TR EN

Dil Seçin

Ara

Plasebo, Nosebo ve Sağlık

Plasebo, Nosebo ve Sağlık

Gerçek olmayan bir tedavi, ilaç, düşünce veya inanç ile iyileşmeye ‘plasebo etkisi’ deniliyor. Nosebo etkisi ise plasebonun kötü ikiz kardeşi. Yani bir şeyin zararlı olduğunun düşünülmesi ve sonunda onun gerçekten zarar vermesi.

Birazdan anlatacağım hikâyeye bir varmış bir yokmuş diye başlayasım geldi. Bir masalı andırıyor çünkü… Ama sizi yanıltmak istemedim. 1960’larda Amerika’da hastane kayıtlarına geçen ve Johns Hopkins Üniversitesinde düzenlenen Klinik Patoloji Konferansında Dr. John Harvey tarafından bir vaka analizi olarak sunumu yapılan olay şöyle:

Georgia-Florida sınırında Okefenokee’de ayın 13’üne denk gelen bir cuma gecesi 3 kız dünyaya gelir. Amerikalılara göre cuma günü ayın 13’ü olursa o gün uğursuz bir gündür. O gece orada bulunan ebe böyle ‘felaket’ bir günde doğan bu kızların lanetli olduklarını, birincisinin 16. doğum gününden, ikincisinin 21. doğum gününden, üçüncüsünün ise 23. doğum gününden evvel öleceğini söyler.

Yıllar sonra ilk kız 16. doğum gününden, ikincisi ise 21. doğum gününden önce ölür.

İlk ikisine ne olduğunu bilen ve bu vaka analizinin esas kahramanı olan 3. kız, bu lanete o kadar inanmıştır ki, 23. doğum gününden hemen önce ölüm korkusu içinde nefes nefese hastaneye gelir ve doktorlara onu kurtarmaları için yalvarır. Fakat ölümüne neden olacak bir sebep olmamasına rağmen o gece o da vefat eder.

Başka bir vakada ise, yanlış kanser teşhisi konulan bir hastaya 3 ay ömrü kaldığı söylenir. 3 ay sonra öldüğünde otopsi sonuçları kanser olmadığını ortaya çıkarır. Doktorlar onu kanserin değil teşhisin öldürdüğünü söylerler.

Gerçek olmayan bir tedavi, ilaç, düşünce veya inanç ile iyileşmeye ‘plasebo etkisi’ deniliyor. Nosebo etkisi ise plasebonun kötü ikiz kardeşi. Yani bir şeyin zararlı olduğunun düşünülmesi ve sonunda onun gerçekten zarar vermesi.

Bir grup kel adama saç çıkaracak ilaç diye telkin edip plasebo veriyorsunuz, gerçekten saçları çıkıyor.(1) Başka bir gruba aynı hapı kemoterapi diyerek veriyorsunuz, mideleri bulanıyor, istifra ediyorlar, saçları dökülüyor.

Yapılan pek çok araştırma, analiz edilen gerçek vakalar, düşünce tarzının sadece bilinç altını değil, insanın fizyolojisini hatta ne kadar uzun veya kısa yaşayabileceğini de etkilediğini; hatta bir düşünce ve inanç ile kendini ölüme bile sürükleyebildiğini gösteriyor.

 

Fred Mason’ın intihar girişimi

26 yaşında bir yüksek lisans öğrencisi antidepresan bir ilacın araştırmalarına denek olarak katılır. Başladıktan bir süre sonra kız arkadaşı ile kavga eder ve hayatına son vermeye karar verir. Araştırma için ona verdikleri 29 hapın tamamını birden yutar. Fakat hemen pişman olur, yardım çağırır, ve yere yığılır. Komşusu tarafından hastaneye götürüldüğünde yüzü solmuş, nefes alışı düzensiz ve kalp atışları çok hızlıdır. Doktorlar hayati fonksiyonlarını normale döndürmek için çok uğraşırlar. Hasta neredeyse ölmek üzere iken, aldığı ilaçların plasebo olduğu ortaya çıkar. Kendisine bu söylendiğinde bütün semptomları birkaç dakika içinde tamamen yok olur. O sadece nosebo etkisine yenik düşmüştür.

Tavrımızın sağlığımızı nasıl etkilediğini gösteren zengin bir araştırma birikimi var. 447 kişiyi 30 yıl boyunca takip eden bir araştırma iyimserlerin olacak olaylarla ilgili en iyi senaryo üzerine yoğunlaştıklarından dolayı kötümserlere göre hem fiziksel hem de akıl sağlığı olarak daha iyi durumda olduklarını ortaya koyuyor.(2) İyimserler daha az acı hissediyor, daha mutlu ve daha sakinler.

800 kişiyi 30 yıl boyunca takip eden başka bir araştırma ise iyimserlerin kötümserlere göre daha uzun yaşadıklarını gösteriyor.(3) Kötümserlik, obezite ve yüksek kolesterol gibi erken ölüm için bir faktör. Mutlu insanlar daha az hasta oluyor, eğer incinir veya hasta olurlarsa daha çabuk iyileşiyorlar.

 

Genetik testlerin riski

Şu anda bazı kanserler için genetik test yaptırmak mümkün. Fakat belli bir hastalık için genetik test pozitif çıktığında istatistiksel olarak o kişinin bu hastalığa yakalanma ihtimali daha yüksek olsa da, bu o hastalığa yakalanmanın garantisi değil. Fakat tıbbi literatürden bildiğimiz bir şey var ki, sağlığınız ile ilgili neye inanıyorsanız, onun olma ihtimali çok yüksek. Bu yüzden aklımıza ne tür fikirler koyduğumuz çok önemli.

Öyleyse biz Bediüzzaman Hazretleri gibi: “Bizler için şimdi her şeyin iyi tarafına ve güzel cihetine ve ferah verecek vechine bakmak lâzımdır ki mânâsız, lüzumsuz, zararlı, sıkıntılı, çirkin, geçici haller nazar-ı dikkatimizi celbedip kalbimizi meşgul etmesin,” demeliyiz.

Hastalık korkusu öyle bir hale geldi ki, 2000’li yıllarda bazı ünlülerin henüz hastalık belirtisi hiç görünmeden, genetik testlerin sonuçlarına göre, sağlıklı organlarını aldırdıkları manşetlere düştü. Zihinlerimizi daha hasta olmadan böyle düşüncelerle zehirlemek, özellikle genetik yatkınlık da varsa aslında hastalığı daha çok davet etmemizi sağlıyor. Fakat bu kaygan zeminin bizi nereye ulaştıracağını kestirmek zor. Bundan sonra doğan bebeklerimizin apandisit ve safra keselerini bir gün iltihap olabilir, taş yapabilir diye baştan ameliyatla alacak, benler bir gün melanoma olabilir diye hepsini kesip atacak mıyız?

Bediüzzaman Hazretleri Lemalar’da hasta bir arkadaşına hastalıkla geçen günlerin artık sevaba çevrilip, geçmişte kaldığını; onları düşünüp üzülmemesini, hatta şükretmesini nasihat ettikten sonra gelecek günler için endişesi ile ilgili şunları söyler:

“Gelecek günler ise, madem daha gelmemişler; Rabbin olan Rahmânü’r-Rahîmin rahmetine itimad edip, dövülmeden ağlama, hiçten korkma, ademe vücut rengi verme. Bu saati düşün. Sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir.”

Ve yine rüyayı “Rabbani bir sinema” olarak adlandıran Bediüzzaman Hazretlerinin şu ifadesi de olumlu düşünme ile ilgilidir: “Güzel ahlâklı güzel düşünür. Güzel düşünen, güzel levhaları görür. Fena ahlâklı, fena düşündüğünden, fena levhaları görür.”

Olmayan bir şey, belki olur diye korkmak vücutta stresi tetikliyor. Bedenimizde kanser hücrelerini öldüren, enfeksiyon ile savaşan, bozuk proteinleri onaran, yaşlanmayı geciktiren doğuştan gelen tamir mekanizmaları var. Fakat sadece sinir sistemi rahat iken çalışabiliyorlar. Eğer vücut kendini zor durumda veya bir tehdit altında hissederse, örneğin devamlı tehlikeli bir hastalığın yaklaştığını düşünürse, bu mekanizmalar aktifliğini yitirir. Bu olduğunda ise insan sadece o korktuğu hastalığa karşı değil, başka hastalıklara da açık hale gelir. Başka bir deyişle korku damarını böyle işlettiği zaman, sineğin ısırmasından kaçmaya çalışırken, yılanın ağzına girer.(4)

 

Düşüncelerimiz ve genlerimiz

Epigenetik araştırmaları çevresel faktörlerin, düşüncelerimizle şekillenen hormonların, inanç ve duyguların genlerin ifade edilişlerini değiştirebildiğini ispatladı. Genomun hücrenin içinde bulunduğu şartlara çok duyarlı olduğu, ve insanın düşünce, inanç, ve duyguları ile DNA’sının işleyişini değiştirebileceği ortaya çıktı.

Genetik kod milyonlarca farklı şekilde ifade edilebilen bir taslak gibi. Çevresel sinyallerden etkilenen düzenleyici proteinler vasıtasıyla 25 bin gen, en az 30 bin farklı şekilde ifade edilebiliyor. Çevresel faktörler genetik mutasyonları geçersiz kılıp DNA’nın işleyişini değiştirebiliyor; hatta bu değişimler yeni nesle aktarılıyor.

 

Doktor ve hasta

Bir doktorun şefkat ve ilgisi de hastanın iyileşmesine yardım ediyor. Birçok araştırma aslında doktorun kendisinin plasebo olabileceğini gösteriyor. Harvard Tıp Fakültesi hocası ve Plasebo Araştırmaları Direktörü Dr. Ted Kaptchuk bir araştırmasında hastalarına ilacı verir, ve verirken de ilacın sahte ilaç olduğunu söyleyerek verir. Yine de hastalar iyileşir.(5) Dr. Kaptchuk’a göre tedavideki en önemli kısım, hastanın pozitif düşüncesinden de ziyade doktorun özen ve ilgisi. Evet insanın içine doğuştan iyileşme mekanizmaları konulmuş olsa da, bilimsel çalışmalar, bu iyileşme sürecinde onun elinden tutacak, ona ilgi gösterecek ve onunla beraber iyileşeceğine inanacak bir doktor, sağlık çalışanı, veya bir yardımcıya ihtiyaca da işaret ediyor.

Barla Lahikasında bir doktora yazığı mektupta Bediüzzaman’ın “Hem bilirsin, meyus ve ümitsiz bir hastaya manevî bir tesellî, bazan bin ilâçtan daha ziyade nâfidir. Halbuki, tabiat bataklığında boğulmuş bir tabip, o biçare marîzin elîm ye’sine bir zulmet daha katar. İnşaallah bu intibahın seni öyle biçarelere medar-ı tesellî eder, nurlu bir tabip yapar.” satırları ise plasebo-nosebo araştırmalarından çok evvel yazılmasına rağmen yine aynı bulgulara parmak basıyor ve Kuran’dan nurunu alan bir İslam aliminin bazen ilmi araştırmaların ne kadar ilerisinde olabileceğini gösteriyor.

Evet doktor kendisi bir plasebo olabilir, fakat nosebo da olabilir. Spontaneous Healing adlı kitabında Dr. Andrew Weil “tıbbi lanet” terimini kullanır. Dr. Weil’e göre bir doktor hastasına ‘kronik’, ‘tedavi edilmez’ bir hastalığı olduğunu söyler ise, “5 ay ömrün kaldı,” veya “Bu ilacı ömür boyu kullanmak zorundasın,” der ise onu bilinç altında bu negatif düşünceler ile programlar. Bu negatif düşünceler, bilgilendirme amaçlı, hatta verilmesi zorunlu ise de, iyileşme ve tedavi ümidi tamamen elinden alınan hastada stres oluşturup zarar verebilir. Oysa ümit verilir ise vücutta sağlık ve kendini tamir etme mekanizmaları harekete geçirilebilir.

Bir millet de belki hücreleri insanlar olan büyük bir vücuda benzer. Hutbe-i Şamiye’de milletlerin geri kalmasında en önemli bir faktör olarak ele alınan ümitsizlik ile ilgili Üstad’ın “Yeis, ümmetlerin, milletlerin ‘seretan’ denilen en dehşetli bir hastalığıdır.” demesi dikkat çekicidir. Yeis, ümitsizlik; seretan ise kanser demektir. Ve ümitsizlik aynı bir vücutta olduğu gibi bir milletin içine girer ise aynen kanserin vücuda yayıldığı gibi hızla yayılır. Kanserin vücudu mahvettiği gibi o milleti geri bırakır ve belki yıkar.

 

İşin itikadî yönü

Allah sebeplerin üstünde kendi iradesinin hâkim olduğunu, dilediğinde her sebebi devre dışı bırakabileceğini bazı olaylarla bize gösteriyor. Plasebo etkisi ile, Allah’ın dilediğinde ilaç olmayan bir şeyle de şifa verebildiğini, yani şifa yaratmak için ilaca ihtiyacı olmadığını gördüğümüz gibi; nosebo etkisi ile de ümitli olmayı, Allah’a suizan beslememeyi anlıyoruz. Çünkü bir hadis-i kudsîde Rabbimiz “Kulum beni nasıl bilirse, ona öyle muamele ederim” buyuruyor. Demek ki, olumsuz düşünceler de bir talep ve dua hükmüne geçebiliyor.

 

Sağlıklı olmak

Sağlıklı olmak çok katlı bir binanın sağlamlığı gibidir. Bedenin sağlığı ise bu binanın en üst katıdır. Bu katı boyamak, süslemek, çatıyı tamir etmek elbette önemlidir. Ama temelleri ve alt katları sağlam olmayan, çimentosu ve çeliği yetersiz bir bina sadece çatısı ve en üst katının güzel yapılması ile dengede duramaz. Bir deprem olur ve bina sallanmaya başlar ise, yıkılmasa da en çok sallananlar da en üst kattakiler olacaktır. Sağlıklı beslenmek, hareketli olmak, temiz hava almak, iyi uyumak elbette ki faydalıdır ve öyle olmalıdır. Ama bunlarla beraber insanın güzel insan ilişkilerine, mutlu bir iş ve evlilik hayatına, maneviyata, kendini özgürce ifade edebilmesine, yani huzura ve akıl sağlığına ihtiyacı vardır. Eğer bunlarda bir problem var ise vücut yavaş yavaş fısıldamaya başlar. Eğer bu fısıldamalara kulak vermez isek fısıldamalar çığlıklara dönüşebilir. Yani aslında sağlıklı olma ile ilgili yapılabilecek şeylerin en küçüğü, fiziksel bedenimize iyi bakmaktır.

 

İlişkiler önemli…

Sosyal hayatında güçlü ilişkiler içinde olmayanlar, olanlara göre daha çok kalp rahatsızlıklarına yakalanıyor ve depresyona giriyorlar.(6)

Evlenenler evlenmeyenlere göre daha çok yaşıyorlar.(7) Araştırmalarda insanın iyi olmak ve uzun yaşamak için yalnızlığını gidermesi, sigara içmeyi bırakmaktan ve egzersiz yapmaktan daha öncelikli olarak ortaya çıkıyor.(8)

 

Manevi hayat önemli…

İnançlı, dini toplantı ve sohbetlere, cemaatle ibadete katılanlar katılmayanlara göre 14 yıla kadar daha fazla yaşıyorlar.(9)

 

İş hayatı önemli…

İnsan kendini çalışmaktan öldürebiliyor. Japonya’da çalışmaktan ölenlerin aileleri, karoşi denilen bu duruma özel bir devlet yardımı alabiliyorlar. Amerika’da yıllık tatilini kullanmayanlar, kullananlara göre daha fazla kalp hastası olabiliyorlar.(10)

İyi bir arkadaş ve eş ilişkisi ilaç gibidir. Ama insanın vicdanındaki doğrular ile uyuşmuyor ve bu temel inanç ve doğrulardan taviz vermeyi gerektiriyor ise insanı zehirler. Sanatsal olarak kendini ifade etmek, şiir yazmak, resim yapmak, iyi bir işi olmak insanı rahatlatabilir, fakat aynı şey bunlarda da geçerlidir. İnandıklarımız ve yaptıklarımız birbirinden farklı ise beden ve ruh arasındaki bu uyumsuzluk da hastalığa davetçidir. Mutluluk ve sağlık içimizde ve vicdanımızdaki bu doğruları yaşamak ve yaşamak için de cesurca bazı adımları atabilmek, ve belki de bazı şeyleri değiştirmekle olur. İşte ancak o zaman bedenimiz mucize denilebilecek iyileşmelerin olması için olgun bir hale gelir.

 

Kaynaklar:

1. Lessons from the Past: Avoiding Placebo Generated Increased Hair Counts, Rushton and Van Neste

2. Optimism-pessimism assessed in the 1960s and self-reported health status 30 years later, Maruta et al.

3. Optimists vs Pessimists: Survival Rate Among Medical Patients Over a 30-Year Period, Maruta et al.

4. Mektubat, 29. Mektup

5. Placebos without Deception: A Randomized Controlled Trial in Irritable Bowel Syndrome, Kaptchuk et al.

6. Social networks in cardiovascular disease management, Shaya et al.

7. Marital status and longevity in the United States population. Kaplan et al.

8. Loneliness and Social Isolation as Risk Factors for Mortality: A Meta-Analytic Review, Holt-Lunstad et al.

9. Does Religion Stave Off the Grave? Religious Affiliation in One’s Obituary and Longevity. Wallace et al.

10. Vacation frequency is associated with metabolic syndrome and symptoms, Hruska et al.