TR EN

Dil Seçin

Ara

Bediüzzaman ve Modern Eğitim Değerleri – 2

Kur’an’ın ruhuyla yoğrulmuş bir müfessirimiz olan Bediüzzaman Hazretlerinin eserleri ve uygulamalarında günümüz eğitimi açısından alınacak çok önemli dersler vardır. Acaba eğitim gibi çok önemli bir konuda ne kadar doğru adımlar atılıyor? Ekim sayımızda ilk bölümünü yayınladığımız yazının ikinci bölümünü takdirlerinize sunuyoruz.

 

Önce düşünmeyi öğrenme: Tefekkür yolu

Mevcut eğitimin çıkmazını özetlersek; “düşünmeyi” ve “bilginin kullanılmasını” öğrenme yerine, sınavları amaç haline getirmesidir. Hâlbuki eğitim, bir nitelik ve kalite gelişmesi, insanların seviye kazanması, teknolojinin sağladığı imkânlarla öğrencinin kendi yetenekleri doğrultusunda fikrî gücünü kullanarak bilgiyi üretmesi olayıdır. Hatırlatmak isteriz ki, düşünmek ise, var olan bilgilerden, kendinde olmayanı üretme yeteneğinin kazanılması demektir.

Risale-i Nur müellifi, Nur Yolunun dört temel esas üzerine bina edildiğini ifade eder. Bu esaslardan birisi “tefekkür”dür. Bediüzzaman’ın dediği gibi, herşeye karşı cahil olarak yaratılan insanların asli vazifesi “taallümle tekemmül”dür. Çekirdek nasıl su, hava ve toprakla gelişip neşvünema buluyorsa, insana ait yeteneklerin gelişmesi ve olgunlaşması da ilim ve öğrenme yoluyla olmaktadır.

Bediüzzaman’a göre, kâinat, okunmak için insanların önüne açılmış, devasa, iç içe sayısız kitaplardan ibaret büyük bir kitaptır; Allah’ın her iki kitabı (Kur’an-ı Kerim ve kâinat) okunup anlaşılması için insanın önüne konulmuştur. Bilimler, kâinat kitabının okunmasıdır. İslam’ın ilk emri, “oku”dur. Okumayı öğrenebilmek ise, ancak düşünme yeterliliğine kavuşmakla mümkündür. Risale-i Nur eserleri okurlarına kendisini, hakikatleri anlama, sorgulama ve müzakere ortamı sağlaması ile zihni inkişaf ettirmekte ve bilgi üretmeyi öğretmektedir.

Ülkemiz üzerinde oynanan karanlık oyunlardan birisi de, lisanımızı kısırlaştırarak, inanç ve değerlerimizi yozlaştırmaktır. Bir kısım uzmanların yaptığı istatistik çalışmalarına göre Risale-i Nur’da yaklaşık 125.000 adet kelime, kavram, deyim ve tamlama mevcuttur. Bilindiği gibi düşünme mimarisinin yapıtaşları kelimelerdir. Düşünme için altyapı ise, anadilin iyi kullanılmasıdır. Öğrenme sığ malûmatla, sınırlı sayıdaki terim ve kelime ile yürütülecek bir etkinlik olmadığından, önce zengin kelime ve kavramlarla zihnî alt yapının oluşturulması gerekir. İnsanların düşünce vüsatı, kavradığı kelime sayısı kadardır. İnsanımızın üretkenlikten bu kadar uzak olmasının önemli bir nedeni de dilde yaşadığımız kısırlıktır.

 

Karakter eğitimi

İnsanın işlerine, akıldan çok insanın iç âlemi dediğimiz manevi dünyası etki yapmaktadır. İnsan ve insanlık için en büyük sermaye ve gücün, talim ve terbiye ile gelişen ahlâk ve fazilet değerleri olduğu halde, bunun medenî dediğimiz Batı dünyasında unutulmasının faturası ağır olmaktadır. İnsanların huzuru ile birlikte mutluluğu da kaybolmuş vaziyettedir. Bediüzzaman, kalbin akla ışık verdiği üzerinde durur. Dolayısıyla, kalbi inkişaf etmemiş sadece entelektüel zekâsı gelişmiş insanlar, mutlu olamadığı gibi çevresine de çoğu zaman zararlı olmaktadır.

Akılla beraber kalp ve sair duyguların geliştirilmesi ile insan huzura kavuşmakta ve bunun, beyin faaliyetlerini artırdığı bilimsel çalışmalarla da anlaşılmaktadır. İnsanın manevi gelişimi ve inancının artması ile endişeler, vesveseler, yerini üretkenliğe vermektedir. Bunun için başarıda salt akıl yetmiyor. Maddî ve manevî iki kanatlı bir eğitim sistemi ile şahsiyet dengeye kavuşmakta ve kabiliyetler gelişmektedir. Onun içindir ki Bediüzzaman, “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla (birleşmesiyle) hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri (ayrıldıkları) vakit; birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.” (Münazarat) diyerek bu hakikati teyit eder.

 

Hakikat ya da taassup, hile ve şüphe

Burada bir yanlış anlamadan söz etmeden geçemeyeceğim. Bediüzzaman, herkesin tekrar ettiği fen bilimleri ile dinî ilimler beraber okutulsun demiyordu. İkisi mezcedilsin, birlikte verilsin diyordu. Risale-i Nur eserleri aslında bir bakıma kâinat kitabının okunması ve tercümesidir. Risale okurları aynı zamanda temel manada fenlerden (fizik, kimya, biyoloji, astronomi vd.) öğrenmiş olmaktadır.

Bediüzzaman sürekli, “Fünun-ı cedideyi, ulûm-ı medaris ile mezc ve derc” etmekten söz etti. Bunu yapabilmek için öncelikle kâinatı doğru bir şekilde anlamak gerekiyordu. Bediüzzaman, Allah’ın (cc) kâinat üzerindeki tasarruf şeklini doğru bir bakış açısı ile çözmüş, orijinal bir varlık felsefesi ortaya koymuştu. Maddî âlemi, esma ve sıfatın bir tecellisi sayan–kendi tefekkür silsilesi içinde bunu ispat eden–bir bakış açısı ile, bilgiler yeniden yazılmalı ve anlatılmalıydı. Varlık âleminin bütünüyle tâbi olduğu büyük nizamdan, ta en küçük bir zerrenin tâbi olduğu en basit kurallara kadar her şey Allah’ın ilim, irade, kudret ve hikmetinin bir tefsiridir ve 99 esmadan birisi ya da birkaçının tecellisidir. Öyleyse bilimde faili meçhul bir cümle de kurulamaz.

Meselâ: Hakikat-ı mevcudattan bahseden Hikmet-ül Eşya, Cenâb-ı Hakk’ın (celle celalühü) “İsm-i Hakîm”inin tecelliyat-ı kübrasını müdebbirane, mürebbiyane; eşyada, menfaatlarında ve maslahatlarında görmekle ve o isme yetişmekle ve ona dayanmakla şu hikmet olabilir. Yoksa, ya hurafâta inkılap eder ve malâyaniyat olur veya felsefe-i tabiiye misillü dalalete yol açar.”

 

Bilim ve din

Bediüzzaman’da, din ile bilim arasında varsayılan problemlerin köklü olarak çözüme kavuştuğu görülmektedir. Risale-i Nur literatüründe, bilgi toplumunun epistemolojik temelleri ile uğraştığı görülecektir. Bizim bundan sonra yapacağımız onun yazdıklarını deşifre edebilmemizdir. Bediüzzaman İslamî paradigmanın oluşturulmasında ve bu çerçevenin sosyal bilimlere yansımasında bugün göz nuru döken nice Müslüman bilim adamının araştırdığı veya takıldığı noktaları görmüş ve çözümlerini Risale-i Nur’da sergilemiştir.

Bu konuya elbette işin ehli bilim adamları el atmış ve bunlar henüz ders kitaplarına yansımasa da alternatif eğitim kaynakları olarak birçok eserler yazılmıştır. Temennimiz, bilimsel bir disiplin içinde kâinatı esma tecellisi sayan bir bakış açısı ile kâinat üzerindeki ilahî tasarrufu göstererek fen bilimlerinin yeniden yazılmasıdır.

 

Öğrenme stili ve profili: Önce öğrenmeyi öğren! Kendini bil, kendini tanı!

Bediüzzaman’ın öğrencilik yıllarında geçen bir hadise Tarihçe-i Hayat kitabında şu şekilde yer almaktadır:

“Bediüzzaman, kocaman klasik ders kitaplarını baştan sona değil, her kitaptan bir veya iki ders, nihayet on ders alıyor gerisini bırakıyordu. Bu durum hocası Şeyh Mehmed Celâlî Hazretlerinin dikkatini çeker ve sorar. Küçük Said’in cevabı şöyledir:

“Bu kadar kitabı okuyup anlamaya muktedir değilim. Ancak, bu kitaplar bir mücevherat kutusudur, anahtarı sizdedir. Yalnız sizden şu kutuların içinde ne bulunduğunu göstermenizin istirhamındayım, yani bu kitapların neden bahsettiklerini anlayayım da, bilâhare tab’ıma muvafık (karakterime uygun) olanlara çalışırım.” demiştir.

Maksadı ise, esasen kendisinde fıtraten mevcut bulunan icad ve teceddüt fikrini medrese usullerinde göstermek ve bir teceddüt vücuda getirmek ve bir sürü hâşiye ve şerhlerle vakit zâyi etmemekti. Bu suretle, alelusûl yirmi sene tahsili lâzım gelen ulûm ve fünunun zübde ve hülâsasını üç ayda tahsil ve ikmal etmiştir.” (Tarihçe-i Hayat, 33)

Burada iki nokta üzerinde durmak isteriz. Birincisi, Bediüzzaman, kitabı baştan sona mütalaayı zaman tüketici ve fıtrata aykırı bir davranış olarak görmektedir. Hocanın vazifesinin kitabı baştan sona aktarmak olmadığını da düşünmektedir. Birer hazine niteliğinde olan derslerin ve onun konularının anahtarının, eğitici konumunda bulunan hoca ve öğretmenlerin elinde olduğunu vurgulamaktadır.

Dikkat edersek, eğitim dünyamızda eğitici konumunda bulunanların temel yanılgısı, eğitimi bilgiyi aktarmak olarak telakki etmeleri ve sonra da aktardıklarını öğrenciden sınav adı altında geri istemeleridir. Bediüzzaman ise, öğretmenin vazifesinin bilgiyi aktarmak olmadığına dikkat çekmekte; öğrenmenin ve bilgiye ulaşmanın yollarını öğretmesini istemektedir. Kitaptaki bilgiyi aktarmak yerine püf noktaları, anahtar bilgileri sunmanın önemine vurgu yapmaktadır.

Bediüzzaman, “Fakat bazı zaman olur ki, bir anahtar bir hazineden ziyade ehemmiyetli olur. Çünkü hazine kapalıdır; fakat bir anahtar, çok hazineleri açabilir.” sözü ile “öğrenmeyi öğrenme” dediğimiz öğrenmenin yollarını öğrenmenin daha önemli olduğuna dikkat çeker.

Bilindiği gibi her insanın öğrenmesi farklıdır; merak, eğilim ve istidatlar insandan insana değişir. Eğitimde en başta yapılması gereken, öğrencilerin öğrenme profillerine, meyil ve yeteneklerine göre gruplandırmadır. Daha sonra da onların tabiatlarına göre eğitim verilmesidir. Herkese aynı tip eğitimi uygulamak, eğitimi verimsiz kılan unsurların başında gelmektedir. Bunun için Bediüzzaman hocasına “Bilâhare tab’ıma muvafık olanlara çalışırım.” diyerek, öğrenciye kaynak ve konuları seçme imkânı verilmesini istemektedir.

 

Derslerin Yeni Anlamı

Bediüzzaman gözlenen melekesizlik, atalet ve şevksizliği, karşılıklı soru-cevap metodunun terk edilişine, yani aktif ders ve öğrenme metotlarının terk edilişine bağlar.

İnsan, yaratılış olarak öğrenmeye meraklı bir şekilde, bir öğrenme programı ve donanımı ile yaratılmaktadır. Beyin ve öğrenme gerçeklerini yani fıtrattaki eğitimi dikkate alan doğru eğitim modellerinden birisi “senaryo temelli-proje destekli eğitim”dir. Dersler “temsiller” halinde sunulunca, yani anlamlı senaryolarla birleştirildiğinde dersler sınıfların arasına “hapsolmaktan” kurtularak “gerçek hayatla” birleşir, yaparak ve yaşayarak öğrenme gerçekleşir. Kurulan senaryonun çevresi ne kadar gerçek hayata ilişkin sahnelerle doldurulursa öğrencilere o kadar sevimli gelecektir. Çünkü insanlar bilmediklerini temsiller ve kıyaslamalar yoluyla öğrenebilmektedir.

Risale-i Nur, eğitime “temsil” yolunu getirmiştir. Temsil, günümüzdeki adıyla drama-senaryoya tekabül etmekte olup, birçok çeşidi bulunmaktadır. Temsil yolu, bir dürbün veya teleskop gibi, anlaşılması güç konuları akla yaklaştırmakta; mikroskop gibi de görünmeyen ince meseleleri görünür ve anlaşılır hale getirilmektedir.

Bediüzzaman bunu şu şekilde açıklamaktadır: “Felillâhilhamd sırr-ı temsil dûrbîniyle, en uzak hakikatler gayet yakın gösterildi. Hem sırr-ı temsil cihet-ül vahdetiyle, en dağınık meseleler toplattırıldı. Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaike kolaylıkla yetiştirildi. Hem sırr-ı temsil penceresiyle; hakaik-i gaybiyeye, esasat-ı İslâmiyeye şuhuda yakın bir yakîn-i imaniye hâsıl oldu.” (Mektubat)

 

Öğretmenin Yeni Adı: Ders Arkadaşı

Yeni eğitim tarzında öğretmen ya da eğitimcinin rol ve fonksiyonu da farklıdır. Öğretmenin yeni adı “öğrenme ortağı ve işbirlikçisidir.” Öğretmen, öğrencilerle birlikte araştırır, öğrenir, öğretmenin vazifesi gerçeklere ulaşmada rehberlik ve yol göstermedir. Öğrenmenin ve araştırmanın yollarını açar.

Bediüzzaman, bu anlayışın yerleşmesine çalıştığı, her vesile ile eserlerinde ve davranışlarında görülmektedir. “Ben de sizin ders arkadaşınızım.” mealinde sık sık karşılaşılan ibareler bu anlayışın bir meyvesidir.

Anlattığı bir meseleyi öğrenciye hazmettiremeyen ve öğrenilmesi gereken konuyu öğrencinin anlayışına ve seviyesine indiremeyen bir eğitimcinin başarılı olması mümkün değildir. Çiğ otları sindirip yavrusuna berrak süt takdim eden koyun misali, öğretici konumda bulunanlar ham bilgileri sindirerek bilimsel düşünce haline getirebilmelidir. Bediüzzaman, “Âlim-i mürşid koyun olmalı, kuş olmamalı.” ve “Hazmedilmeyen ilim telkin edilmemeli.” diyerek bu gerçeği vecizeleştirmiştir.

Sonuç olarak, Kendi dinamiklerimizi ve değerlerimizi gözardı edip, kendimizi ithal çözümlere mahkûm görüşümüz, kendimize olan güvenimizin sarsılmasına yol açmaktadır. Ülkemizde eğitim sisteminin bekleneni vermemesi sebebiyle sürekli arayışlar ve uygulamalar gündemde oldu. Çözüm için sürekli “Batılı” ve “taklit” düzeyinde projeler uygulanageldi. Referanslar Pastolazzi, Jan Jack Rousseau, Jean Piaget, Dr. Maria Matesori gibi Batılı aydınlar oldu. Kendi kaynaklarımız bir kenarda tutuldu veya onlardan ancak “aksesuar” düzeyinde istifade edildi.

Bediüzzaman, çağımızı doğru okuyarak geçmişin rehberliğinde geleceği dokumuş ve manevî problemlere olduğu kadar eğitim problemlerine de Kur’an’ın ışığında doğru çözümler sunmuştur. Kendi değerlerimizi yeniden keşfetmeli ve modern değerler ışığında ele almalıdır. Eğitimle ilgili varsayım ve paradigmalarımızı sorgulamaya vakit geçirmeden başlamalıyız.