TR EN

Dil Seçin

Ara

İsraf ve Şükür / “İktisat Risalesi” Yazıları - 2

İktisat Risalesi’ne ait Birinci Nükte’nin birinci cümlesi olan: “Hâlık-ı Rahim, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor.” çarpıcı derecede açık ve mânâ yüklüdür.

Burada Yaradanımızın insanoğluna verdiği nimetler karşılığında kendisine şükredilmesini istediği söyleniyor. Bu sözden bazı sonuçlar çıkarabiliriz. Bunlardan birisi, Allah’ın insanoğluyla bir mukavele yaptığı ve bu ilahi kontrata göre, şükür eylemini nimetlerinin âdeta ücreti olarak belirlediğidir.

Ancak, söz konusu kontrat bizim bildiklerimizden çok farklı. Mutad mukavelelerde, mukaveleye imza atanların her biri kendisi için değerli, yararlı bir varlığı karşısındakinden temin etmeyi garanti eder, karşılığında muhatabı için değerli bir varlığı da ona sağlamayı taahhüt eder. Halbuki, Üstad’ın ima ettiği bu ilahi kontratta, Cenab-ı Allah nimetlerini hiçbir sınırlama olmaksızın insanlara ihsan etmekte, karşılığında ise, hiçbir şey peşinen almamakta, fakat istemektedir.

Bu noktada, kavram olarak iç içe olan, nimet ve şükür sözcükleri üzerinde biraz duralım ve farklı tanımlar kullanarak bu iki kavramın çeşitli vechelerini anlatmaya çalışalım.

Nimet; en yalın anlamıyla, iyilik, lütuf, ihsan, bahşiş demektir. Bu bağlamda, hayatın idamesi için ihtiyaç duyduğumuz ve Allah’ın sonsuz bir cömertlikle istifademize sunduğu her türlü yiyecek içecek, maişet gibi yararlı maddelere veya huzur, mutluluk veren hallere denir.

Şükür ise, zihinsel, psikolojik bir haldir ki, insan onunla Allah’ın bahşettiği nimetlerin bilincine varır ve huzurlu olur.

İnsanın sahibi veya zilyedi olduğu maddeler sebebiyle, yahut içinde bulunduğu hal veya durumdan dolayı mutluluk hissederek bunların Allah’ın nimeti olduğunu düşünmesi şükür, bu olumlu duygusunu Allah’a karşı ifade etmesi ise şükretmektir.

Allah’a şükreden insan iki şey söylemiş olur: Birincisi, kendisine ihsan edilen nimetlerin farkında olduğunu, ikincisi ise, söz konusu nimetlerin sahibi Allah’a şükran duygusu hissettiğini.

Nimetler ile Allah arasındaki bağ görülüp ifade edilmedikçe şükretmiş olunmaz. Mesela, “Çok ballıyım!”, “Ne kadar da şanslıyım!” gibi ifadeler şükretmek değildir. Çünkü, böyle konuşan kimse, nimetlerin gelişini Allah’a ve onun cömertliğine değil, kendi büyüklüğüne (şansına) hamletmiştir.

Birinci Nükte’nin ikinci cümlesi ise, aynen şöyledir: “İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır.”

Bu vesileyle, bir de Risale’nin temel konseptlerinden biri olan israfın anlamını incelemek yararlı olacaktır.

İsraf, dengesizlik yaratan bir fiildir. Ekonomist ve işletmeci görüşüyle israf, verimliliği artırmayan, üretilen mal veya hizmetin miktarına ve kalitesine hiçbir olumlu katkısı olmayan, muhtemelen zararı olan harcamalardır. Azalan verimler yasasına göre, üretim prosesine sokulan işçilik, hammadde gibi girdilerden biri (diğer girdilerin miktarı sabit kalmak koşuluyla) belli bir seviyeye gelince çıktı miktarı artmaz, aynı kalır. Söz konusu girdi miktarı daha da artırılınca, üretim azalır. Gördüğünüz gibi, israfın en iyi sonucu faydasızlık, katkısızlıktır. Normal sonucu ise, zarar ve ziyandır. Kur’an’da israf günah sayılmış ve israfın şeytanın amellerinden biri olduğu bildirilmiştir.

“İsraf ise şükre zıttır.” diyen Bediüzzaman, hem israf hem de şükrün ne olduğunu anlamamız için bize çok kısa ama çok pratik bir anahtar veriyor.

Burada, israfın pasif yönden olumsuzluğu anlatılıyor. Cümlenin devamındaki, (israf) “nimete karşı hasâretli bir istihfaftır” sözü ise, israfın aktif olumsuzluğunu dile getiriyor. Gerçekten parasını veya başka türlü maddi yahut gayrimaddi varlıklarını israf eden kişi, Allah’ın nimetlerine karşı küçümseyici bir tavır takınmış olur ve tabii ki bu kaybettirici bir tavırdır. Böylece, bir cümlede israfın dinimizde niçin günah sayıldığı da dolaylı yoldan anlatılmış oluyor.

BİRİNCİ NÜKTE:

Hâlık-ı Rahim, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisat ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır.

Evet, iktisat hem bir şükr-ü manevi, hem nimetlerdeki rahmet-i ilâhiyeye karşı bir hürmet, hem kati bir surette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat, hem manevi dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zahiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir. İsraf ise, mezkûr hikmetlere muhalif olduğundan, vahim neticeleri vardır.

(İktisat Risalesi)