TR EN

Dil Seçin

Ara

Bilim Sadece Madde İle Mi İlgili?

Bilim Sadece Madde İle Mi İlgili?

Madde ve mana kavramları belki de bizim varlık ile irtibatımızda en temel ayrım alanları. Aristo ile başlayan bir süreçte pozitivist hale gelen bilim, bir dönem madde dışındaki varlık alanını kabul etmeme eğilimine girdi.

Ancak zaman ilerleyip maddeyi tanıma imkanları artınca durum çok değişti. Maddenin derinliklerine doğru inen fizikçiler, derinlerde madde diye bir şey kalmadığını fark ettiklerinde, metafizik şeklinde adlandırıp bilimin ilgi alanının dışına attıkları kavramları, tekrar ve bilimin alanında ele almak gerektiğini ifade etmek zorunda kaldılar.

Geçen zaman gösterdi ki, gelecek yıllarda madde mananın hizmetinde olacak ve insanların hayatında asıl olanın mana olduğu daha net anlaşılacak.

Madde ferdin ruh âlemindeki manaları şekillere büründüren bir yapı. Ruhta var olan manalar kelimelere döküldüğünde bir boyutuyla maddileşmiş soyutluktan kurtulmuş olur. İnsanın da genel arayışı tanımlanmış ve biçimlenmiş şekillerle varlığa muhatap olmak ve her şeyi olabildiğince müşahhaslaştırmaktır. Oysa mana kalıplara büründükçe şekillere girdikçe sınırlar içinde ifade edildikçe kuşatıcılığını ve sezgilere yansıyan boyutunu kaybeder.

Eşyanın aslı olabildiğince mücerret ve sınırlardan arınmış buharımsı bir yapı arzeder. Bu yapı sıvılaştıkça ve kristalize oldukça belli bir alana hapsolmanın getirdiği zaafları da içinde bulundurur. Zıtlar dünyasında Eflatun’un idealarından fenomenler alanına geçildikçe varlık bir tür kalınlaşma, perdelenme, arızileşme, arzileşme ve zaaflarla iç içelik de bir zaaf olarak maddi alanın içine girer. Bu aslında kendisi de maddi bir yapıya bürünmüş olan insan tanımının en önemli zaaf noktasıdır.

Maddi bir alana hapsolmanın sıkıntılarını her an hisseden ruh, aslında soyut ve kuşatıcı özellikler taşır. Ruhta olan manaları çoğu zaman yalnızca hissedersiniz. Bu manaların ya da duyguların kelimelere dökülmesi soyutluğundan ve kuşatıcılığından uzaklaşması anlamına gelir ki, bu da duygular dünyasının kelimelere dökülmekle kısırlaşması demektir. Belki de en güzel anlatım olabildiğince az şekil ve sınırla ve maddi dünyanın zaaflarından uzak bir yaklaşım ile ortaya koymaktır. Bazen yalnızca bir bakış ciltler dolusu kitabın anlatamadığı anlamları barındırır. Anlatımda soyutluğun ön planda olması aslında duygular ve sezgileriyle varlığın özüne muhatap olan insanın özüne daha uygun olmalıdır.

Bir müzik parçasının sözlerinden çok melodisinin etki ediyor olması melodinin kısmen soyutluk içermesinden kaynaklanıyor olmalıdır. Resimde de çizgilerin sınırları ne kadar belirsiz ve reellikten ne kadar uzaksa resim karesine ya da tuvale sığdırılabilecek anlamlar o kadar artar. Çoğu zaman sanat erbabı kendi iç dünyasının güzelliklerini eserine yansıtamamanın ıstırabını dile getirir. Bu manalar âleminin aslında sezgiler ve duygular dünyasında olmasından kaynaklanıyor olmalıdır. Tarih boyunca insanı bu tanımı ile belli bir konuma getiren sezgileri ve duyguları olmalıdır. İnsanlık tarihi mağara insanı ile teknolojinin en uç nimetlerini kullanan insan arasında bu anlamda çok önemli farklılıklar olmadığını ortaya koymaktadır.

Determinizmin çok belirgin şekilde insan hayatını etkilemesi ve sanayi devrimi gibi gelişmelerin maddeye çarpıcı bir görünüm kazandırmasının ardından, bütün idrakini maddi alana yönelten insan, topyekûn mana boyutunda da körelme zaafını yaşıyor. Bu nedenle olsa gerek, geçtiğimiz yıllar içinde sanatta soyut düşünce gerektiren alanlarda önemli eserler ortaya konamıyor. Bu durum insanlığın kolektif şuurunda bir çocuksuluk, gabileşme ve kabalaşma halini de beraberinde getiriyor. Yavaş yavaş incelik, estetik, letafet gibi kavramlar rencide oldukları bu dünyadan ve sosyal hayattan çekilerek daha latif alanlar olan hayal ve misal âlemine doğru gidiyorlar.

Sadece faydalanmanın ve hedefe ulaşmanın önemi ile varlık âlemine muhatap olan çocukların belki hayal dünyasında da zamanla bu kavram kaybolacak. Oysa insanı layık olduğu değere yükselten ruhundaki incelikler ve bir kokunun, sesin ya da ışığın letafetiyle her tarafı kuşatacak duygular boyutudur.

Yeni dönemde insanlık duygulara tekrar dönüş yapmanın arayışı içine gireceğe benziyor. Geleceği inşa etmenin maddenin gücüyle ve teknolojiyle değil, sevginin gücü ve kuşatıcılığıyla olacağı artık maddi dünyanın sözcüleri tarafından da kabul edildi. Bu nokta kısa zamanda dikkate alınmaz ve ona göre tavır belirlenmezse, insanların robotlaştığı ve duygunun sosyal düzenden uzaklaştığı kasvetli, karanlık ve katı bir dünya içerisinde yaşamaya mahkum kalırız.

Belki de insanlık baş döndürücü, teknolojik gelişmelerle fazlaca zorlandığı bir benlik imtihanı yaşıyor. Bu gelişmişlikle Miracı yaşamış bir Zât’ın (asm) önüne geçebileceği vehmine kapılıyor ve insanlığın zirvesi olan Saadet Asrından önde olduğunu zannediyor. Oysa gerçekten asr-ı saadet insanlığın zirve noktasıdır.

O asrı zirveye taşıyan ise, mananın bütün berraklığı ile algılanabilir olmasından kaynaklanan tartışmasız üstünlüktür. Mesela bu anlamda Miraç hakikatini sadece Hazret-i Muhammed’e (asm) has özel bir durum olarak tanımlamak ve insanlığın şu anına ve sonrasına ışık tutacak ve o esnada ortaya çıkmış gerçekleri bilimin alanında görmemek, hem bilim hem de insanlık adına büyük bir kayıp olacaktır. Bu anlamda hem bilimin hem de insanlığın aya ayak basılmasından çok daha fazla ilgi alanında olmalı ve sonuçları ile ilgilenilmelidir. Çünkü, bir arzlının Âlemlerin Rabbi tarafından bu âlem ve ötelerini tanıtmak üzere davet edilmesi, yeryüzündeki herkesi çok ilgilendirmektedir.

Aşırı madde odaklı bakışı ile insanlık ve bilim, muhtemelen fizikteki yeni gelişmeler ve mikro âlem olarak adlandırılan atomlar düzeyindeki maddenin görünümünde, Miraç ve vahiy gibi kavramların da tarif edilebileceğine dair ipuçlarıyla ancak bu ilgi noktasına gelecektir. Bu noktada bir zamanlar Köprü dergisinde kapak yaptığımız ‘İlim Allah’ı Tanıyor’ sayısı hatırıma geldi. Bu sayının kapak yazısının sonuna Avusturyalı bilim adamı Robert Jastrow’dan şu dikkat çekici cümleleri aktarmıştık:

“Biz bilim adamları cehalet tepesinin üstlerine doğru tırmanıyoruz. Bu tırmanışın şu şekilde sonlanacağına inanıyorum. Biz en son kayayı aşıp kendimizi zirveye doğru çektiğimizde bir grup ilahiyatçı bizi ‘hoşgeldiniz!’ diye karşılayacak.”