TR EN

Dil Seçin

Ara

Işık Hakkında Bilmediklerimiz

Işık Hakkında Bilmediklerimiz

Hayatımızda bildiğimizi sandığımız bazı olaylar vardır. Bu bilgiler yanlış olmasına rağmen kitaplara geçmiştir. Öğrendiklerimizi dostlarımızla paylaştıkça bilgiler doğru veya yanlış aktarılmış olmaktadır. Böyle yanlış ya da eksik bildiklerimizden birisi de ışıktır.

“Işığın saniyedeki hızı ne kadardır?” sorusunun cevabını bilmeyen yoktur. Hep beraber 300.000 km/s deriz. Acaba bu sorunun cevabı doğru mudur?

Yukarıdaki cevap doğru fakat eksik; bu hız, ışığın boşlukta ölçülen hızıdır.

Işık neden bu kadar hızlı?

Işığın hızı boşlukta, saniyede 300.000 kilometredir. Bu, Einstein’ın ünlü E=mc2 formülünde c ile gösterdiği bir sabitedir. Bu formülde E, Allah’ın müthiş hikmetiyle yıldızlardaki termonükleer reaksiyonlarda madde enerjiye dönüştürüldüğü zaman ortaya çıkan “enerjiyi” simgeler.

Eğer ışık küçük bir ölçekte şimdikinden daha hızlı olsaydı, termonükleer reaksiyonlarda, şimdikinden on binlerce kat daha fazla enerji üretilecekti. Bu durumda da yıldızların çekirdeğindeki enerji çok daha çabuk tükenecek ve kâinatımız milyonlarca yıl önce karanlığa gömülmüş olacaktı.

Peki ya ışık küçük bir ölçekte şimdikinden daha yavaş olsaydı?

Bu durumda kâinatın başlangıçtaki genişlemesi çok daha yavaş olacak ve kâinat, çekim gücünün etkisinden kurtulamayıp içine çökecekti.  

Yani her iki durumda da hayatın var olması imkânsız olacaktı.

 

Peki ya ışık hızı her ortamda aynı mıdır?

Kesinlikle değişkendir. Bulunduğu ortama göre de değişkenlik gösterir. Diğer ortamlarda herkesin bildiği hızdan daha yavaştır. Örneğin elmasın içinden geçerken, bilinen hızının yarısından daha düşük bir hızla geçer. Bu hız, yaklaşık 130.000 km/s’dir.

Bunun yanında ilginç bir istatistikî bilgi paylaşalım: Işığın kayıtlara geçmiş en yavaş hızı saatte 60 km/s’den biraz daha yukarıda. Merak edenler için hemen söyleyelim: -272oC’deki sodyumun içinden geçerken ışık bu hızdadır.

 

Işık hızı durdurulur mu?

Bu mümkün. 2000 yılında Harvard Üniversitesindeki bilim adamları, Rubidyum elementinin Bose-Einstein yoğunlaştırılmasına yansıtarak ışığı durma noktasına getirmişlerdir.

 

Peki ışık ne renktir?

Bu cevaba belki şaşırabilirsiniz fakat, işin doğrusu, ışık görünmezdir. Evet, ışığın kendisini göremeyiz. Yalnızca onun çarptığı şeyleri görebiliriz. Boşlukta bir ışık ışını, ona bakan kişiye dik olarak geleceğinden görünmez.

 

Işığın kendisi görülse ne olurdu?

O sefer de biz görünmez olurduk. Aslında görünmezliği arayan bilim adamlarının senelerce uğraştığı nokta ışığı görmeyi başarmaktır. Eğer ışık görülürse, gözlerimizle karşımızdaki her şey arasında pus meydana gelirdi.

 

Işığın yapısı dalga mıdır, yoksa tanecikli midir?

Cevabı oldukça şaşırtıcıdır. Her ikisi de doğrudur. Işık hem tanecikli, hem de dalga yapısındadır. Öncelikle ışığın dalga boyu ile ilgili bir tanımlama yapmamız gerekiyor. Dalga boyu, bir dalga örüntüsünün tekrarlanan birimleri arasındaki mesafedir. Işığın dalga boyu bilim adamlarınca senelerce araştırılmıştır. Bir hayli ilginç sonuçlar elde etmişlerdir. Bazı dalga boyları 1 milimetrenin trilyonda birinden daha küçük iken (Gama dalga boyları gibi), bazılarının boyları kilometrelerce mesafededir (Radyo dalgaları gibi).

Radyo dalgaları ile gama dalga boyları arasındaki hesaplanan değer ise bir hayli büyüktür. Milyar kere milyar kere milyondan daha büyük bir sayı olan 1025’tir. Bu ifadenin daha net anlaşılması için bir örnek verirsek, 1025 tane defter sayfasını üst üste koyabilsek, görülebilir kâinatın yarısına kadar ulaşmış oluruz. Bu kadar büyük bir sayıdan, dünyada bizim görülebilir alanımız ise, o üst üste gökyüzüne sıralanmış yapraklardan sadece bir tanesidir.

Bu olay karşısında Ian M. Campell, Enerji ve Atmosfer adlı kitabının ilk iki sayfasında şunları söylemiştir: “Güneşten yayılan ışınların, Dünya üzerindeki yaşamı desteklemek için gereken çok dar aralığa sıkıştırılmış olması gerçekten çok olağanüstü bir durumdur.”

Işığın dalga boyu ile ilgili bu gerçeğe hayret eden bazı bilim insanları, bu hesapları takdir eden Allah’ın sonsuz ilmini, tercihini ve yaratma kudretini nasıl da göremiyorlar. Akıllı olan insanların, yeryüzünde yaratılan her şeyin en hassas dengede olduğunu görüp, ilmiyle ve kudretiyle bu dengeyi kuran ve devam ettiren Alîm, Hakîm, Kadîr olan Allah’ın yüceliğini de anlamaları gerekmez mi!?

Bir de ışığın dalga olmadığına inanan bir grup bilim adamı var. Bunların en meşhuru Isaac Newton’dur. Işığın parçacıklardan oluştuğu fikrini ilk kez ortaya koyan kişidir. Sonraları Max Planck’ta bazı deneylerinde ışığın tanecikmiş gibi davrandığını fark etmiştir. Deneylerde ışık, sanki devamlı dalgalar değil de, enerji paketçikleri gibi geliyordu. Einstein ve Planck bu enerji paketlerini ışık kuantumu veya foton olarak adlandırdılar. Fotonlar sanki birer parçacıklarmış gibi davranıyordu. Rölativite teorisine göre, bir parçacığın ışık hızında gidebilmesi için kütlesinin sıfıra eşit olması gerekiyordu! Demek ki ışığın enerjisi sadece kinetik enerjiydi; kütlesinden kaynaklanan hiçbir enerjisi yoktu. Yüzyılın bilim adamı Einstein ışığın enerjisini kimden aldığını bir türlü söyleyememiştir. Madem kütlesinden kaynaklanan bir enerji yoktu, kinetik enerjisinin başlangıcını kim yaptırıyordu? Her şeyin evvelini ve âhirini bilen ve yaratan Allah dese en doğru cevabı da vermiş olacaktı ve soru olacaktı: Allah bunu nasıl yapıyor?

Burada bazı bilim adamlarının bir türlü işin içinden çıkamamalarının sebebi, ortadaki açık delillere rağmen, bu olağanüstü sistemleri ve dengeleri, üstün bir Yaratıcının var ettiği gerçeğini kabul edememeleridir. Aradıkları sorunun cevabı, her şeyin Yaratıcısı’nın Allah olduğu ve her şeyin O’nun yalnızca “OL” demesiyle var olduğu gerçeğinde yatmaktadır. Kur’an ayeti hakikati en açık şekilde bildirir:
“Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) Yaratan’dır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca ‘OL’ der, o da hemen oluverir.”

Bunu kabul etseler, belki de Allah, bu olayın ne şekilde olduğunun bulunmasını da kolaylaştıracak…