TR EN

Dil Seçin

Ara

Fetih

Dağcılar, “Dünya’nın Damı” denilen bir zirveye tırmanmaya ant içmişlerdi. O güne kadar, hiç bir ekip bunu başaramamış, kısacası o zirveye hiç bir insan ayağı değmemişti. Bu yüzden herkesin gözü onların üstündeydi.

Ekip altı kişiydi. Grup lideri, bu işin zorluğunu çok iyi bildiğinden, zirvenin alt yamacında bir mola düzenledi. Orada bir gün dinlenip güç toplayacak ve ertesi sabah, son etabı tamamlayıp meşhur olacaklardı.

Mola verdikleri yerin yakınlarında, “Dağ Köylüsü” dedikleri insanlar yaşıyordu. Ve onlardan bir çocuğun ayağı kırılmıştı.

Dağ köylüleri, hayvan otlatmak için dik yamaçlarda dolaştıklarından, bu tür kazalara alışmışlardı. Ayağı kırık çocuğu bildikleri usullerle tedavi edecekler, daha sonra biraz topallasa da, buna fazla aldırmayacaklardı.

Ekibin genç üyesi, çocuğun acıyla kıvrandığını fark edince, ailesiyle konuşup onları ikna etti. Ve zirveye tırmanmaktan vazgeçerek, çocuğu bir kızağa yerleştirdi. Daha sonra onu kasabaya indirip, ayağının tedavisiyle ilgilendi.

Birkaç gün sonraki gazetelerde, zirveye bayrak diken beş dağcının fotoğrafları yayınlandı. O yıla kadar, bu zirveye çıkmak için can atan dağcılardan onlarcası kaybolmuş, yüzlercesinin de parmakları donmuştu. Bu bakımdan fetih, gerçek bir zafer sayılırdı.

Aradan on yıl geçti. Ünlü bir spor dergisi, o dağa tırmanan ne kadar dağcı varsa, hepsini bir araya toplamak istedi. Bunların başında da, dağın ilk fatihleri geliyordu. Ekipteki altıncı genç, onlar arasındaydı. Gerçi yolun yarısından dönmüştü ama, bu iş onun isteği dışındaydı.

Derginin toplantı için seçtiği mekân, dağın yamacındaki beş yıldızlı bir oteldi. Bu otelin elbette ki bir yolu vardı. Fakat spor dergisi, dağcılardan ufak bir ricada bulundu: Otele yoldan değil, arkadaki yamaçtan gelecekler, böylelikle eski günlerini anacaklardı. Bunun için de, bir kaç saat tırmanmak yeterliydi.

Toplantıya çok sayıda dağcı katıldı. Fakat ilk fatihler sanki unutulmuştu. Çünkü sonraki yıllarda aynı dağa çıkanlar, ilkinden daha zorlu yollar seçmişlerdi.

Dağa ilk çıkan ekip, gördükleri ilgisizlik karşısında şaşırmış, hayatları pahasına elde ettikleri zaferi sorgulamaya başlamışlardı. Yapılacak en güzel şey, bir an önce otelden ayrılmaktı. Dışarıda fırtına başlamış olsa da, yoldan değil tekrar yamaçtan inecekler, daha sonra belki de, hiç bir dağa adım atmayacaklardı.

Yola çıktıklarında, tipi halinde yağan karlar arasında, düşe kalka ilerleyen bir genç gördüler. Ve yardım etmek amacıyla o tarafa gittiler.

Delikanlı yarı donmuş vaziyetteydi. Önce otele gitmiş, aradığı kişileri bulamayınca, fırtınaya rağmen dışarı fırlamıştı. Gruptaki dağcıları tek tek süzdükten sonra, en genç üyenin yanına yaklaştı ve ona hiçbir şey söylemeden boynuna sarıldı.

Altı kişiden beşi, bu işe bir anlam verememişti. Fakat genç dağcı, yüreğinden kopup gelen bir mesaj yardımıyla, kendisine sarılanı bir anda tanımıştı. “Kırık Bacaklı Çocuk”tu karşısında gördüğü, bir zamanlar kızakla dağdan indirdiği...

Onu bir baba şefkatiyle kucaklarken:

 Bu havada çıkman tam bir çılgınlık, dedi. Donup ölebilirdin.

Delikanlının yüzü renklenmişti. Artık soğuk falan hissetmiyordu. Genç dağcıya bir kere daha sarılırken:

 Sizi bulmak her şeye değerdi efendim, dedi. Çünkü siz, bir insanın kalbini fethetmeyi, bir zirveyi fethetmekten önemli görmüştünüz.