TR EN

Dil Seçin

Ara

Tükenmeyen Hazine: Kanaât

Bu asrın başlarında Bediüzzaman Hazretlerine, eskiden Müslümanlar zengin, onlar fakirdiler, şimdi her yerde tam tersidir, bunun hikmeti nedir, diye sormuşlar.

Böyle bir soruya verilecek çok farklı cevaplar varken, Bediüzzaman Hazretleri, Münazarat adlı eserinde bu soruyu, Müslümanların, dünyaya, dünya hayatına, çalışma isteğine ve kazanma arzusuna dair bakış açılarını ele alarak cevaplamış.

Öncelikle Kur’an’ın, “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” (Necm, 39) ikazıyla ve Peygamber Efendimizin, “Çalışıp kazanan, Allah’ın sevdiği bir kuldur” buyurmasıyla Müslümanları çalışmaya teşvik ettiğine dikkat çekmiştir.

Ve devamında, Kur’an’ın ve Peygamberimizin dersiyle canlanan “meyelân-ı sa’y (çalışma isteği)” ve “şevk-i kesb (kazanma arzusu)”, “bazı telkinat ile o meyelân kırıldı ve şevk de söndü” şeklinde tespit etmiştir.

Ardından da Müslümanların çalışma isteklerini ve kazanma arzularını “bazı telkinat”ları ile kıranların nerede yanlış yaptıklarını kısaca izah etmiştir. Biz burada yalnız kanaatle ilgili kısımlarını ele almaya çalışacağız.

Bu meselenin anlaşılmasında, çalışmayı ve çalışmanın sonucunda kazanılan şeyi ayırmak lâzımdır. Bu noktada insanlar iki çeşit kanaat gösterirler: Birisi, çalışmakta kanaat etmektir ki, bu gerektiği gibi çalışmamak, tembellik etmektir. Bu tutum, dinimizde zemmedilmiş, yerilmiş ve kötülenmiştir.

Bir de bir sonuca ulaşmak için yapılması gereken tüm çalışmaları yaptıktan sonra kısmetine razı olmak, sonuçta kazandığından memnun olmaktır. Bu ise dünümüzce övülmüş, methedilmiştir. Gerçek kanaat de budur.

Kısaca kanaat, çalışmaya değil, çalışmanın sonucunadır. Kanaatkâr, çalışmaya değil, çalışmasının sonucuna kanaatkârdır.

 

YARIM BİLGİ

Hani derler ya, “yarım iman dinden, yarım doktor da candan eder”; kanaatle ilgili neredeyse tüm açıklamalarda da “az ile yetinmek” gibi eksik bir anlam verilmiş. Böylece insanlar kanaati tembellikle karıştırmışlar. Dindar olanlar, kanaatle teşvik eden dinin emirlerini, çalışmaktan el etek çekmeye çağırmak zannedip dünyadan soğumuşlar. Birçok insan var ki, çalıştığı müessesede başarılı bir üst konuma geçmeyi gerçekten istediği halde, ya da zengin bir ticaret erbabı olmaya can attığı halde, veya başarılı bir ilim adamı olmayı arzu ettiği halde, sanki bunları istemek bile günahmış gibi bir yanlışa ve gayretsizliğe düşmüşlerdir.

Oysa çalışmak, daha fazlasını istemek, en iyi ve en başarılı olmak için gayret etmek günah olmadığı gibi, kanaate zıt şeyler de değildir.

Bediüzzaman Hazretleri kanaati, “Semere-i sa’yine (çalışmasının sonucunda) kısmetine rıza ise memduh bir kanaattir; meyl-i sa’yi (çalışma arzusunu) kuvvetlendirir” şeklinde tarif ettikten sonra, “Mevcut mala iktifâ, mergub kanaat değil, belki dûnhimmetliktir (elindekiyle yetinmek tembelliktir)” demiştir.

Aslında, Kur’an’da ve Efendimizin sünnetinde insanları tembelliğe, boşvermişliğe, gayretsizliğe, işleri oluruna bırakmaya sevk eden hiçbir emir yoktur. Tam tersi helâl dairesinde çalışmak emredilmiştir. Peygamberimiz (sav) insanları çalışmaya teşvik etmiştir:

“Müminin aziz olması, başkalarına muhtaç olmamaktır.”

“(Allah’tan) çok isteyiniz ve yüksek dereceler isteyiniz. Çünkü siz, çok cömert ve ikram sahibi olandan istiyorsunuz.” (Taberani)

“Allah’ım! Bu günün bereketinden nasibimi bol eyle. Hayırlara ulaşma yolunu kolaylaştır.”

“Allah’tan bir şey isteyeceğiniz zaman büyük şeylere gözünüzü dikin. O’ndan, Firdevs cennetini isteyin. Çünkü Allah için hiçbir şey büyük değildir.” (Buhari; Müslim)

 

KANAATİN İMAN TEMELİ

Elbette kanaat, imanla bağlı bir kavramdır, müminin ulaştığı olgunluk hallerinden biridir. Aslında imanını taklidî olmaktan kurtarıp tahkikî imana ulaşan bir mümin zaten kanaatkâr olur.

Çünkü, o mümin, Rabbini bildiği ve tanıdığı için, kendisini yaratanın ve fiilî dua olan çalışmalarına cevap verenin Allah olduğunu bilir.

Çalışmasının sonucunda, dünyasını da ahiretini de rahmetiyle güzelleştiren Rabbinin, ona lütfettiği şeyin, kendisi hakkında en hayırlısı olduğunu bilir. Çünkü mümin, peygamberinden şöyle ders almıştır:

“Allahu Teâlâ’nın mümin kulu hakkındaki kazasına ve kaderine bakarak hayret ediyorum. Yüce Allah’ın her hükmü mümin için hayırlıdır. Eğer ona rahatlık ve huzur verse, mümin ona razı olur. Bu kendisi için hayırdır. Ona sıkıntı ve darlık verse, ona da razı olur. Bu da kendisi için hayırlı olur.” (Buhari; Müslim)

“Bir kimse geceyi, yarın yapacağı işleri düşünmekle geçirir. Halbuki o iş, bu kimsenin felaketine sebep olacaktır. Allahu Teâlâ, bu kuluna, acıyıp, o işi yaptırmaz. O ise, iş olmadığı için üzülür. Bu işim neden olmuyor. Kim yaptırmıyor. Bana kim düşmanlık ediyor diye arkadaşlarına kötü gözle bakmaya başlar. Halbuki, Allahu Teâlâ, ona merhamet ederek felaketten korumuştur.”

Peygamberinden aldığı böyle derslerle kısmetine rıza göstermek ona hiç zor gelmez. Ayrıca insan, elindeki bir şeyin bir zaman sonra faydasına mı, zararına mı olacağını da bilemez...

“Siz kendinizden aşağı olanlara bakınız; sizden yukarı olanlara bakmayınız. Çünkü, böyle yapmak, Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini küçümsememeniz için daha uygundur.” (Müslim) buyuran Peygamberler Sultanının ümmeti olarak, her işinde Rabbinin nimetini görme niyetiyle bakar; nimeti küçük görmekten (kanaatsizlikten) ve şükürsüzlükten uzak durur.

 

KANAATİN FAYDALARI

Kanaat, müminin, çalışmasının sonucunda kendince yeterli karşılık bulamadığında devreye giren ahlâkî bir tutumdur aslında. Çalışmasına karşılık çok kazanan insan zaten halinden memnundur. Yani kanaat, olumsuz durumlarda müminin yöneleceği bir çıkış kapısıdır. Çabaları sonuçsuz kalan bir insan, kanaatten aldığı güçle yeniden ve sıfırdan taze bir heyecanla çalışmaya başlayabilir. Bu yönüyle kanaat, insanı frenleyen değil; çalışmak için taze güç takviyesi yapan bir duygudur.

Kazandığından memnun insandır kanaatkâr. Çünkü hayatın gerçeklerinin farkındadır; kaybetmek de vardır, kazanmak da. İtiraz etmekle değil, çalışmaya devam etmekle başarılı olabileceğini bilir. Bir üst basamağa çıkabilmek için, insan, elinde olana muhtaçtır. Ancak bu şekilde daha ötelere uzanabilir. Rabbinin onun için takdir ettiği rızkını arar. “O halde bütün rızkı Allah katında arayın. O’na kulluk edin ve O’na şükredin.” (Ankebut, 17)