TR EN

Dil Seçin

Ara

Anneler Günü’nde Anne-Çocuk Manzaraları

Özel bir hastanenin giriş kapısında heyecanla bekleyen basın ordusu. Aylardır hamilelik haberleriyle gündemden düşmeyen ünlü, bugün anne olacak. Uzunca bir aradan sonra beklenen an geliyor. Özel fotoğrafçısı, kuaförü, makyözü ve doğum koçunun eşlik ettiği ünlü, patlayan flaşların altında hastaneye giriyor. Hayat temposunun hızını hiç kesmeden bugünlere gelinmişti işte. Sahne çalışmaları, hamile kıyafetleri, katalog çekimleri, bebek maması reklamları derken zaman su gibi akıp gitmişti. “Hamilelik süresince aldığı kiloları doğum sonrası verebilecek mi?” sorusu da zihinleri meşgul etmişti bu süre zarfında. Bunu başardığı takdirde(!) gelsin yeni programlar ve beki de “çok satanlar” listesinde yer alacak bir kitap çalışması. Modern zamanlarda anne olmak böyle bir şey olsa gerek. “Çocuk da... kariyer de...”

Karla kaplı dağ yamacında aşağıya doğru ilerleyen bir karaltı. Ağır aksak hareket eden bu karaltı, meşakkatli bir yolculuğu birlikte göğüslemeye çalışan bir insan topluluğu aslında. Yoğun kar yağışı yola geçit vermiyor. Arada bir sertleşen rüzgârla birlikte önünü görmek, dize kadar varan kar içinde adım atmak ne kadar zor ve yorucu. Bu çetin şartlarda yola koyulan on veya on beş kişi derme çatma bir sedye üzerinde taşınan genç bir kadına eşlik etmekteler. Köyün taze gelini anne olacak. Soğuktan buz kesen eller sedyeyi taşıyamaz hale gelince görev değişimi yapılıyor. Anne adayı sancılı ve tedirgin. Ancak bu şartlarda kime, ne desin? Dudakları kıpır kıpır duada. Yavrusunu sağ salim kucağına almak tek dileği. Hayatının en önemli dönüm noktalarından biri olan anneliği böylesine meşakkatle tecrübe etmesi, kendi acziyetini ve Rabbine muhtaçlığını öğreten bir dersti sanki.

Arkadaşları her sabah özel şoförü ve bakıcısı eşliğinde okula gelen küçük çocuğa gıpta etmekteydi. Giyim kuşamı ve kullandığı araç gereçlerin kalitesi her şeyiyle özel bir çocuk olduğunun ifadesiydi. En pahalı olan, en kaliteli olan, en son çıkan ne varsa öncelikle onda bulunurdu. Hayatta istediği her şeye sahip ve çok mutlu bir çocuk olmalıydı. Bu nedenle dalgın ve durgun bakışlarına, içe kapanık haline pek anlam veremiyorlardı. Çünkü bu kadar maddi imkân içinde yüreğinde kocaman bir boşluk olduğunu bilmiyorlardı. Öyle pahalı oyuncaklarla, son model teknoloji harikalarıyla doldurulabilecek bir boşluk değildi onunki. Zengin ve ünlü bir annenin çocuğu olmanın bedelini ödeyen bir çocuktu o. Bebekliğinden itibaren normal ve doyasıya bir anne çocuk ilişkisi yaşayamamışlardı ki. Annesi, onun geleceğini kurtarmak adına çok ama çok çalışması gerektiğini söylüyordu hep. Çocuğun ise her şeyden önce onunla birlikte olmaya ve sevgisini hissetmeye ihtiyacı vardı. Sevgiyi ifade etmenin tek yolunun pahalı hediyelerden geçmediği mesajını annesine bir şekilde vermek istiyordu. “Anneler Günü” bunun için güzel bir fırsat olabilirdi. Zihnini ve yüreğini günlerce toparlamaya çalışarak annesine duygu yüklü bir şiir yazdı. Akşam yemeğinden sonra en güzel kıyafetini giyerek şiirini okuyacak ve anneciğine yine kendi elleriyle yaptığı bir demet çiçek resmini takdim edecekti. Tabi bir de yanağına sımsıcak bir öpücük konduracaktı... Bir son dakika gelişmesi nedeniyle akşam yemeğine yetişemeyeceğini bildiren annesi gecenin geç vakti eve döndüğünde, küçük çocuğun koltukta uyuyakalmış olduğunu gördü. Yanı başındaki sehpanın üzerinde “Canım Annem” şiirinin yazılı olduğu rengarenk çiçeklerle süslenmiş bir dosya kağıdı, uyuyan çocuğunun yüzünde ise hüzün vardı.

Annesini küçük yaşta kaybeden genç kız Mayıs ayı gelince daha bir hüzne kapılıyordu. Nasıl kapılmasın ki? Bu ay içinde “Anneler Günü” kutlanıyordu ama onun annesi yoktu. Bugüne yapılan her vurgu, duyduğu her haber yüreğini bir kez daha incitiyordu. O Pazar gelmesin istiyordu. İnsanların hediyelik eşya satan dükkanlara akın ettiği, elleri kolları dolu olarak annelerine koşturdukları o gün, annesinin sıcak kucağına olan hasreti büyüyor da büyüyordu. Nereden çıkarmışlardı bu günü böyle? Annesiz çocukları hiç mi düşünmemişlerdi? Koca senenin sadece bir gününde vurgulanacak bir husus muydu sanki anne sevgisi? Anneler bütün ömürlerini çocuklarına adarken ve sevgilerini ifade için gün tahsis etmezken, onlara yönelik sevgiyi bu şekilde takvime bağlamak da neyin nesiydi? Sevgi takvimle işleyen ve illa ki alışveriş kültürü içinde ifade edilebilen bir duygu değildi ki. İşte bu nedenle ahirete göçmüş olan annesini her hatırladığında ve dua dua onu andığında yüreğinde ılık bir meltem gibi esen duygunun şu “tüketim kesilen” günümüz dünyasında bir karşılığı yoktu.

Modern bir huzurevinde kalan yaşlı hanımın gözlerinde beklenti dolu bir heyecan okunuyor. Mayıs ayı gireli, içinde bir kıpırtı gezinip duruyor. Bu coşku bahardan değil. Bir süredir yatağa bağlı olarak bakılmak zorunda. Dışarıya çıkıp baharla birlikte gelen güzellikleri doyasıya seyretme, o coşkuyu hissetme imkânı yok. Kendisi yerinden kalkamıyor ama gözü kapıda. Tek çocuğunun, biriciğinin “Anneler Günü”nde olsun ziyaretine gelmesi beklentisi içinde. Öyle ya, ailenin darmadağın olduğu, özgürlük adına insanların bencilleştiği ve giderek yalnızlığa mahkum olduğu bir toplumda, annesine düşkün duyarlı bir kızın öncülüğünde kendilerine hediye edilmiş bir günleri vardı. Doyasıya aile olamamanın acısını gençlik yıllarında hissetmesine fırsat vermemişti hızlı tempoda akıp giden hayatı. Ancak yaşlılıkla beraber bu halin ne kadar ıstırap verici olduğunu bizzat tecrübe ederek öğrenmişti. Şu yaşında modern imkânlarla bakıldığı binanın içinde dahi kendisini “yuvasız bir kuş” gibi hissetmesi bu yüzdendi. Ziyaretçisi gelmeyen, bir telefonla da aranmayan yaşlı kadının bütün gün kapıdan ayırmadığı gözleri nihayet uykuya yenik düştü. Bir “Anneler Günü” böyle geçmişti.

Daima hayırlı bir evlat olmuştu. Bilerek ve isteyerek annesini üzdüğü vaki değildi. Çocukluğundan beri, annesine sarılıp “Canım Annem” demekten büyük bir mutluluk duyuyordu. “Cennetin anaların ayakları altında olduğu” fermanını, gönlüne kazımıştı. Onun kendisinden memnun olması, Rabbinin kendisinden memnun olmasına en büyük vesile olduğunu biliyor ve hareketlerini buna göre düzenliyordu. Onun gönlünü hoş tutmak için her fırsatı değerlendiriyordu. Bir derdi olduğunda dinliyor, hastalandığında hastaneye götürüyor, bir ihtiyacı olduğunda temin edip kendisine teslim ediyordu. Annesine bir hediye almayı düşündüğünde de, Mayıs ayı gibi manasız bir vakti değil, Ramazan ve Kurban Bayramı gibi anlamlı vakitleri tercih ediyordu. Tahmin edeceğiniz gibi, “Anneler Günü” bu ailede sıradan bir gün olarak yaşandı. Çünkü yılın 365 gününe yayılmış güzel bir anne-evlat ilişkileri vardı.