TR EN

Dil Seçin

Ara

Altın Orta

Orta kavramını tarihte ilk ortaya koyan Eflatun’un talebesi Aristo’dur. Bu meşhur Yunanlı düşünüre göre, bütün ekstremler (aşırı uçlar) kötüdür. Dolayısıyla, her işte “altın ortayı” (golden middle) bulmamız gerekir.

Mesela, 10 çok büyük, 2 çok küçük ise, 6 o şeyin kendisine nazaran (aritmetik) ortalamasıdır. Çünkü 6, ekstremlerden biri olan 2’yi 4 geçtiği gibi, öbür ekstrem olan 10’dan 4 noksandır. Bu aritmetik olarak ortalamadır. Fakat bize bağıntılı (göreceli) olan orta, bu şekilde bulunamaz. Şayet, on liralık yiyecek, bir adamın doyması için aşırı fazla ve iki liralık yiyecek aşırı az ise, bu söz konusu adam için altı liralık yiyecek uygundur anlamına gelmez. Zira, altı liralık yiyecek de adama aşırı fazla veya aşırı az gelebilir. Yani, bize bağıntılı (göreceli) orta ise, bizim için ne çok fazla ne de çok az olanıdır ki bu orta herkes için farklı farklıdır.

Fazilet (erdem) ortalamaya veya makul bir miktara yöneldiği sürece ılımlılığın bir çeşididir, yolun ortasıdır.

Mesela, kızgınlıktan deliye dönmek kötüdür. Ama, başkalarını dehşete düşüren olaylara karşı duyarsız kalmak da, karakter zaafıdır. O zaman, fazilet, bir itiyat veya seçim konusunda eğitilmiş bir yetenektir ki, karakteristiği orta yol hakkındaki kişisel gözlem tarafından belirlenir.

Orta yol, iki kötünün ortasındaki itidal ve ılımlılığı ifade eder. Kötünün biri ifrat (excess) tarafı, diğeri ise tefrit (defect) tarafıdır. Ayrıca bu iki kötülük, duygu ve davranışta uygun ölçüyü ya aşar ya da onun gerisinde kalır. Sağduyulu insan orta miktarı bulur ve tercih eder.

Kendi doğası içinde tanımlandığında, erdem ılımlılık ve orta karar olma halidir. Fakat en iyi ve en doğru olanla ilişkisi açısından bakıldığında, mükemmeliyetin ekstremidir. Korkunun aşırısı korkaklığa sevk ederken, cesaretin fazlası da aptallık demektir.

Para kazanma ve para verme (meselâ, sadaka verme) meselesinde orta yol, cömertliktir. İfrat, müsriflik ve savurganlık; tefrit ise cimrilik, tamahkârlıktır. Her iki kötülük de, başarısızdır; müsrif aşırı ölçüde harcar, ama para kazanmada yetersizdir. Cimri ise, kazançta fazladır ama harcamada yetersiz kalır.

 

İslâm’da Orta Yol

İslâm’da iyilik (fazilet), tam orta yol demektir. Vasattan fazla veya az olmak, iyilikten ayrılmak sayılır. Orta yol, orta veya ortalama iki türlüdür. Bir şeyin fizikî ve matematik olarak tam ortası ya da izafî ve takdirî orta.

Din ve ahlâkta geçerli izafi (göreceli) ortadır ki, insandan insana değişir. Hatta her göreceli kavram gibi zaman ve mekâna göre farklılık gösterir.

İslâmî terminolojide aşırı fazla veya çok olana ifrat, aşırı ölçüde az veya küçük olana tefrit denir. Hak, ikisinin arasında bir yerdedir. Bu nokta aritmetiksel bir orta veya ortalama değildir. Dolayısıyla, her Müslüman vasatı kendi sağduyusu ve iyi niyetli çabasıyla bulmak durumundadır.

Kur’ân’ın Müslümanlara emrettiği davranış ve tutum kalıbı kesinlikle orta yoldur. Nitekim Furkan Süresi 67. ayeti der ki: “Harcarken, ne israf, ne de cimrilik ederler; ikisi arasında bir yol tutarlar.”

 

Bediüzzaman’ın Orta Yol Tarifi

Gerçekten dinimiz her konuda aşırılıktan kaçınmayı ve orta yol tutulmasını emreder. Orta yol ise o konudaki ekstrem (aşırı uç) unsurları bünyesinde potansiyel olarak az çok taşır veya en azından çağrıştırır. Bu nedenle, doğru ve makul olan bazen aşırı olanla karıştırılabilir. Bediüzzaman, mükemmel bir anlatımla, orta yolun aşırılıkla zahirî benzerlik gösterdiğini hatırlatıyor ve yanılgıları engellemek üzere, bazı temel kavramların ekstrem halini tanımlamak suretiyle kavram kargaşasını önlüyor ve mealen diyor ki; İktisat ve hissetin (cimriliğin) çok farkı var. Tevazu, nasıl ki ahlâk-ı seyyieden olan tezellülden manen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memduhadır. Ve vakar, nasıl ki kötü hasletlerden olan tekebbürden manen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memduhadır. Öyle de, ahlâk-ı âliye-i Peygamberiyeden olan ve belki kâinattaki nizam-ı hikmet-i İlahiyenin medarlarından olan iktisat ise, sefillik ve bahillik ve tamahkârlık ve hırsın bir halitası olan hissetle hiç münasebeti yok. Yalnız sureten bir benzeyiş vardır.

İktisat, peygamberlere ait yüksek ahlâk unsurlarından birisi ve en faziletli davranışlardan olduğu halde, onun şirazesinden çıkmış hali olan cimrilik, tamahkârlık lânetli bir davranıştır; alçaklık, cimrilik, tamahkârlık ve hırsın bir karışımıdır.

İktisat, Kur’ân-ı Kerim’in emri, kâinattaki ilahi düzenin dünya hayatına yansımasıdır ve onun dozu kaçmış, aşırı hali olan ama içinde her türlü aşağılık ve rezilliği barındıran cimrilik ile özleri bakımından tamamen benzersizdir. Ancak, iktisatlı, hesaplı bir insan ile cimri birisinin davranışları, bazı olaylara reaksiyonu ve yaklaşımı dışarıdan çok benzer gibi görülebilir. Üstad, iktisat ile cimriliğin farklılığını daha açık biçimde ortaya koymak amacıyla özde apayrı, biçimde benzerlik arzeden başka vasıfları da anlatıyor.

Meselâ, alçak gönüllülük, sünnete uygun iyi huylardan olduğu halde, düşük ahlâklılara has zillet ve alçalmaya zahiren benzer.

Vakar (gurur), kibir denen kötü özelliğe benzetilebilen müspet insani vasıflardandır.

Üstad, bu nüktenin ikinci bölümünde, bizleri tam olarak aydınlatabilmek için Halife Hz. Ömer’in oğlu, Hz. Abdullah’ın yaşadığı ve çok yönlü anlamları olan bir olayı bize naklediyor. Hz. Abdullah, çarşıda yaptığı bir alışverişte, ticaretin özü olan pazarlıkta katı ve sıkı bir tutum sergiliyor. Ancak, bu olayın hemen akabinde evi civarında rastladığı fakirlere severek ve isteyerek birer altın veriyor. İki davranış arasındaki farklılıktan kafası karıştığını söyleyen bir sahabeye hitaben, birinci davranışının cimrilik olmadığı gibi, ikinci davranışının da israf olmadığını söyleyerek, bir ders mahiyetindeki sözlerini mealen şöyle tamamlıyor:.

“Çarşıdaki alışverişte gördüğünüz, ticaretin özü olan ve uygun fiyata uygun malı aldığımdan emin olmak maksadıyla yaptığım pazarlıktı; bu iktisatlı ve akıllı olmamın gereğiydi ve hasislik (cimrilik) değildi.

Hanemde yaptığım ise, kalbimin yumuşaklığı ve karakterimin olgunluğundan ileri geliyordu ve kesinlikle israf değildi.”

Bediüzzaman, İktisat Risalesinin altıncı nüktesinin son bölümünde, hitabetini iyice güçlendiriyor ve İmam-ı Âzam’ın bu konudaki vecize sözünü sunuyor. Büyük İmam, Üstad’ın görüşlerini net bir şekilde doğruluyor ve:

“Hak eden, doğru insanlara yöneltilmek koşuluyla hayır ve ihsanın israf sayılmayacağını, israfın ise hiçbir hayırlı sonuç doğurmayacağını,” bildiriyor.