TR EN

Dil Seçin

Ara

Çocuğum Namaz Kılmıyor, Ne Yapayım?

Yıllar önce Zafer okuyucuları ile “Çocuğuma Namaz Alışkanlığını Nasıl Kazandırırım?” başlıklı iki yazı paylaşmıştım. Hamdolsun o zamanlar kendi çocuklarım için uygulamayı düşündüğüm ve kendim için yazdığım, sonrasında da sizlerle paylaştığım o yazılarımdaki programı uyguladık ve halen uygulamaya sabırla devam ediyoruz. Biri ergenliğe giren, diğerleri de ergenlik sınırında olan yavrularım artık biz hatırlatmadan beş vakit namazlarını kılıyor, ezana duyarlı, cami ve cemaatle namaza önem veren ve en önemlisi bunu bir zorlama olarak değil, severek, isteyerek kulluk şuuru ile yapıyor bir durumdalar. Elhamdülillahi haza min fadli Rabbi...

Bu yazılarımızdan haberdar bir aile dostum, lise yaşına gelen çocuğunun namaza karşı duyarsız olduğunu, bundan dolayı da şu hadise dayanarak ona karşı bazı yaptırımlar uygulamayı düşündüğünü paylaştı: “Çocuk yedi yaşına geldiğinde ona namazı emredin, 10 yaşına geldiğinde halen kılmıyorsa onu hafifçe dövün.” Bu konuda fikrimi sordu, ben ise onunla kanaatlerimi paylaştım. Konuyu önemli gördüğüm için de çocuğum ve namaz konulu yazılarımın üçüncüsü olarak kaleme almaya karar verdim.

Hadis iki kısımdan oluşuyor. İlk kısmı şöyle: “Çocuğa yedi yaşından itibaren namazı emredin…” Yani yedi yaşından itibaren namaz eğitimine başlayın. İkinci kısım ise, “10 yaşına geldiğinde halen namaz kılmıyor ise onu hafifçe dövün.”

Ebeveyn olarak bu hadisin ikinci kısmına bakabilmemiz için öncelikle ilk kısmı ile ilgili vazifemizi hakkıyla yapmış olmamız gerekiyor. Bunu anlamak için kendimize şu soruları soralım: “Yedi yaşından itibaren çocuğuma kademeli olarak namazı anlattım mı? Sevdirmek için gayret ettim mi? Ben kendim namazlarımdaki ciddiyetimle çocuğuma örnek oldum mu? Yoksa haftanın 3-5 günü kaçırdığım sabah namazları ile, yatmadan evvel yarım uykulu alelacele kıldığım yatsılarımla, sünneti terkedip vaktin sonuna doğru bıraktığım farzlarımla, yolculuklarda iş güç arasında kazaya bıraktığım namazlarımla ona kötü örnek mi oldum?”

Bu sorulara verdiğimiz cevaplardan bir ikisi bile olumsuz ise, hadisin ikinci kısmını dikkate almak için vazifelerimizi yapmadığımız anlamına geliyor.

Kıymetli dostlar, 7 ile 10 yaş arası, 4 yıllık bir süreç demektir. Bu 4 yılın her günü, günde 5 defa çocuğuna namazı hatırlatan bir ebeveynin, kendisinin de namazda tavizi yoksa o zaman çocuğunun namaz kılmamasından dolayı bu hadisteki ikinci kısmın muhatabı olabilir. Yani matematiksel olarak 4 x 365 x 5 = 7300 defa namaz çabası sarfeden bir ebeveyn için “çocuğum bunca çabama rağmen namaza başlamadı, o zaman artık farklı biz çözüm düşünmeliyim” diyebilir... Ancak şunu da unutmadan:

 

Orası Medine, Ya Burası?

Bu hadisin söylendiği toplumda Bilal-i Habeşi’nin (ra) okuduğu ezanla yankılanan Medine sokaklarında her yerden heyecanla Allah Resulü’nün (sav) arkasında namaz kılmak için Mescid-i Nebeviye koşan, kadını ve erkeği ile namaz odaklı yaşayan bir toplum vardı. İşte o Medine’de, o toplumda birisi namaz kılmıyor ise, cemaate gelmiyor ise zaten ya ciddi bir bahanesi vardı veya İslam’dan nasiplenememiş biriydi...

Şimdi ise ezanın sesini trafik gürültüsü içinde zor duyan (belki duyamayan), herkesin dünyaya daldığı, dünya odaklı bir toplumda yaşıyoruz. Camilerimiz malesef cemaatsiz ve gençlerimiz azınlıkta. Çocuklarımız, belki de hiç namaz kılmayan onlarca arkadaşı ile ve belki de İslam’a dair hiçbir kelamın konuşulmadığı sınıflarda eğitim görüyorlar. Yani yeni nesil bir nevi fetret dönemi yaşıyor.

Sahabenin tüm gündemi Allah’ın ve Resulü’nün (sav) istediği ve emrettiği gibi yaşamak iken, bizim gündemimiz siyaset, futbol, ekonomi ve dünya olmuş. Sahabeden iki kişi bir araya geldiğinde gündemleri, merakları, Allah’ın yeni nazil olan ayetlerini, Allah Resulü’nün (sav) nasihatlerini konuşmak iken, bizler selam kelamdan sonra elimize aldığımız telefonlarla her birimiz ayrı dünyalara dalıp gidiyoruz...

Özetle diyorum ki, namazdan ve İslam’dan bu kadar uzak bir toplumda kızarak döverek değil, bir insan sadece sevgi ve şefkatle namaza alıştırılabilir. İlgi ve ikna ile Allah’ın emirlerine yakınlaştırılabilir. Yoksa kaş yapalım derken, aksine göz çıkarmış olur, sevdireceğimize nefret ettirmiş oluruz. Şu hadis hayat rehberimiz olmalı: “Kolaylaştırın zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin!” (Buhari, İlim, 11)

Sevgili dostlar, Hazreti Nuh’un ümmetine 900 küsür sene hak ve hakikatı anlattığı malumunuzdur. Bu ümmetin inanmayanları içinde malesef kendi evladı da vardı. Şimdi şu ayetlere dikkat kesilelim:

“Derken gemi onları, dağlar gibi dalgalar arasında götürmeye başladı. Nûh, uzak duran oğluna,

“Haydi yavrum gel, sen de bizimle birlikte gemiye bin, kâfirlerle beraber olma!” diye seslendi. Oğlu:

“Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” diye cevap verdi. Nûh dedi ki:

“Bugün Allah’ın hükmünden ancak O’nun esirgedikleri kurtulacaktır” derken aralarına dalga giriverdi, böylece o da boğulanlardan oldu.” (Hud 42-43)

Dile kolay 900 küsür sene insanlara nasihat etmiş, anlatmış, onların içinde oğlu da var… Ama son anında bile ona “yavrum” diyerek şefkatini eksik etmemiş. İçi yanmış bir baba olarak, suların yeryüzünü kaplamaya başladığı hengâmede bile Allah’a isyandan vazgeçmesi için “kafirlerle beraber olma” diyerek çaba göstermeye devam etmiş. Buna rağmen oğlunun hidayetten nasibi olmamış, ama baba vazifesini yapmış. 

Kendimize soralım, kaç sene yavrumuzun namazsızlığına veya Allah’ın emirlerine lakayt kalmasına tahammül ettik, sabır gösterdik? Kaç yıl sevgimizi ve şefkatimizi eksik etmeden, bıkmadan, bıktırmadan ona Allah’ın emirlerini sevdirerek anlatmaya devam ettik? Kaç yıl evladımız için içimiz yanarak, korkarak dua ettik? Hz. Nuh’un çabasının 100’de 1’i kadar çabamız oldu mu?

Son olarak şu ayeti de hatırlatıp, Nuh kıssası ve bu ayetin bize verdiği dersi tefekkür ederek yazımızı sonlandıralım:

“Kuşkusuz sen istediğini hidayete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidayete erdirir ve hidayete erecek olanları en iyi O bilir.” (Kasas Suresi, 56)

Bu ayetten ve kıssadan şu dersi alabiliriz: Nuh gibi sabredip, sevgini ve şefkatini eksik etmeyeceksin. Pes etmeyecek, anlatacak, dua edeceksin. Sen 90, evladın 70 yaşında olmuş olsa bile, madem halen evladın, o zaman vazifeni yapmaya devam edeceksin. Ama buna rağmen de olmuyor ise, Allah’ın hükmüne boyun eğeceksin, çünkü hidayet O’nun elindedir...