Bir söz yüsek sesle söylendiği için haklı olmaz. Hakkı ifade ettiği ve gerçeği barındırdığında o söz hak sözdür, sözün sahibi o zaman ‘haklı’ olmuş olur.
Bazı insanlar kendileri konuştukça muhatapları susuyorsa, söylediklerinin doğru ve haklı olduğu zehabına kapılırlar. Oysa bir sözün doğruluğunun kıstası bir insan değil; ‘hak olan’a uymasıdır. Bütün hakikatlerin kaynağı ve mercii de ‘Hakk’ ismidir.
“Ölçüleri yanlış olanların, tüm ölçümleri de yanlıştır.” ya… karşısındakinin susup cevap vermemesini, sözünün doğruluğuna ölçü sayanlar da hata yaparlar.
Belki o söz cevap vermeye değmeyecek bir sözdür.
Ya da o sözün hak ettiği seviyeden cevap verip, seviyesini düşürmek istemiyordur muhatap.
Belki de söyleyeceği söz anlaşılmayacaksa, boşa gidecekse, nafile konuşmak istemiyordur o insan.
Çiğ ile pişmişi karıştırmak istemiyordur.
…
Her söz hem kilittir, hem anahtardır. İki kişi konuşurken nice kilitler açılır, nice manalar çözülür.
“Laf lafı açar.” derler ya; açılan sözler de kilit olur, onların üstüne gelenler anahtar. Konuşmanın zevki de belki buradan gelir: kapalı manaları aça aça gitmek, yeni bir şeylere ulaşmak insana haz verir…
…
Söz olmasa akıl karanlıkta kalırdı.
Göz için ışık ne ise, akıl için de söz odur.
Göz görmek için güneşe muhtaç olduğu gibi, akıl da anlamak, bilmek için ‘sözlerin güneşine,’ yani Kur’an’a muhtaçtır. Kur’an güneşiyle görebilir insan, kendisinin ve kâinatın hakikatini, gerçek anlamını; kalbinden doğan soruların cevaplarını…
Çünkü söz ışıktır… Gerçekler bütün yönleriyle bu ışığın altında görülür. Ancak aldanmamak lazım her söze; ideolojilerin yapay ışıkları hakkı değil, istediğini istediği kadar gösterir insana… İşte bu yüzden, yeri geldiğinde hak olana evet; bâtıl olana hayır demeyi bilmeli insan.
…
Sözümüzü bununla bağlayalım:
İnsan sözünü bağladı mı, o söz de insanı bağlar. Bunun için kaldıramayacağın yükün altına girme; gereğini yapamayacağın sözü söyleme…