Bir aileyi idare etmek,
bir devleti idare etmekten hiç de kolay değildir.
— Montaigne
Şu iki alan, genelde birbirine karıştırılır: “İlgi alanı” ve “etki alanı.”
İnsan, nice meselelere ilgi duyabilir. Ama bunların pek çoğunda etki sahibi değildir.
Pek çok insan “Ben bir başbakan olsam var ya.. “ diye söze başlar ve teorik olarak ülkedeki ekonomik krizi, sosyal çalkantıları ve her türlü problemleri bir çırpıda halleder. Halbuki henüz kendi ekonomik krizini çözememiş, evinde mutluluğu sağlayamamış ve kendi problemlerini halledememiştir. Üstelik girdiği muhtarlık seçimini de kaybetmiştir.
Bu durumda olan bir insanın her şeyden önce kendi “aile devletini” kurması gerekir. Yoksa bütün yaptığı “abesle iştigal”den başka bir şey olmayacaktır. Aile devletini iyi yönetenlerden biri günün birinde başbakan olursa, iyi bir tecrübeyle ülke yönetimine gelmiş olur.
“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın! Siz hidayette olduktan sonra, başkasının dalaleti size zarar vermez.” (Maide, 105) ayeti, işe fertten başlama noktasında bize ışık tutar. Zira, kendini düzeltmeyen, başkasını düzeltemez.
Hz. Peygamber şöyle der:
“Sizden biri bir kötülük gördüğünde, gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin. Yapamazsa diliyle düzeltsin. Onu da yapamazsa, hiç olmazsa kalbiyle buğz etsin. Fakat bu, imanın en zayıf mertebesidir.” (Tirmizi. Fiten, 11)
Bu hadisin yorumunda “Elden murat devlettir, dilden murat alimlerdir, kalpten murat avam tabakasıdır.” denilir.
Şüphesiz böyle bir yorum güzel bir bakış açısıdır. Bununla beraber, toplumda görülen kötülükler karşısında, her insanın el olduğu yerler vardır, dil olduğu yerler vardır, sadece kalben buğz etmekle yetinebildiği yerler vardır.
Mesela, TV yayınlarının kontrolünde devlet eldir. Programları tenkit eden vaizler, yazarlar birer dildir. Fakat el durumunda olanlar, sadece dil mertebesinde kalıyorlarsa, vazifelerini yapmıyorlar demektir. Konuşması lazım gelenler, sadece kalben buğz etmekle yetiniyorlarsa, imanın en zayıf mertebesindedirler anlamındadır.
Konumuz olan aile açısından üstteki hadisi değerlendirdiğimizde, anne babanın aile devletinde hem el, hem de dil olduklarını görürüz. Ailede problemler yaşayan biri “Devlet gelsin, benim problemlerimi halletsin.” diyorsa acınacak bir zavallı olduğunu ilan ediyor demektir.
Araba kullanacak kimselerden ehliyet istendiği gibi, Japonya’da evlenecek kimselerden evlilik sertifikası istenmektedir. Taraflar bu belgeyi alabilmek için 15-20 maddeden başarılı olmak zorundalar. Ülkemizde de aile kalitesinin artması için benzeri bir uygulama başlatılabilir.
AİLE YAPISI
İnsan, aile hayatı yaşayacak bir tabiatta yaratılmıştır. İlk insan olarak Hz. Adem’i yaratan yüce Allah, ona eş olarak Hz. Havva’yı vermiştir.
Bugün yeryüzündeki bütün insanlar bu iki insanın aile hayatının meyveleridir.
Mıknatısın artı ve eksi kutuplarının birbirini çekmesi gibi, erkek ve kadın arasında benzer bir çekim vardır. Bu çekimin neticesi olarak, taraflar nikah akdiyle aile hayatını kurarlar, bir araya gelirler.
Aile;
Toplumun çekirdeği,
Merkezi,
Zembereği,
Tuğlasıdır.
Aile hayatı iyi değerlendirildiğinde, her iki taraf için “küçük bir cennettir.”
Şu ayetler, aile hayatının önemli konumunu bize ders verir:
“Allah, evlerinizi sizin için bir sükunet yeri kıldı.” (Nahl, 80)
“Allah’ın ayetlerinden biri de, kendileriyle sükunet bulmanız için kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet meydana getirmesidir.” (Rum, 21)
Öyleyse evlerimiz gerçek anlamda birer “huzur evi” ve eşlerimiz de huzur bulmamız için en önemli birer vesile olabilirler.
KADIN VE ERKEĞİN BİRBİRİNİ TAMAMLAMASI
Tevrat’ta, Havva’nın Hz. Adem ‘in kaburga kemiğinden yaratıldığı anlatılır. Şöyle ki:
“Rab Tanrı Adem’e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, Rab Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Adem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem’e getirdi. Adem, “İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir.” dedi. “Ona ‘Kadın’ denilecek, çünkü o adamdan alındı.” “Bu nedenle adam anasını babasını bırakıp karısına bağlanacak ve ikisi tek beden olacak.” (Tekvin, 2/18-24)
Tevrat’ın bu anlatımının sembolik olduğunu söyleyebiliriz. Yani, kadın ve erkek adeta birbirindendir ve birbirini tamamlamaktadır. Kur’an’ın şu ayetini de bu manada anlayabiliriz:
“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten korkup sakının. O ki sizi tek bir nefisten yarattı, ondan da eşini yarattı ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yaydı.” (Nisa Suresi, 1)
Kadın ve erkek, hem fizyolojik, hem de psikolojik olarak birbirinden farklıdırlar. Ancak bu farklılık kilit ve anahtarın birbirini tamamlaması türünden bir farklılıktır. Söz gelimi, kadın daha duygusaldır. Erkekte ise müdebbiriyet daha ön plandadır. Bunun sonucu olarak, kadın çocuklarla daha iyi ilgilenir, erkek de evin geçimini sağlar, dış işlerini takip eder.
Uyumlu bir evlilik, tarafların güçlenmesini netice verir. Bu ise, muhteşem bir sinerji olayıdır. Sinerji, iki tane bir rakamının alt alta değil, yan yana gelmesine benzer. Bilindiği üzere iki tane bir alt alta yazılınca iki kıymetinde iken, yan yana gelince on bir değerine yükselir.
BABALAR NİÇİN KAHVEHANEYE GİDER?
Elli yaşlarında öğretmen bir zat yaşından çok daha genç gösteriyordu. “Bu gençliği neye borçlu olduğunu sordum. Dedi ki: “Elhamdülillah mutlu bir aile hayatım var. Eşimi ve çocuklarımı çok seviyorum. Okulda derslerim biter bitmez soluğu evde alıyorum.”
Bu zatın bu pek yerinde tespiti, akla ister istemez şu soruyu getiriyor: “Acaba bazı babalar işleri bitince niye evlerine değil de kahvehaneye gidiyor? Acaba evlerinde bulamadıkları sevgi ve huzuru oralarda mı buluyorlar veya bulacaklarını sanıyorlar?”
Bu soru, gerçekten üzerinde hassasiyetle durulması gereken önemli bir problemimize parmak basmaktadır. Suç tek taraflı düşünülmemeli, taraflara paylaştırılmalıdır. Hem erkek hem de kadın kendilerini sorgularlarsa problemi çözmek daha kolay olur. “Hırsızın hiç mi suçu yok?” esprisindeki incelik unutulmamalıdır.
BOŞANMA FACİASI
Peygamber Efendimiz boşanmayı “Allah’ın en sevmediği helal” olarak niteler. Aile hayatınız çekilmez hale gelmişse boşanma da haktır. Ama asıl hüner o noktaya getirmeden aile hayatını uyumlu bir şekilde devam ettirmektir.
Yeni evli bir çift boşanmak için mahkemeye müracaat etmişler. Hakim boşanma gerekçelerini sorunca “Diş macununu sıkmada anlaşamıyoruz, birimiz arka kısmından sıkıyor, diğeri ortadan.. Bu da problem meydana getiriyor.” demişler. Hakim onların gerekçelerini tebessümle dinleyip “Bunun çaresi var, demiş. İki ayrı macun kullanırsınız, isteyen istediği yerden sıkar, hiç de problem olmaz.”
Aslında çoğu aile, bu türden problemleri gözünde büyütüp ciddi manada boşanmayı hatırından geçirmekte... Hâlbuki bunlar aşılamayacak problemler değil. “Deryaları aşıp bir kaşık suda boğulmak” hiç de hoş değil. Evlenen çiftler bir ömür boyu, hatta ebediyen beraber olmak üzere nikah akdi yaparlar. İslam inancına göre, insanlar cenneti kazandıklarında aile hayatları burada ebedi olarak devam edecektir. Üstelik her birinin noksan yönleri ortadan kalkmış olarak...
TEMİZ NESİLLER
Hz. Zekeriya, kendisi yaşlı ve hanımı kısır olduğu halde, Cenab-ı Hak’tan çocuk talebinde bulunur. Bunu isterken de, “Ya Rabbi, bana temiz bir nesil nasip et.” diye yalvarır. (Al-i İmran, 38)
Yani, Hz. Zekeriya “nasıl olursa olsun, yeter ki bir çocuk olsun” dememekte, “temiz bir nesil” kaydıyla çocuk istemektedir.
On bir yıl çocuğu olmayan bir bayan Allah’a şöyle dua etmiş:
“Allah’ım, ölü de olsa bir çocuk ver.” Bu duadan sonra üç çocuğu olmuş, ancak hepsi ölü doğmuş. Ardından “Allah’ım, hayırsız da olsa canlı bir çocuk ver!” diye yalvarmış. Bir çocuğu olmuş ama pek hayrını görmemiş, çocuk annesine çok çektirmiş. Sonraki dünyaya gelen çocuğu için böyle şeyler demediğinden, o çocuğundan memnun kalmış.
Kur’an-ı Kerim, bazı seçkin insanları belli başlı özellikleriyle anlatırken, onların şu örnek dualarına da yer verir:
“Ve onlar şöyle derler: “Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözümüzü aydın kılacak çocuklar armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl.” (Furkan, 74)
Hayırsız olmasından ise, hiç çocuk sahibi olmamak daha iyidir. Hayırlı evlat ise, bir aile için en büyük servettir. Böyle çocuklar anne-babanın medar-ı iftiharı olur, onların göğüslerini kabartır.
Tanıdığım değerli bir zat şöyle dua ederdi:
“Allah’ım, bizi kafir babası yapma. Allah’ım, neslimizden İslam düşmanı getirme.”