Hattat Halim Özyazıcı’nın 1953 yılında yazdığı resmi görülen bu hadisin ibretli yazılış öyküsünü, edebiyat tarihçisi Prof. Dr. Orhan Okay hocadan dinleyelim:
“1953 yılında İstanbul’un fethinin beş yüzüncü yılı bir takım faaliyetlerle kutlanmaktaydı. Bu arada arkadaşım Gökhan Evliyaoğlu da bu faaliyetlere “Konstantiniyye Kızıl Elması” adlı ilk şiir kitabıyla katılmayı düşünüyor, fetih hakkındaki hadisin de bir hattat tarafından yazılarak kitabına konmasını arzu ediyordu. Aracı ben oldum. Bir pazar günü yine Çırpıcı’daki bağ evine gittim. Arzumuzu söyledim. Hoca hiç yüksünmeden “Olur, başımın üstüne!” diyerek önce şöyle bir düşündü. Kısa bir süre sessiz geçti. Zannederim yazıya kafasında bir istif tasavvur ediyordu.
Sonra bir kâğıt üzerine pergelle bir daire çizdi. Ortasına daha küçük bir daire. Her zamanki gibi kâğıdı dizinin üzerine koydu. O iki daire arasındaki boşluğa, hadisin başlangıç ve bitiş noktalarını görebilmek için, metni kurşun kalemle ve kabaca yerleştirdi. Daha sonra kamış kalem ve mürekkeple yazıya geçti. Dairenin alt sağ tarafından başlayarak, bir yandan kâğıdı sol eliyle döndürüyor, bir yandan da sağ eliyle inanılmaz bir harikuladelikle kalemi kaydırıp sürüklüyordu. Ve sülüs yazıyla hadis metni, daireyi tamamlayarak başladığı yerde sona erdi. Bütün bunlar onbeş dakika sürmüş müydü? Eğer bunda yanılıyorsam yarım saatten fazla olmadığına eminim. Bir yandan da bana yazıdaki eliflerin, lâm’ların, kef’lerin uzantılarının hep dairenin merkezinden geçtiğini izah ediyordu. Bu bittikten sonra ortadaki küçük daireye, dik olarak “Kale’nnebiyyü...” ibaresini bu defa daha ince bir kalemle ve yine sülüs olarak yerleştirdi.”
(Orhan Okay, Silik Fotoğraflar, s.103-104, Ötüken Yayınevi, 2001)