TR EN

Dil Seçin

Ara

Günahlar Nefsin Gıdasıdır II

Günahlar Nefsin Gıdasıdır II

Günahlar, helal dairesinin dışına çıkmak demektir. İslam’daki haram ve günah gibi sınırların ve çizgilerin; özelde bireyin genelde toplumun can, mal ve namus güvenliğini sağlama hikmeti vardır...

Günahlar, helal dairesinin dışına çıkmak demektir. Hâlbuki “helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir; harama girmeye hiç lüzum yoktur.”  Günahlar, sosyal hayata da zarar verir. Yani toplumsal hayatta can, mal ve namus güvenliğini zedeler. İslamiyet ise bu güvenliği sağlamak için tedbir alır ve sınırlar koyar. İslam’daki haram ve günah gibi sınırların ve çizgilerin; özelde bireyin genelde toplumun can, mal ve namus güvenliğini sağlama hikmeti vardır.

 

Günahın kendisinden daha tehlikeli olan günahın devamıdır. Bediüzzaman Hazretleri, bu konuda şu önemli tespitlerde bulunur: Günahların mahiyetinde ve özellikle devamında küfür (inançsızlık) tohumu vardır. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır. Mesela: utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adama meleklerin varlığı ağır gelir. Küçük bir delil ile onları inkâr etmek arzu eder. Böylece büyük bir helâket ve felâket kapısı ona açılır.

Evet, günahlar insanı—maazallah—inkâra kadar götürür. Örneğin; her zarar eden iflas etmez. Ancak iflasa giden yol zarardan geçer. Aynen öyle de her günah işleyen imansız olmaz. Ancak imansızlığa giden yol günahlardan geçer.

 

Günahta ısrarcı olmak bir insan için en tehlikeli olan durumdur. Çünkü günaha devam eden bir insan müptela, yani bağımlı olur. Sonra o davranışın günah olmamasını temenniye başlar. Temenni, zamanla itikada yani inanca dönüşür. Yani o kişi, yapmış olduğu haram davranışın günah olmadığına inanmaya başlar. Neticede gerek cezayı, gerek cezaevini (cehennemi) inkâr eder ve böylece imandan çıkar ve küfre düşer. Hâlbuki en güzel çare, günahların tövbe ve istiğfar ile imha edilmesidir; affetmesi için Allah’a iltica etmesidir.

 

Günahkâr bir insan, kötü çevresiyle teselli bulur. Hâlbuki “musibette beraber olmak demek olan teselli ise kabrin öbür tarafında pek esassızdır.” Kötü çevre ve arkadaş kabre kadar eşlik edebilir. Sonrasında insan yapayalnızdır. Yaptıklarıyla ve amelleriyle baş başadır. Günahlar ve haramlar ise kabir azabı gibi pek nahoş bir vaziyete dönüşürler. Ölüm öldürülmez ve kabir kapısı kapanmaz. Öyleyse en iyisi, kabir hayatına ve ötesine hazırlanarak yaşamaya çalışmaktır. Unutulmamalıdır ki; “her insan ölecek yaştadır.”

 

Günahları işlememeye karşı sabretmek ve nefsin gayr-i meşru isteklerine karşı durmak da bir çeşit ibadettir. Günah işlemek, nefsin iradeye galip gelmesi demektir. Hâlbuki “kalbimiz ne kadar yumuşak olmalıysa, irademiz de o kadar sert olmalı.” En büyük düşmanımız olan nefsin; arkadaşlarımız olan akıl, kalp ve ruhu mağlup etmemesi için nefisle mücadele etmeliyiz. Nitekim akılların muallimi olan Peygamberimizin (asm), “En büyük cihat, nefisle yapılan mücadeledir” hadis-i şerifi bu konuya dikkat çekmektedir.

 

Yalnızlık, boş durmak ve vakti değerlendirmemek günahlara birer davetiyedir. Çünkü bu durumda insan nefsiyle baş başa kalır. Zaten nefsimiz bir kurt gibi güçlü ve kurnazdır, bizi şeytanın tuzağına düşürmenin yollarını sürekli arar ve boş anımıza bakar. Dolayısıyla bir insan, kendine bir iş bulmazsa nefis ve şeytan ona iş bulur ve o kişiyi maddi-manevi perişan eder. Bundan dolayıdır ki Kalplerin Sevgilisi olan Peygamberimizin (asm), “Ey Allah’ım! Beni göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa nefsimle baş başa bırakma” duasını dilimizden düşürmemeliyiz.