TR EN

Dil Seçin

Ara

Tükenmeyen Hazine: Kanaat / “İktisat Risalesi” Yazıları - 3

Bediüzzaman Said Nursî, ekonomiyi bizce gerçek dışı, en iyimser bakışla bile tartışmalı olan kaynakların kıtlığı ve isteklerin sonsuzluğu gibi namevcut bir ikilemle değil, tasarruf ve kanaat ile, israf ve tebzir (savurganlık) arasındaki zıtlık vasıtasıyla açıklıyor. İsraf ve savurganlığın ilacı olarak idare ve kanaatkârlık öne sürülüyor.

Kanaatkârlık (Contentment): İnsanın hayattaki durumundan memnuniyet ve mutluluk duyması. Nöro-psikolojik olarak mutluluk, tatmin duygusu yaşanması ve insanın statüsü, vücudu, zihni, aklı kısaca tüm maddi ve manevi değerleri hakkında hoşnutluk, rahatlık hissetmesi.

Kanaatkâr insan (Contented, Content): Halinden, çevresinden daima hoşnuttur, razıdır, memnundur. Koşullar ne olursa olsun, rahatlık ve huzur hisseder.

Kanaatkârlık, karakterdeki derinliğin ödülüdür ki, bencilliği önleyerek topluma hizmet eder.

Bediüzzaman’ın kanaat ile birlikte kullandığı tevekkül, kanaatkârlığı hem tamamlamakta hem de onun gerçek anlamını açıklamaktadır. Şöyle ki, kanaatkârlığımızın, yani sahip olduklarımızla mutlu olmamız, mevcuda rıza göstermemizin gerekçesi tevekküldür. Yani, Allah’a nihai ve mutlak şekilde güvenmemiz nedeniyle, her türlü neticeyi hoşnutlukla karşılar ve ona rıza gösteririz. Tevekkül sahibi olduğumuz için, her şeye peşinen kanaat ederiz. Kanaatkârlığımızın dayanağı tevekküldür.

Ancak, kanaatkârlık ve tevekkül yanlış anlamaya ve yanlış uygulanmaya son derece müsait bir kavramdır. Gerçeği söylemek gerekirse, kanaatkârlık ve tevekkül İslâm dünyasında pasifliğin, randımansızlığın, duyarsızlığın, çağa ayak uyduramamanın mazereti olarak takdim edilegelmiştir, hâlâ edilmektedir. Tabii ki, kanaat ve tevekkül ilerlemeyi engellemiştir şeklinde bir yargı tamamen saçmadır. Ama, atalet ve bağnazlığın mazereti olarak tevekkül ve kanaat mefhumları istismar edilmiştir. Batı dünyası tevekkül ve kanaati bir türlü kavrayamamış ve İslâm dünyasının son dönemlerdeki ekonomik geriliğini bu iki mefhuma bağlayarak, çok kolay ama yanlış bir analiz içine girmiştir.

Müslümanların ve Hristiyanların ortak bir hatasını, idraksizliğini Bediüzzaman düzeltiyor ve aynen diyor ki:

  • Sebepler dünyasında sebeplere başvurmamak tembellik,
  • Sebeplere başvurduktan sonra sonucu kabul etmek tevekkül,
  • Bütün sebeplere başvurduktan sonra kısmetine düşeni benimsemek ise kanaattir.
  • Kanaat, insanın çalışma eğilimini güçlendiren bir tavırdır. İnsan sürekli daha fazlasını elde etmeye gayret etmelidir, çünkü mevcutla yetinmek himmetsizliği gösterir. Çalışmak, kazanmak vs. gibi fıtrî kanunlara karşı ihmalkârlığın cezası da fakirlik ve sefalettir.

Yani, dürüstlükten şaşmamak koşuluyla, bir Müslüman var gücüyle çalışacaktır. Bu hususta, Amerikalı’dan, Alman’dan, Japon’dan aşağı kalmamıza hiç lüzum yok. Hatta, ülkemizin durumu veya kişisel yahut ailevî halimiz gerektiriyorsa, onlardan daha fazla çalışmamız son derece doğal. Peki, çalışma denilen neden (illet) sonuçlarını verdiğinde bunu nasıl karşılayacağız.?

İşte, (bilinçli) Müslümanın farkı bu noktada ortaya çıkar. Müslümanın bütün iyi niyetine rağmen, sonuçlar önceden planlandığı gibi çıkmazsa bile isyan etmez. İngiliz şair Charles Lamb, Müslüman olmamasına rağmen bu durumu sezinlemiş ve “Aza kanaat ederim, ama daha fazlasını arzu derim.” demiştir.

Kanaatkârlık, Japonya mucizesinin gerçekleşmesindeki başlıca faktör olan toplam kalite yönetimi ilkelerinden sürekli gelişme demek olan Kaizen ilkesinde görülür. İşletmelerin mükemmele ulaştırılmasında Japonlar Amerikalıların seyrek ama sıçramalı gelişme yaklaşımı yerine, azar azar ama sıkça yapılan ilerleme felsefesini benimserler. Bu uygulama sıçramalı gelişmelere de engel değildir. Japon kültürünün binlerce yıldır bir parçası olan Kaizen, Japonca ‘Kai’; ‘değişim’ ve ‘Zen’; ‘iyi olmak’ kelimelerinden türemiştir. Birleştirilmiş haliyle ‘daha iyiye değişim’ olarak tanımlayabiliriz. Kaizen Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişen ekonomisinde, yapı taşı olarak yer alan bir yönetim felsefesi olmasına karşın, Kaizen günlük yaşantımızda uygulayabileceğimiz küçük ve sürekli değişimlerle yaşam kalitesini artırmayı hedefleyen bir Japon felsefesidir.

Yönetim sistemi olarak bakıldığında Kaizen’in dayandığı temel öğe verimliliktir.

Kaizen sürekli ve küçük gelişmelerle verimliliğin artırılması amacını taşır. Verimliliği artırmak için kullanılan yöntemlerden biri tasarruf ya da israfı önlemektir. Örneğin, Japonların bisikleti sıklıkla kullandıkları, ülkemizde bilinmektedir. Bu alışkanlığın özünde, zamandan ve enerjiden tasarruf yatar. Aynı şekilde özel otomobil ya da otobüsün yerine tren kullanımının çok daha yüksek oranda olmasının sebebi de aynı felsefenin uygulanıyor olmasından kaynaklanır. Japonlar’da zenginlerin gösterişli ve lüks hayat yaşamaları görgüsüzlük olarak addedilir ve toplumca ayıplanır.

Kaizen, batılı felsefelerin kısa sürede sonuç elde etme yönteminin zıttı bir felsefedir. Kaizen, değişime odaklı, küçük adımlarla hayatın her bir noktasını sürekli olarak geliştirme esasına dayanır. Kaizen, öğrenmeye odaklı bir hayat biçimini destekler.

Kaizen basit bir verimlilik artışının çok ötesinde bir günlük yaşam tarzıdır. Düzgün şekilde uygulandığında, hem zihinsel hem fizikî bakımdan aşırı çalışmayı engeller, bu unsurlarda büyük tasarruf sağlar. Çalışanlara iş süreçlerinde israfı saptama ve gidermenin yollarını öğretir. Kaizende en önemli prensiplerden birisi, sürekli öğrenmek ve başkalarını asla tenkit etmemektir. Çünkü, tenkit ve suçlama israftır.

Dünyanın en iyi yönetilen işletmesi olarak kabul edilen Japon otomotiv devi Toyota, Kaizen ilkesi sayesinde bu başarıyı elde etmiş olup, Toyota ile Kaizen kelimeleri âdeta eş anlamlı kavramlar olarak algılanır.

Kaizen küçük düzelmeler sağlarken, sürekli iyileştirme yöntemi sayesinde bileşik verimlilik biçiminde büyük sonuçlar sağlar. Büyük ve pahalı projelere iltifat etmez. Bunların yerine, hemen uygulanabilecek ucuz ve hızlı deneyleri kullanır.

Görüldüğü gibi, Kazien teoride ve uygulamada israfı önleme ve kaynakları en idareli olarak kullanma esasına dayanır.