescid-i Nebevi’nin etrafını istila etmiş Batılı izler, bu beldelerin de safiyetine halel geldiğinin açık göstergeleri gibidir.

İslam dünyası, hayat tarzı ve hakikatin kaynağı olan haremine her anlamda sahip çıkmalı ve asr-ı saadete hakkıyla yönelmelidir. Günlük hayattaki pratik uygulamaların da doğrusunu saadet asrından getirmemiz; beslenme, yeme ve uyuma alışkanlıklarımızı insanlık âleminin zirvesindeki Zâttan (asm) örnek almamız en akılcı yol olacaktır.

Bütün bu bocalamanın sonucunda bilimin önümüze koyduğu her veri, bizi biraz daha bu noktaya yaklaştırmaktadır.

Son zamanlarda en çok gözden kaçırdığımız noktalardan biri sağlıklı bir beden ve sağlıklı bir sosyal hayat için madde-mana birlikteliği ve dengesi olsa gerektir. Buradan hareketle diyebiliriz ki, ne hissettiğimiz, hangi duyguları yaşadığımız, ibadetlerimizi ne ölçüde hissedebildiğimiz; ne yiyip ne içtiğimizle ve göbek çapımızla çok yakından ilişkilidir.

 

Vücut Kitle İndeksi

Kabaca vücut ağırlığının (kg olarak) boy uzunluğunun karesine (metre olarak) (Ağırlık/boy2) bölünmesi ile elde edilen değerdir. Vücudun genel metabolik durumu ile ilgili en önemli kriterlerdendir.

18’den küçük, zayıf

18-25 arası, normal kilolu

25-30 arası, fazla kilolu

30-35 arası, hafif derecede obez

35-40 arası, orta derecede obez

40’dan büyük, morpid obez. Yani ciddi müdahale gerektiren aşırı kilolu durum olarak kabul edilir.