TR EN

Dil Seçin

Ara

Üç Toynaklı Atın Gerçek Hikayesi

14 Ocak 2007 tarihinde ulusal bir gazetede, Sivas dolaylarında yapılan bir kazıda birçok hayvan fosili bulunduğu, bunların; Zürafa, hipparion adı verilen üç toynaklı at, antilop, keçi, koyun, sırtlan, gergedan, sincap ve fare gibi hayvanlara ait olduğu bildiriliyordu. Bu fosillerin Anadoluda bulunması, buranın milyonlarca yıl öncesinde zengin bir faunaya sahip olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Buradan çıkacak fosillerin bir müzede sergilenecek olması da memleketimiz adına sevindirici bir husustur.

Kazının sorumluluğunu yürüten sayın Prof. Dr. Erksin Güleç; Atın evrimi net şekilde görülüyor. Beş toynaktan tek toynaklı hâle geldiklerini biliyorduk. Üç toynaklı hipparion denilen atı bulduk.” demekte ve bu fosilin atın evrimini açıkladığını belirtmektedir.

Sayın Prof. Dr. Erksin Güleç’in, üç toynaklı atın, günümüzdeki tek toynaklı atların ceddi olduğu kanaatine nasıl ulaştığını bilemiyoruz.

Bu konuda bildiğimiz şu ki, bundan tam 200 yıl önce Lamarck, Kullanılan organların geliştiği, kullanılmayanların köreldiği” hipotezini ileri sürmüştü. Bu görüşten hareketle, yaklaşık 130 yıl önce de, atların da başlangıçta 5 toynaklı olduğu, zamanla kullanılmayan bu toynakların giderek tek toynağa inerek günümüzdeki atı verdiği iddia edilmişti.

Günümüzde bu düşüncenin bilimsel bir değeri yoktur. Sadece bilim tarihi açısından bilinmesi istenebilir. Çünkü, günümüz genetik bilimine göre, vücut hücrelerinde değil, üreme hücrelerinde meydana gelen değişiklik yavrulara geçmektedir. Bir başka deyişle, trafik kazasında kolunu kaybeden birisinin bu özelliği çocuklarına geçmez.

Atların evrimin delili olarak değerlendirmeye alınışını Wells şöyle belirtir: Atın evrimi ile ilgili olarak Darwinin 1882de ölümünden üç yıl önce, Yale Üniversitesi paleontoloğu Othniel Marsh, modern tek toynaklı atların, küçük dört toynaklı atadan nasıl geldiğini göstermek için at fosillerini içeren bir çizim yayınladı. Sadece ayak kemiklerini ve dişleri ihtiva eden Marsh’ın çizimi, çok geçmeden kafatası ile desteklendi ve at fosillerinin resimleri biyoloji ders kitaplarında ve müzelerde evrimin delili olarak hızla yerini aldı.”1

Uzmanların değerlendirmelerine göz gezdirildiği zaman, bu konuda ne kadar peşin hükümle hareket edildiği anlaşılır.

Dunouy ve Goldschmidt, tek tırnaklı atın, günümüzden 130 milyon yıl önce Mesozoik devrinde, yani çok tırnaklı attan evvel yeryüzünde mevcut olduğunu belirtir. Onlara göre, çok tırnaklı atların ilki ise Eosen devrinde, 55 milyon yıl önce ortaya çıkmış, sonuncusunun nesli de Miyosende yaklaşık 25 milyon yıl önce ortadan kalkmıştır.2,3

Evrimci biyologlardan Boyce Rensberger, atın evrimini belirten fosil serilerinin gerçekte bulunmadığını, farklı canlılara ait iskeletlerin yan yanan dizilerek bu serilerin elde edildiğini belirtir ve şöyle der:

Yaklaşık 150 milyon yıl önce yaşamış dört tırnaklı, tilki büyüklüğündeki canlılardan silsile halinde bir takım değişmelerle günümüzdeki atın evrimleştiği iddiası geçerliliğini yitirmiştir. Kademeli değişim yerine, her türün fosilleri tamamen farklı olarak ortaya çıkmakta, hiç değişmeden kalmakta, sonra da bunların soyu tükenmektedir. Dolayısıyla bunlar ara form değil, her birisi ayrı yapıya sahip farklı birer formdurlar.”4

İngiltere Doğa Tarihi Müzesi yöneticilerinden evrimci Colin Patterson da benzer görüşü dile getirir ve şu değerlendirmeyi yapar:

50 yıl önce hazırlanmış olan ve hâlâ müzenin alt katında duran atın evrimi sergisi, hayali kötü bir hikâyeden başka bir şey değildir. Atın evrimi, birbirini takip eden yüzlerce ilmi kaynak tarafından büyük bir gerçek gibi sunulmuştur. Ancak, bu tip iddiaları ortaya atan kişilerin yaptıkları spekülasyondan başka bir şey değildir.”5

Atın evriminin dayandığı fosillerin; Hindistan, Güney ve Kuzey Amerika ile Avrupada değişik zamanlarda yaşamış, farklı tür canlılara ait fosillerin küçükten büyüğe doğru dizilmesiyle oluşturulduğu belirtilir. Bu hususta evrimciler arasında da görüş birliği yoktur. Birbirinden farklı 20’den fazla atın evrim şeması vardır. Bu sıralamalardaki ortak noktanın, 55 milyon yıl önce Eosen Devrinde yaşamış Eohippus (Hyracotherium) adlı köpek benzeri bir canlının, atın ilk atası olduğuna inanılmasıdır. Halbuki Hitching, atın atası olarak sunulan bu Eohippusun, günümüzde Afrikada yaşayan ve atla hiçbir ilgisi olmayan Hyrax isimli hayvanın aynı olduğunu belirtir.6

Evrimcilerden Gordon Taylor, The Great Evolution Mystery adlı eserinde at serileri ile ilgili olarak şunu belirtir:

Paleontologlar, evrimciler tarafından ileri sürülen at serileri ile ilgili fosilleri ortaya koyamamışlardır. At serisi, evrim konusunda çözüme kavuşturulmuş örnek olarak takdim edilir. Ama gerçek öyle değildir. Eohippustan günümüzdeki at Equusa kadar uzanan sıralama çok tutarsızdır. Farklı kaynaklardan gelen canlılara ait fosillerin bir araya getirilip arka arkaya dizilmesi mümkündür. Fakat canlılar tarihinde bu sıralamayı doğrulayacak hiçbir delil yoktur.”7

Tilki büyüklüğündeki çok toynaklı atın, günümüzdeki atların ceddi olduğu iddiasının bilimsel zemine oturabilmesi için, bir formdan bir diğerine geçebilmek için yüzlerce ara form fosilinin olması gerekir. Ama yoktur, bulunamamıştır.

Ayrıca, genetik yapının ve biyokimyasal özelliklerin bu değişmeyi desteklemesi beklenir. Halbuki bunların hiç birisi böyle bir iddiayı desteklememektedir. En basitinden, at fosillerinin jeolojik devirlerdeki gelişmelerine paralel bir omurga artışı da yoktur. Örneğin, 55 milyon yıl önce yaşamış olan 4 toynaklı Eohippusta 18 çift olan kaburga sayısı, üç toynaklı Orohippusta 15 çifte düşmekte, tek toynaklı Pliohippusta 19a yükselmekte, günümüzdeki at olan Equusta da tekrar 16 çifte düşmektedir.

Öyle anlaşılmaktadır ki, çok tırnaklı at tiplerinin her birisi ayrı bir formdur ve belirli bir devre yaşayıp ortadan kalkmıştır. Tek tırnaklı atın nesli de tek tırnaklıdır.

Bugün, atların ayaklarındaki çıkıntıları evrime delil göstermek, evrimin bilime değil, spekülasyona dayandığının delilidir. Böyle spekülasyonların ve bilimselliğini yitirmiş materyalist felsefeye dayalı değerlendirmelerin en ince ayrıntılarına kadar ortaöğretim kitaplarında yer almasını arzu etmenin mantığını anlamak mümkün değildir.

 

ZÜRAFANIN BOYNU

Prof. Dr. Erksin Güleç, zürafanın boynunun bugünküne göre çok daha kısa olduğunu belirterek şu değerlendirmeyi yapmaktadır:

Zürafanın boynu bugünküne göre çok daha kısa. O dönemde bitki örtüsü zengin olduğu için beslenmesi daha kolaydı muhtemelen, boynunun uzun olması gerekmiyordu.”

Bu fikir yeni değildir. Fransız biyologu Jean Baptise de Lamarck, 1809da, yani günümüzden iki yüz yıl önce, Philosophie Zologique (Zoolojinin Felsefesi) isimli kitabında, fazla kullanılan organlarının gelişip büyüdüğünü, kullanılmayan organların ise körelerek ortadan kalktığını belirtmiş, buna örnek olarak da zürafanın boynunu göstermiştir. Zürafa, ortamda yeterli miktarda ot bulamadığından ağaç yaprakları yemeye mecbur kalmış ve alt yapraklar bittikçe daha yüksekteki yapraklara erişmek için çabalamıştır. Bunun neticesi olarak boynu uzamıştır.

Lamarck’ın ileri sürdüğü bu değişiklik, fenotipik farklılıklardır. Modifikasyon olarak ifade edilir. Yani canlının, genetik yapısında değil, vücut yapısında meydana gelen bir değişikliktir. Yavrularına geçmez. Halterci birisinin, bu özelliğinin çocuklarına geçmediği gibi.

Lamarck’ın bu hipotezi, temel genetik kaidelerine uymadığı için geçerliliğini yitirmiştir. Okul kitaplarında, sadece tarihi değeri olduğu için yer alır.

Aslında zürafaların, iddia edildiği gibi, uzun boylu ağaçları değil, küçük boylu olanları tercih ettiği, günümüzde yapılan bilimsel yayınlarda belirtilir. Nitekim, Uppsala Üniversitesi zoologlarından Robert Simmon, 1996 yılında yayınladığı bir makalesinde, zürafaların kurak mevsimlerde bile, alçak çalılardan beslendiğini dile getirmektedir.

Zürafanın boynu hakkındaki bu değerlendirme, bilimsel bir argümana değil, bu şekilde bir evrimin var olduğu inancına dayanmaktadır.

* Robert Simmon. The American Naturalist, 1996, V. 148, s. 771-786.

 

KAYNAKLAR:

1. Wells, J. Icons of Evolution, Science or Myth? Çev. Orhan Düz. Evrimin İkonları, Bilim Mi Mit Mi? Gelenek yayıncılık. Kurtiş Matbaası, İstanbul, s. 181, 2003.

2. Dunouy, L. Human Destiny. The New American Library. New York. 1947, P. 74.

3. Goldschmidt, R. B. American Scientist. 1952, Vol. 40, p. 97.

4. Rensberger, B. Houston Chronicle, 5 Kasım, 1980, Bölüm 4, s. 15.

5. Patterson, C. Harpers. Şubat, 1984, s. 60.

6. Hitching, F. The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong? New York. Ticknor and Fields, 1982, s. 30-31.

7. Gordon, R.T. The Great Evolution Mystery. London, Sphere Books, 1984, s. 230.