TR EN

Dil Seçin

Ara

Günahlar, Sebepleri, Kurtuluş Reçeteleri

Başlıkta günah kavramını suç kavramına tercih edişimizden de anlaşılacağı üzere, bu yazıda özellikle ‘günah’ kavramına inanan insanlar söz konusu edilmekte ve muhatap olarak kabul edilmektedir. Bu da en geniş yelpazede yer alan Allah’a ve hesap gününe iman eden insanları çerçevelemektedir. Bu yazımızda inanç ile günahın omuz omuza vermesinin bir kısım sebepleri üzerinde duracak, günahların olumsuz etkilerine yer verecek ve günahlardan uzaklaştıracak faktörleri arz etmeye çalışacağız.

 

Allah’a ve hesap gününe iman ettiği halde, insanların günaha girmesine kapıyı aralayan âmillerin başında psikolojik, sosyal ve kültürel unsurlar gelir. Bunlardan birer misal vermek suretiyle konuyu açalım.

 

PSİKOLOJİK ÂMİLLER

Hesabı yanlış yapmak. İnsanın yaratılışında var olan yarar-zarar ayarının bozulmasıyla yanlış hesaplama tabloları ortaya çıkar. İnsanları ahsen-i takvimde yaratan Allah, dünyada da ahirette de mutluluğu yakalaması, ruhânî yapısının kıvamına ermesi için yarar ve zararı fark edecek bir ayarı, bir ölçüyü de vicdanına takmıştır. Fakat insanoğlu, yanlış bir algılamayla zararı kâr hanesine, kârı zarar hanesine yazabiliyor. Şöyle ki; dünya ticaret pazarında “malını peşin ama az kârla satmak yerine, veresiye ama çok kârla satmayı” ön görenler, sıra ahiret metaının alınıp satılmasına geldiğinde, tam tersi bir uygulamaya geçebiliyorlar. Örneğin; on liralık dünya menfaatinden zarar etmemek için, doksan liralık ahiret menfaatinden vazgeçmeyi tercih etmek, “zararı kâr hanesine yazmak” anlamına gelir.

Bu peşin-veresiye dengesinin bozulması yalnız dünya-ahiret dengesi açısından değil, bizzat dünyanın kâr-zarar dengesini tersine çeviren yanlış bir sonuca da götürmektedir. Örneğin, insanlar, bu psikolojik baskı altında, hemen elde edilecek yirmi liralık bir ücreti, ileride verilecek seksen liralık bir ücrete tercih eder. Keza, hemen çekilmesi gereken 5 günlük bir hapis cezasını ilerideki 20 günlük hapis cezasından daha ağır bulur ve ikinci şıkkı tercih eder.

İşte bu çarpık psikolojik algılamanın bir sonucu olarak, insan ebedî bir mutluluk yeri olan cennete iman ettiği halde, fanî dünyanın değersiz, geçici bir kısım gayrı meşru lezzetlerini ona tercih eder. Yine, bu psikolojik baskı altında, dehşet veren cehennem gibi bir zindana inandığı halde, çok küçük bir dünyevî zarardan korunmayı cehennemden korunmaya tercih eder. “Ki onlar, dünya hayatını ahirete tercih ederler” (İbrahim, 14/3) mealindeki ayette bu gerçek vurgulanmıştır. Birinci sırada kâfirler için geçerli olan bu ayette, ikinci sırada ahirete inandığı halde, dünyayı ona tercih eden günahkâr müminlere de önemli bir mesaj vardır. Evet, her günah, dünyayı ahirete tercih etmenin bir yansımasıdır, iman şuuruyla feveran eden vicdana kulağı kapamak, nefsin sesine kulak vermek anlamındadır.

 

SOSYAL FAKTÖRLER

İnsanlara günah kapısını aralayan etmenlerden biri de sosyal faktörlerdir. Bu sosyal faktörler psikolojik âmilleri de harekete geçirecek bir tesire sahiptir. Bunları da şöyle açıklayabiliriz:

a. Sosyal çevre: Sosyal çevrenin insan ahlâkı üzerindeki tesiri tarih boyunca kabul gören bir gerçektir. Eskiden beri âlimler, “insanları günahlara sevk eden dört âmil”den söz ederler. Bunlar; nefis, şeytan, dünyaya düşkünlük ve kötü arkadaş/kötü çevredir.

Ebu Davud ve Tirmizî’nin rivayet ettiği “Kişi dostunun/arkadaşının dini üzerindedir, bu sebeple, herkes arkadaşlık edeceği kimsenin dinine baksın” (Aclûnî, 2/201) mealindeki hadiste bu gerçeğin altı çizilmiştir.

Denilebilir ki, “Üzüm üzüme baka baka karardığı” gibi, “insan da insana baka baka şımarır.” Nitekim, kötü bir araziye en iyi bir tohumu ekerseniz bile, randıman alamazsınız, orada çürür gider. Çocuklarını kötü çevreye bırakıp da iyi birer insan olmalarını bekleyenlerin kulakları çınlasın.

b. Günah işleyenleri can simidi olarak görmek: Öyle kimseler vardır ki, başkasının kötülüğünden kendine mazeret çıkarmaya çalışır ve “Ne yapayım herkes benim gibi kötüdür” diyerek rahatlamaya çalışır. Halbuki onların hiç birisi kendisiyle birlikte kabre girmez, onun günahlarını paylaşmaz. Bütün dünya canına kıysa, intihar etse, kendisi onlara asla katılmaz. Fakat manevî intihar anlamına gelen günah işlemek hususunda günahkârlara sığınır ve onları kendisi için bir mazeret kapısı olarak görür. Bu ise, bir çelişki olduğu kadar, samimiyet ve ciddiyetten yoksun olmanın da bir tezahürüdür.

Göz göre göre zarar eden tüccarlarla ortak olmak veya abdesti bozulmuş bir imama tabi olmak ne kadar akıl dışı bir davranış ise “niyet ettim günah işlemeye, uydum hazır olan kalabalığa.. Allah Kerîm’dir, Rahîm’dir, affı bol, merhameti çoktur” diye düşünmek o kadar ahmakane bir hezeyandır.

“Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi, size verdiklerimizi ardınızda bırakarak bize yapayalnız geldiniz” (Enam, 6/94) mealindeki ayette-deyim yerindeyse-kuru kalabalığa uymanın yanlışlığına dikkat çekildiği gibi;

“Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o çok aldatıcı şeytan da, sizi Allah hakkında (yanlış telkinler yaparak “siz günah işlemekten geri durmayın, keyfinize bakın, nasıl olsa o sizi affeder” diyerek) kandırmasın” (Lokman, 31/33) mealindeki ayette de “Allah’ın affı merhameti yanında, azap ve ikabının da olduğunu, korku ve ümit dengesini bozacak düşüncelerden mutlaka uzak durulmasının gereğine işaret edilmiştir.

 

KÜLTÜREL FAKTÖRLER

Dinden gelen kültürümüzde, tevbe ve af kavramı, günahların verdiği ümitsizlik ve ıstıraba karşı bize teselli veren, ileriye dönük ümit kapısını aralayan en büyük iki unsurdur. Fakat, bunları istismar etmekle yanlış yola sapan ve bu yolla günaha girenlerin sayısı oldukça fazladır. Allah, kullarının günahsız olamayacaklarını çok iyi bilir. Bu insanları affetmek yolu olarak da tevbe kapısını açık bırakmıştır. Tevbe; geri dönüş anlamına gelir. Sokaktan yuvaya, günahtan sevaba, zarardan yarara, cezadan affa, suçluluktan masumiyete, isyandan itaate, zahmetten rahmete dönmek demektir.

Ne var ki, bazı kimseler (yani biz, hepimiz) bu af kapısını-hâşâ-saf kapısına, bu rahmet kapısını fırsat kapısına çevirmek kurnazlığını tercih etmektedir.

Bu af kapısını günahtan vazgeçmek için değil de günaha teşvik etmek için verilen bir fırsatmış gibi algılamanın, “Madem tevbe kapısı açıktır, günah işlemeye devam!..” yargısına varmanın nasıl bir mantık çelişkisi olduğu ortadadır.

 

GÜNAHLARIN OLUMSUZ ETKİLERİ

Allah’a ve hesap gününe inandığı halde, günah işleyen kimse-iç dünyasında yaşayacağı ikilemden ötürü-birçok yönden, özellikle de psikolojik olarak çok olumsuz etkilenecektir.

Bir mümin olarak itaat ve isyan için kullanılan terminolojide müthiş bir etkileşim vardır. Örneğin; Allah’a ve Resulüne itaat eden kimse, ‘salih’ unvanıyla; isyan eden kimse ise, ‘fasık’ unvanıyla anılır. Bu iki kavram biri olumlu, diğeri olumsuz olmak üzere büyük bir etkiye sahiptir.

Salih insan; dürüst, düzgün, yararlı, faydalı, dosdoğru yolda olan, insanlık ailesine yakışan, cennete girmeye lâyık, İlahî rahmetin gözüne girmiş kimse anlamına gelir.

Buna mukabil fasık insan; yamuk, zararlı, kaypak, yoldan çıkmış, dosdoğru yoldan sapmış, cennet rotasından çıkmış, yolunu şaşırmış, İlahî rahmetin gözünden düşmüş adam demektir. Hangi fasık, günahkâr adam bu unvanla anılmak ister. Şu var ki, gerçekler kimsenin göz yaşına bakmaz.

Hz. Huzeyfe’den nakledilen bir rivayete göre Peygamberimiz (a.s.m) şöyle buyurmuştur: “Harama bakmak, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah’ın korkusundan bunu terk ederse, aziz ve celil olan Allah ona öyle bir iman verecektir ki, onun zevkini kalbinde duyacaktır.” (Hakim, 4/313; Mecmau’z-Zevaid, 8/63) Bunun bir anlamı şudur: Harama bakış, insanın hayvanî içgüdülerini ön plana çıkarır, bunların coşkun hale gelmesi, diğer ulvî duyguların sinmesine hizmet edecektir. Kalbin ulvî duygulardan uzaklaşıp, süflî arzuların damına düşmesi, çok derinden yaralanması anlamına gelir. Ayrıca, her kötü hayal bile şeytanın bir askeri olarak kalbin sol yanındaki ‘lümme-i şeytaniye’ eşkıyaları tarafından kuşatılmasına, kalbin sağ tarafındaki ‘kuvve-i melekiye’ askerlerinin dağılmasına katkı sağlayacaktır.

İnsan onuruna düşkün bir varlıktır. Ufak bir yanlışından ötürü âmirinden işittiği azardan dolayı morali bozulan, yemek iştahı kaçan bir insanın, işlediği bunca günahlardan ötürü Allah’tan işiteceği azarları düşünmekten çökmemesi mümkün müdür?

İnsan sahip olduğu vicdanı itibariyle iyiliğin kulu ve kölesidir. Bu vicdanla, kendisini yoktan yaratan, maddî-manevî binlerce harika donanımla donatan, bin bir türlü nimetlere boğan Rabbine karşı yaptığı saygısızlığı hatırladıkça, kalbinin en derin köşesinden duyduğu ıstırapla iki büklüm olması işten bile değildir.

 

KURTULUŞ REÇETESİ

Günahlardan kurtulmanın en kısa yolu, Allah’a ve hesap gününe dair imanı güçlendirmektir. Bu konuyu fazla uzatmamak için, aşağıda yer alan diyalogda, günahlara karşı faydalı bir bilinçlendirme örneği sunulmuştur:

Günahlardan kurtulmak isteyen bir adam, İbrahim b. Edhem’e gelir; aralarında şöyle bir konuşma cereyan eder:

Adam:

“Ey İbrahim b. Edhem!.. Ben çok günah işleyip nefsime zulmettim. Lütfen bana bazı uyarılarda bulun, belki ıslah olurum.”

İbrahim:

“Fazla üzülmene gerek yok; eğer sen beş hususu kabul edip onları yerine getirebilirsen, ne kadar günah işlersen işle, sana zarar vermez.”

“Nedir onlar?..”

“Birincisi şudur: Allah’a karşı isyan etmek istediğin zaman O’nun rızkını yemeyeceksin.”

“Olur mu hiç?.. Yeryüzünde bulunan her şey O’nun rızkıdır. O zaman ben ne yiyeceğim?”

“Be adam!.. Bir yandan Allah’ın nimetlerinden istifade edip, diğer yandan O’na karşı isyan bayrağını açmak sana yakışır mı?”

“Peki, ikincisi nedir?”

“Ne zaman Allah’a karşı isyan etmek istersen, hiç olmazsa o sıralarda O’nun memleketini terk et, başka yere git!”

“Bu, daha da imkânsız; O’nun mülkü olmayan bir yer yok ki oraya gideyim.”

“Be kardeşim!.. Hem Allah’ın memleketinde oturacaksın, hem O’nun verdiği nimetleri yiyeceksin, hem de O’na karşı çıkacaksın; bu, olacak iş mi?”

“Peki, üçüncüsü neymiş?”

“Allah’ın memleketinde oturup O’nun rızkını yediğin halde, yine de canın isyan etmek isterse hiç olmazsa bir yolunu bul da günah işlediğin zaman seni görmesin.”

“Ey İbrahim!.. Sen neler söylüyorsun? Bütün gizlilikleri bilen Allah’tan bir şey saklamanın imkânı var mıdır?”

“Arkadaş!.. Allah’ın memleketinde oturup verdiği rızkını yediğin halde, üstelik kullarını açıkça gördüğüne iman ettiğin halde, O’na karşı isyan etmek hangi aklın kârıdır?”

“Doğru söylüyorsun! Dördüncüsünü de söyler misin?”

“Söylediklerimi şimdiye kadar kabul etmedin. Hiç olmazsa şunu yap: Azrail canını almaya geldiği zaman ona ricada bulun ki, günahlardan sonra tevbe edip güzel işler yapabileceğin kadar sana bir süre tanısın!”

“Azrail, hiç böyle bir şeyi kabul eder mi?”

“Sevgili kardeşim!.. Ölümü öldüremiyorsun. Kabrin kapısını kapatamıyorsun. Azrail’le anlaşıp da hiç olmazsa bir müddet işi tehir edemiyorsun. Söyler misin Allah aşkına, nasıl kurtulacaksın?”

“Anlaşıldı. Lütfen beşincisini de söyler misin?”

“Beşincisi şu: Bilirsin ki bu dünyada Allah’a karşı isyan ettikten sonra Kıyamet Günü zebanîler peşini bırakmayacaktır. Eğer gücün yetiyorsa onlar seni Cehennem’e sürükledikleri zaman ayak diret. Böylelikle onlardan kurtulabileceğin için serbestçe günah işleyebilirsin!”

“Ya İbrahim!.. Biliyorsun ki ne onlar beni bırakırlar, ne de ben onlardan kurtulabilirim.”

“O halde, başka bir kurtuluş çaren varsa onu da sen söyle!”

Rivayete göre, bu adam, o saatten sonra ciddi bir tevbe etmiş ve hayatı boyunca salih amel yapmaya devam etmiştir. (N. Beki, Rahman Suresi Tefsirinden)

Görüldüğü üzere insanların günaha karşı duyarlılığını sağlayan, Allah’a ve ahiret gününe olan imandır. Bu iman gafletle devre dışı kaldığı zaman nefs-i emmarenin tuzaklarına düşmek kaçınılmazdır. İman şuurunun gücü nispetinde günahlardan kaçınma direnci artacaktır.