TR EN

Dil Seçin

Ara

Kanaatkârlık Ne Demek?

Kanaatkârlığın insan hayatında çok önemli olduğunu bir de bütün filozof ve düşünürlerin bu konuya kafa yormuş olmasından anlıyoruz.

Sokrat: Sahip olduğu ile kanaat etmeyen, sahip olmak istediği ile de kanaat etmez.

Benjamin Franklin: Kanaatkârlık, fakiri zengin; kanaatsizlik ise, zengini fakir yapar.

Charles Dickens (İngiliz romancı): Neşe ve kanaatkârlık en büyük güzelleştiricidir.

Rochefoucauld (Fransız yazar): Kanaatkârlığı kendi içimizde bulamazsak, onu başka yerde aramanın anlamı yoktur.

Yukarıdaki düşünürlerin değerli yorumlarının ortak bir noktası, kanaatkârlık denen kavramdır.

Ancak, kanaat ile birlikte tevekkül, kanaatkârlığı hem tamamlar hem de onun gerçek anlamını açıklar. Şöyle ki, kanaatkârlığımız, yani sahip olduklarımızla mutlu olmamız, mevcuda rıza göstermemizin gerekçesi tevekküldür. Yani, Allah’a nihai ve mutlak şekilde güvenmemiz nedeniyle, her türlü neticeyi hoşnutlukla karşılar ve ona rıza gösteririz. Tevekkül sahibi olduğumuz için, her şeye peşinen kanaat ederiz. Kanaatkârlığımızın dayanağı tevekküldür.

Ancak, kanaatkârlık ve tevekkül yanlış anlamaya ve yanlış uygulanmaya son derece müsait iki kavramdır. Gerçeği söylemek gerekirse, kanaatkârlık ve tevekkül, İslâm dünyasında pasifliğin, randımansızlığın, duyarsızlığın, çağa ayak uyduramamanın mazereti olarak takdim edilegelmiştir, hâlâ edilmektedir. Tabii ki, kanaat ve tevekkül ilerlemeyi engellemiştir şeklinde bir yargı tamamen saçmadır. Ama, atalet ve bağnazlığın mazereti olarak tevekkül ve kanaat mefhumları istismar edilmiştir. Batı dünyası, tevekkül ve kanaati bir türlü kavrayamamış ve İslâm dünyasının son dönemlerdeki ekonomik geriliğini bu iki mefhuma bağlayarak, çok kolay ama yanlış bir analiz içine girmiştir.

Müslümanların ve Hıristiyanların ortak bir hatasını, idraksizliğini Said-i Nursî düzeltiyor ve aynen diyor ki:

“Sebepler dünyasında sebeplere başvurmamak tembellik, sebeplere başvurduktan sonra sonucu kabul etmek tevekkül, bütün sebeplere başvurduktan sonra kısmetine düşeni benimsemek ise kanaattir.” Kanaat, insanın çalışma eğilimini güçlendiren bir tavırdır. İnsan sürekli daha fazlasını elde etmeye gayret etmelidir, çünkü mevcutla yetinmek himmetsizliği gösterir. Çalışmak, kazanmak vs. gibi fıtrî kanunlara karşı ihmalkârlığın cezası da fakirlik ve sefalettir.

Yani, dürüstlükten şaşmamak koşuluyla, bir Müslüman var gücüyle çalışacaktır. Bu hususta, Amerikalı’dan, Alman’dan, Japon’dan aşağı kalmamıza hiç lüzum yok.

Peki, çalışmamızın sonuçlarını nasıl karşılayacağız?

İşte, (bilinçli) Müslüman’ın farkı bu noktada ortaya çıkar; bütün iyi niyetine rağmen, sonuçlar önceden planlandığı gibi çıkmazsa bile isyan etmez.

İngiliz şair Charles Lamb, Müslüman olmamasına rağmen, bu durumu sezinlemiş ve şöyle demiştir: “Aza kanaat ederim, ama daha fazlasını arzu ederim.”