TR EN

Dil Seçin

Ara

Müslümanların Maruz Kaldığı Problemlerin Çözüm Yolu: İslam Birliği

Müslümanların Maruz Kaldığı Problemlerin Çözüm Yolu: İslam Birliği

Allah (cc) buyuruyor:

“Mü’minler ancak kardeştirler.” 

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. 

Parçalanıp bölünmeyin.” 

 

İslam Birliği ideali için yaşayan Büyük Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, bir şiirinde şöyle der:

“Milletimde ihtilaf u tefrika endişesi,

Kuşe-i kabrimde dahi bîkarar eyler beni.

İttihatken savlet-i a’dayı def’a çaremiz.

İttihat etmezse millet dağdar eyler beni.”1

Yani, ayrılık ve bölünme endişesi, yattığım kabrimde bile beni rahatsız eder. Düşmanların saldırılarına karşı çaremiz, bir ve beraber olmak iken, eğer millet birleşmezse beni perişan eder.

Fuzuli, aşağıdaki şiirinde âdeta günümüz Müslümanlarının halini tasvir etmektedir:

“Dost bî-pervâ, felek bî-rahm, devrân bî-sükûn,

 Derd çok, hemderd yok, düşman kavî, tâli’ zebûn.” 

Yani, “Dost umursamaz, felek acımasız, devran sükûnetsiz. Dert çok, dert ortağı yok, düşman güçlü, talih ise âciz.”

Müslümanların derdi, hepimizin derdidir. Şahsi dertlerimizin yanında toplumsal ve tarihsel dertlerimiz vardır ve olmalıdır. 

Bu ülkenin derdiyle dertlenenlerden biri Namık Kemal’dir. Bir şiirinde şöyle der:

“Bais-i şekva bize hüzn-ü umumidir, Kemal,

Kendi derdi gönlümün billah gelmez yâdına.”2

Yani, “bizi halimizden şikâyete sevkeden, herkesi üzen durumlardır. Yoksa vallahi kendi derdim hatırıma bile gelmez.”

Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy ise bizlere şu çağrıyı yapar:

“Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım.

Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım.”3

Topyekûn bir uyanış bizi kendimize getirecek, tarih sahnesinde yeniden özne olarak yerimizi almamızı sağlayacaktır.

Yusuf Kaplan, ümmet şuuruna yükselebilmenin çaresini “ümmîleşme”de görür, “önce zihinsel hicret” yapılmasını hatırlatıp “ümmîleşmeden, ümmetleşilemez”4 der. Burada ümmilik, anadan doğduğu haliyle safi kalmayı ifade eder. İnsanımız Batı formatlarına göre eğitim almış, Batı filmleriyle şekillenmiştir. Her şeyden önce kendisine giydirilen zihinsel formattan sıyrılmalı, tabir yerindeyse “fabrika ayarlarına” dönebilmelidir. Bunu yapabildiğinde ümmet şuuruna ulaşacak, “ben”den “biz”e geçiş yapabilecektir.

Osmanlının son zamanında koca devleti çöküşten kurtarmak için farklı formüller gündemdeydi. Kimi “adem-i merkeziyet” diyor, farkına varmadan devleti parça parça edecek fikirler söylüyor, kimi “pan-türkizm” adıyla Türkleri bir araya getirmeye çalışıyor, kimi de “pan-islamizm” veya diğer adıyla ittihad-ı İslâm diyerek bütün Müslümanları birleştirmeye gayret gösteriyordu. 

Dönemin ateist önderlerinden Abdullah Cevdet, ittihad-ı İslâmı “bir hayal-i ham” yani ham bir hayal olarak değerlendirir.5 Büyük âlimlerden Said Nursi ise, “Bu zamanın en büyük farz vazifesi, ittihad-ı İslâm’dır” der.6 

İttihad-ı İslam, “İslam Birliği” demektir. Şüphesiz bu birlik, bütün İslam ülkelerinin tek bayrak altında toplanması demek olmayıp siyasi, askeri, ekonomik, kültürel... işbirliği anlamındadır. 

İslam Birliği, İslam Dünyasının maruz kaldığı problemlerin çözüm yolu olacaktır.7

Günümüzde, “Araplar I. Dünya Savaşında bize hıyanet etti, İngilizlerle bir oldular, bizi arkadan vurdular” gerekçesiyle, bir kısım insanımızda “Arap düşmanlığı” fikri olabilmekte, Araplar da İngilizlerin “Osmanlı sizi 400 yıl sömürdü, geri bıraktı” desiseleriyle “Türk düşmanlığı” yapabilmektedir. Hâlbuki Osmanlı oraları idare ettiği zamanda petrol bilinmiyordu ve sömürülecek başka şeyleri de yoktu.

İttihad-ı İslam, İslam toplumlarının bütünlüğüne karşı duyulan bir kaygının ifadesi olarak gelişmektedir. İslam toplumlarını parçalamaya, tefrikaya ve çözmeye yönelen akımlar ve siyasetler karşısında ortaya çıkmaktadır.8

II. Dünya savaşında Almanya ve İtalya birleşip, Hollanda, Belçika, İngiltere ve Fransa’ya büyük zarar verdikleri halde, bugün hepsi aynı Avrupa Birliği çatısı altında bir araya gelmişlerdir. Onlar, ciddi problemlere rağmen kendi aralarında birleşirlerken, İslam Dünyasının bölük pörçük olması elbette kabul edilebilir bir durum değildir. İslam Dünyası kendi aralarındaki “sinek ısırması” türünden problemleri bırakıp, onları yutmak isteyen yılanlarla uğraşmalıdır.

Günümüzün süper güçlerine baktığımızda, bu ülkelerin nüfus itibariyle de önde olduklarını görürüz. “Rusya (Ortodoks), Çin (Doğu Asya dinleri), Hindistan (Hindu), ABD (Protestan) ve hatta Brezilya (Katolik); Müslüman ülkeler arasında, bu ülkeler ayarında bir büyük devlet yok. Belki de dünyanın diğer tüm medeniyetlerinin aksine, Müslüman ülkelerin arasında en büyük, en zengin ve en kalkınmış olanları bile (Pakistan, Endonezya, İran, Türkiye, Mısır, vd) bir büyük devlet (great power) olmaktan çok uzak.”9

İslam Birliğinin en büyük alt yapısı “ümmet şuuru”dur. Ümmet şuuru, “ben”i aşıp “biz”e geçişin adıdır. Kabilecilik, aşiretçilik, ırkçılık gibi fikirlerden sıyrılıp “büyük düşünmenin” bir merhalesidir.

İslam Ümmeti, Mehmet Aydın’ın ifadesiyle “Onlarca ırktan teşekkül etmiş global bir topluluktur.”10

Eskide pek çok İslam milletlerini bünyesinde barındıran Abbasi, Selçuklu, Osmanlı bunu sağlamaktaydı. Günümüzde bunu İslam Birliği ile telafi etmek mümkündür. Önümüzde Avrupa Birliği güzel bir model olarak durmaktadır. Birliği meydana getiren irili ufaklı ülkeler kendi sınırları içinde müstakil devletlere sahip olmakla beraber, üst çatıda ve uluslararası siyasette bir ve beraberdirler. Bir benzerini İslam Âlemi olarak gerçekleştirmek mümkündür. 2018 yılı itibariyle bir buçuk milyar nüfusa sahip olan Müslümanlar böyle bir birliktelik ile kendilerine gelecek ve küresel güçlerin oyuncağı olmaktan kurtulup küresel oyun kurucu olacaklardır.

İslam Birliğinin temelleri olarak başlıca şu unsurlara bakabiliriz:

-İslam Dini, müntesiplerini “Mü’minler ancak kardeştirler.”11 ayeti hükmünce “kardeş” olarak ilan eder. Bu kardeşlik, aynı anne-babadan gelen nesebî kardeşlikten daha kuvvetlidir.

Cemil Meriç, İslam’ın bu yönünü şöyle ifade eder: “Bu ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslamiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı... inananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek. Türk’ü, Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya, yani irşada.”12

2002’de Rotterdam İslam Üniversitesindeki görevim esnasında Fas’lı bir öğrencimin ders sonrası Türkiye ile alakalı ayrıntılı sorular sorması dikkatimi çekmişti. “Türkiyede olup bitenleri takip ediyor musun?” diye sordum. Şöyle cevap verdi: “Biz Türkiyeyi rol model olarak görüyoruz. Bundan dolayı bir kulağımız Fas’ta iken diğer kulağımız Ankara’da oluyor. İnanıyoruz ki, Türkiye ayağa kalktığında İslam Dünyası ayağa kalkacaktır.”

- Allah, Müslümanları bir ve beraber olmaya çağırır. Mesela şöyle buyurur: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.”13

- İslam Dini, müntesiplerini günde beş defa vakit namazlarında, daha kalabalık olarak haftada bir defa Cuma namazında, yılda iki defa da Bayram namazlarında camide bir araya getirir. Bu, Müslümanların birbirlerini görmelerini, tanımalarını, aralarında yardımlaşmalarını sağlar.

- Daha büyük bir topluluk ise hac ibadetinde gerçekleşir. Dünyanın her tarafından gelen Müslümanlar renkleri, dilleri, milletleri farklı farklı olmakla beraber aynı duygu ve heyecanlarla Kâbe etrafında bir ve beraber olurlar. Toynbee’nin de dikkat çektiği gibi “İslam’ın hac kurumu, farz olan bir yolculuğu yerine getirmenin ötesinde, bir simge olarak bütün Müslümanları birbirine bağlayan kardeşlik ruhunu simgeleyen bir yolculuktur…”14 

- Hz. Peygamber, mü’minleri bir vücudun azaları gibi görür: “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuz kalır ve harareti yükselir.”15

İşte, bütün bu unsurlar İslam Dünyasını kuvvetli bir şekilde bir arada tutmaya, ortak hareket etmeye yeter ve artar kuvvettedir. Müslümanlara ve özellikle de üst düzey yetki sahiplerine düşen görev, bu birliği bir an önce gerçekleştirmektir. 

Şunu unutmamak lazımdır: Haçlı seferleri “medeniyet” adı altında devam etmektedir.16 Bu saldırıların karşısında mütesanit bir blok oluşturmadan durabilmek pek de mümkün görülmemektedir.

 

Kaynaklar:

1.Akgündüz, Bilinmeyen Osmanlı, s. 137

2.Meriç, Kültürden İrfana, s.272

3.Ersoy, Safahat, s. 201

4.Kaplan, “Medeniyet Krizi: Müslüman Zihni’nin ve Mekânı’nın Çökmesi”, Yeni Şafak Gazetesi, 01 Nisan 2016. Erişim tarihi: 21.06.2018

5.Aydın, Siyasetin Aynasında Kültür ve Medeniyet, s. 385

6.Nursi, Âsar-ı Bediiye, s. 580

7.İzzetbegoviç, İslam Deklarasyonu, Ter: Rahman Ademi, Fide Yay., İst.-2010, s.19

8.Ergün Yıldırım, “İslamizm, İslamlaşma Ve İttihad-ı İslam”, (Doğu’dan Batı’ya Düşüncenin Serüveni kitabı içinde), İnsan Yay., İst. 2015, IX, 67

9.Şener Aktürk, “Braudel’den Elias’a ve Huntington’a Medeniyet Kavramının Kullanımları”, Doğubatı Dergisi, Sayı: 41, 2007, s. 173

10.Aydın, Siyasetin Aynasında Kültür ve Medeniyet, s. 57

11.Hucurat, 10

12.Cemil Meriç, Bu Ülke, s. 181

13.Âl-i İmran, 103

14.Toynbee, Uygarlık Yargılanıyor, s. 75-76

15.Buhârî, Edeb, 27

16.Bkz. W.C. Blunt, The Future of Islam, Sind Sakar Akademi, Lahore, 1975, s. 175-177