TR EN

Dil Seçin

Ara

Küçük Bir Kâinat Olan İnsan, Kur’ân’ın Özü Olan Fatiha Ve Bütün İbadetlerin Özeti Olan Namaz

Küçük Bir Kâinat Olan İnsan, Kur’ân’ın Özü Olan Fatiha Ve Bütün İbadetlerin Özeti Olan Namaz

“İnsan şu âlem-i kebîrin bir misâl-i musağğarıdır.” 

“Fatihâ-i Şerîfe, şu Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın bir timsâl-i münevveridir.”

“Namaz dahi bütün ibâdâtın envâını şâmil bir fihriste-i nuraniyedir.”

(Bediüzzaman, Sözler)

Misal-i musağğar, küçültülmüş örnek demektir. 

Kâinât büyük âlem, insan ise onun küçültülmüş bir numûnesi olan küçük âlemdir. Bu benzetme Nur Risaleleri’nde çokça geçer. 

Bir risalede, “insanın bu kâinât ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi olduğu” ifade edilir. Meyve ise ağacın küçültülmüş hali gibidir. Ondaki çekirdek, ağacın bütün özelliklerini netice verecek bir programa sahiptir. Bu mana daha başka bir şekliyle, kâinât ve insan arasında da geçerlidir. Nur Risaleleri’nde beyan edildiği gibi, kâinattaki levh-i mahfuzun küçük bir misâli insanın hafızasıdır. Âlem-i misâlin bir numunesi insanın hayalidir. Taşların misâli kemikler, toprağın misâli ise etleridir. 

Ruhlar âlemi insanın ruhuyla temsil edilirken, bu varlık âleminin “şehadet ve gayb” (görünen ve görünmeyen) olarak iki kısma ayrılmasının da bir küçük örneği insanın “bedeni ve ruhudur.” 

Arş, bütün âlemlerin idare merkezi olduğu gibi “Kalb de bir arştır”, o da beden âleminin emir ve komuta merkezidir. 

Daha böyle yüzlerce yönden insan ile kâinat arasında ilgi vardır; ağaçla meyve arasındaki ilgi gibi.

İnsanla kâinat arasındaki bu ilgi, sadece belli insanlar için değil, bütün bir insan nevi için geçerlidir.

Dünyaya gelen her çocuk bu özellikleri taşıyarak doğar. Bu harika yaratılışının gereğini yerine getirip getirmeme konusunda ise insanlar arasında, Üstad’ın ifadesiyle “arştan ferşe, seradan Süreyya’ya, zerreden şemse” kadar farklılık vardır. Bu ayrı bir konudur.

“Fatihâ-i Şerîfe, şu Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın bir timsâl-i münevveridir.” 

İnsan kâinatın küçük bir misâli olduğu gibi, Fatiha Sûresi de Kur’ân’ın nurlu bir timsalidir. 

İşarat’ül-İ’caz isimli tefsirde, Kur’ân-ı Kerîm’in maksatları dörde ayrılarak incelenir: tevhid, nübüvvet, haşir, “adalet ve ibadet.”

Bu dört maksat Fatiha Sûresinde de mevcuttur. 

Bu sûre, bütün hamdin Allah’a has olduğunu beyan ile başlar. Bu ise tevhidi ifade eder. Daha sonra, Allah’ın bütün âlemlerin yegâne Rabbi olduğuna “Rabbü’l-âlemin” ismiyle vurgu yapılır. Bu da yine tevhidin—tevhid-i rubûbiyetin—ilanıdır. 

Kur’ân-ı Kerîm’de ne kadar İlâhî isim geçmişse, bunları temsil etmek üzere Allah, Rahmân ve Rahîm isimleri zikredilmiştir. 

Maliki yevmiddin, haşir ayetlerinin; “iyya ke na’büdü” ise, ibadet ayetlerinin bir temsilcisi gibidirler. 

Bütün dua ayetleri “iyya ke nestain”de özetlenmiştir.

Sırat-ı müstakim üzere bulunan ve kendisine İlâhî ihsanların edildiği zümre (enamte aleyhim) en başta, bütün peygamberlerdir. Dolayısıyla burada bütün peygamber kıssalarına da işaret vardır. 

Allah’ın gazabına uğramış ve O’nun nurlu yolundan sapmış bulunun bütün insanlar ise “mağdup” ve “dâllîn” kelimelerinde özet olarak mevcutturlar. 

“Namaz dahi bütün ibâdâtın envâını şâmil bir fihriste-i nurâniyedir.” 

Namazda, yeme içme olmadığı için bir nevi oruç tutulmaktadır. 

Kâbe’ye yönelmek de haccı temsil eder. 

Namazda geçen vakit, ömrün zekâtı olarak düşünülebileceği gibi, elbisemizde meydana gelen yıpranma da yine bir nevi sadaka (sadaka-i maliye) olarak kabul edilebilir.

Öte yandan, namaz “bütün mahlukatın esnâf-ı ibadetlerini” de temsil etmektedir. Ağaçlar kıyam halindedirler. Hayvanlarda rükû daha net olarak görülür. Herbiri bir görevle çalıştırılan ve bu fıtrat kanunlarına itaat eden canlılar ve hayvanlar da bu itaatleriyle bir nevi secde halindedirler. 

Melekler âleminin ibadetleri de namazda temsil edilir. Sürekli kıyamda olan melekler bulunduğu gibi, daima rükûda veya secdede olan melekler de vardır. Bu üç nevi ibadet de namazda mevcuttur. 

Namazda okunan surelerin manalarını düşünmek de insanı, sürekli olarak tefekkür halinde bulunan ve mahlûkatın ibadetlerini temsil eden meleklere benzetir. 

Bu Üçüncü Nükte’de şöyle ulvî bir tablo sergilenmiş oluyor:

Kâinâtın küçük bir misâli olan insan, bütün ibadetlerin fihristesi olan namazda, Kur’ân’ın hülasası (özü) olan Fatiha’yı okumaktadır. Ve bu şekilde Âlemleri Yaratan Allah’a en geniş çapta muhatap olmaktadır.