TR EN

Dil Seçin

Ara

Kaynaklar Kıt, İhtiyaçlar Sınırsız Mı? / “İktisat Risalesi” Yazıları - 1

Bediüzzaman Hazretlerinin müellifi olduğu “İktisat Risalesi”nin çarpıcılığı, iktisada bambaşka, yepyeni ve farklı bir perspektifle bakmasıdır. Risale, Adam Smith’in temelini kurduğu, Ricardo, Hume, Keynes, Friedman gibi teorisyenlerin geliştirip bugünkü haline getirdikleri ekonomi öğretisini yerle bir ediyor. Onun yerine, kutsal kitabımızda anahtarı verilen gerçek iktisadı eşsiz üslubu ile insanlığın yararına sunuyor.

 

İstisnasız olarak tüm ekonomistler tezlerini anlatırken kendilerinden önceki teorileri çürütmekle işe başlar. Fakat, savundukları fikirler büyük ölçüde öncekilerin etkisiyle yazılmış, esasta bir farklılık getirmeyen çalışmalardan ibaret kalır. Bu noktada, İktisat Risalesi’nin içeriği gibi üslubu da tam bir orijinallik taşıyor. Şöyle ki, risalede eski-yeni ekonomistlere ve onların görüşlerine atıf yapan eden tek bir kelime dahi yok.

Bilinen iktisat teorileri; hep Batılılar tarafından yazıldı ve daima Batı dünyasının menfaatlerini devam ettirmenin fikirsel arka planını oluşturdu. Bu yüzden; işsizlik, enflasyon, adil gelir dağılımı gibi aslî konularda hiçbir çözüm getiremedi, dünyanın büyük bir bölümünün açlık, sefalet ve bunun doğurduğu kaos ortamı içinde yaşamasına bir nebze dahi çare olamadı. Dolayısıyla, İktisat Risalesi’nin sağlıklı ve mümkün olduğu kadar noksansız bir şekilde yorumlanması hayatî bir önem taşıyor.

Resmî iktisat literatürünün sakatlığı daha kendini tanımlama aşamasında başlar ve sonraki bölümlerde de devam eder. Risale ise, önce iktisadın doğru tarifiyle işe başlar ve izleyen yedi nükte ile açıklamalarını tamamlar.

Yedi nükteden oluşan belgenin bu yazımızda sadece giriş bölümünü irdeleyeceğiz.

Üstat, mukaddimesinde “iktisat ve kanaate, israf ve tebzire dairdir” sözleriyle risalenin temasını açıklıyor. İkinci cümlede; “yiyin, için fakat israf etmeyin” mealindeki A’raf Suresi’nin 31. ayetini bu bağlamda yorumlayacağını belirtiyor. Üstat, ayeti Kur’an’ın iktisat dünyasına verdiği bir emir olarak telakki ediyor.

Klasik tanıma göre iktisat (ekonomi) bilimi; kıt kaynaklarla sınırsız olan ihtiyaç ve isteklerin nasıl karşılanacağını inceler. Bu tarifte iki unsur göze çarpar. Bunlardan birincisi, kaynakların kıtlığı, diğeri ise, insan ihtiyaç ve isteklerinin sınırsız oluşu. Yani, iktisat sayesinde sınırsız bir faktörün, sınırlı bir faktörle karşılanması sağlanıyormuş. Aslında, tanım gerçekleri yansıtmıyor. Bir kere, kaynakların, daha doğru ifadeyle doğal kaynakların kısıtlı olduğu hususu pek tartışmalı. Evet, mesela dünyadaki en önemli kaynak olan petrol tükenmek üzere. Ama, insanoğlu enerji üretimi bakımından petrole mahkum değil ki… Elde edilmesi çok daha kolay ve ucuz olan güneş ve rüzgâr enerjisinin sınırlı olduğunu iddia etmek mümkün mü? Demir, bakır, altın vesaire gibi diğer madenlere gelince, sadece arz küredeki rezervlere bağlı değiliz. Ulaşabildiği ölçüde, kâinatın dünya haricindeki gezegen ve yıldızları da istifademize hazır. Nitekim, daha şimdiden, Amerikalılar Ay ve Venüs’te maden arama aşamasına yaklaştı.

Yani, insanların mal ve hizmet üretiminde kullanabilecekleri nimetler olan kaynaklar hakkında “kıt” deyimini kullanmak yersizdir, gerçek dışıdır ve nankörlüktür. Kaynakların kısıtlılığından bahsetmekle ekonomistler kendilerine hak etmedikleri bir paye verip belki sun’i bir tatmine ulaşıyorlardır. Ama, böyle bir iddia her yönden saçmadır. Çünkü, Dünya ve kâinat kendini sürekli değiştiren, yenileyen dinamik varlıklardır. Ayrıca, doğa bilimlerine göre, kâinatta hiçbir madde yok olmaz, şekil değiştirerek varlığını sürdürür. Bu gerçeklere rağmen, kaynakların sınırlı olduğunu iddia etmek anlamsız değil mi? Hem, kaynakların çoğunu nükleer silahlara, casus uydulara, porno endüstrisine, kanserojen giysi ve gıdalara, dejenere eğlence sektörüne sarf edip, sonra da kaynaklar sınırlı demek akla, mantığa ve ahlâka uyar mı?

Tanımın ikinci bölümünü oluşturan ihtiyaç ve isteklerin sınırsızlığı da pek inanılır gibi değil. Hayatın idamesi için gerekli ihtiyaçlarımız bellidir. Bunlar yemek, içmek, giyinmek ve barınmaktan ibarettir. İsteklerimiz ise, reklâm bombardımanı, kredi kartı tuzakları, moda akımları ile tahrik ediliyor. Normalde üretim tüketim için yapılması gerekirken, artık tüketim üretim için yapılıyor. Kapitalist çarkların dönmesi için böylesi gerekmekte. Yani, ekonomistlerin söylediği gibi, insan isteklerinin hiç bitmemesi onun doğasından gelmiyor. İnsan, baskı ve zorlamalar sonucunda sürekli tüketmek isteyen bir karaktere doğru itiliyor. Aslında, sınırsız sözcüğü, Anglo-Sakson ve Yahudi işbirliğinin dünyayı sömürme ihtirası için daha uygun olabilir.

Kendini bu derece yanlış tanımlayan iktisat literatürü, iktisatlı tutumdan, tasarruftan, israftan pek bahsetmez. Onun yerine, kaynakların sınırlı olduğu yalanını kendine baz alarak, kaynakların tahsisi, tüketici tatmini vesaire gibi konulara odaklanır. Dörtte üçü sudan meydana gelen dünyamızda, su kaynaklarının, hatta soluduğumuz havanın bile yanlış, bilinçsiz sanayileşmeden dolayı alarm verdiği bugünün ortamında Batılıların yazdığı ekonomi hâlâ aynı teraneleri tekrarlamaktan ileri gidemiyor.

Bediüzzaman, henüz nüfusun az, çevre sorunlarının sıfır düzeyinde, maden ve hammadde bakımından dünyamızın çok bakir bulunduğu bir dönemde, insanları idareli olmaya, yani kaynakları dikkatle kullanmaya, israfa asla yer vermemeye çağırıyor. Tavsiyelerinin doğruluğuna tartışılmaz mehaz olan Kur’an ayetini kanıt olarak gösteriyor. Fakat, asla kaynakların kıtlığından söz etmiyor. Onun tasarruflu davranmamızı istemesi, kaynakların, yani nimetlerin azlığından değil, israfın Allah tarafından yasaklanarak, idareli davranmanın emredilmesindendir.