TR EN

Dil Seçin

Ara

İddialı Sözün Ağır Karşılığı

Yeryüzü, Yüce Yaradan’ın takdirini bir anlığına unutarak söz söylemenin bilhassa müminleri çabucak yakalayan bedelleriyle doludur.

 

Rabbimiz Yüce Kitabımızda bir hikâye üzerinden çok önemli bir ders verir bize: Hani iki bahçe sahibi ertesi gün erkenden hasat yapmaya sözleşirler de, Allah’ın dilemesini unuturlar, “inşallah, nasipse” demezler. Allah da gece mahsullerini kapkara kurutup yok eder de ertesi sabah bahçelerini bomboş bulurlar. (Kalem, 17-32)

Yeryüzü, Yüce Yaradan’ın takdirini bir anlığına unutarak söz söylemenin bilhassa müminleri çabucak yakalayan bedelleriyle doludur. Yüce Rabbimiz, peygamberler dâhil hepimizi sözlerimizle sınamakta ve bizleri iddialarımızla yüzleştirmektedir.

Yeterince kazandıktan sonra ev almaya karar verdim ve yıllarca ev aradım. Ankara’da birçok semtte sayısını unuttuğumuz çoklukta ev gördük. Ben beğensem eşim beğenmiyor, eşim beğense ben beğenmiyordum. İkimiz beğensek satıcı cayıyor, satıcı kabul etse başka bir engelimiz çıkıyordu. Yarım bir yer aldık, satan kandırdı, işi yıllarca bitirmedi, oturamadık. Başka bir yer aldık, oturamayacağımızı anlayınca satmak zorunda kaldık. Başarısızlıktan yorgun düştüm ve bir gece yalvardım: ‘Yüce Allah’ım, neden nasip olmadığını anlamamı lütuf buyur, bağışla!’ Ansızın bir hatıra geldi kalbime:

Yirmi yıl önce işe başladığımda, bir iş arkadaşım bana “Kardeşim, ne yap et, evlenmeden önce paranı biriktir. Ben yirmi yıllık devlet memuruyum hala bir ev alamadım” demişti. O zaman elindeki sigaraya bakmış; 30 yıldır içtiği sigaranın duman ettiği parayla en az bir ev alabileceğini hesaplamıştık. Arkadaşıma iddialı şekilde “Sigara içmeseydin çoktan kim bilir kaç ev almış olurdun!” demiş ve bu hatırama, israfla mücadele bağlamındaki konuşmalarımda yer vermiştim.

Ben de şimdi tam yirmi yıllık memurdum. Nasıl da Cenabı Allah’ın takdirini unutarak iddia edebilmişim! İsterse dünyaca hazinesi olsun, Allah nasip etmezse ondan bir lokma yemek kimin haddine? Bir tövbe, bir yakarış! Ardından, son kez bakayım şu internete dedim, bir projenin mimari silüetini hayal meyal gördüm. Ertesi gün akşam karanlığında o evi tahmin ettiğim yerde buldum. Detaylıca inceleyemeden çok beğendiğimiz o evi o gece müteahhitle yarım saatlik pazarlıkla aldık. Bütün yollar ve şartlar o evi almamıza adeta hizmet etmişti. Allah bağışlamasaydı bir ömür iddiamın bedeliyle boğuşmaktan beni kim kurtarabilirdi?

Yüz bin kişilik Diyojen ordusunu dağıtan Malazgirt fatihi Alpaslan’ı hatırlayın. Günün birinde teslim olup ayaklarına kapanan bir kale komutanının fırlayıp sapladığı hançeriyle yaralanır. Ağırlaşıp öleceğini anladığı dördüncü gün devlet ileri gelenlerini toplar ve onlara şöyle söyler: “Dün bir tepe üzerinden ordumun büyüklüğünü izlerken, adeta ayağımın altındaki dağ sallanıyor sandım. ‘Ben, dünyanın hükümdarıyım. Beni kim yenebilir?’ diye düşündüm. Cenabı Hak da, zayıf bir kuluyla beni cezalandırdı.” der. Tövbe edip şehadet getirerek vefat eder. İrfan sahibi kılınmış kimselerin kalplerinden geçenlere bile ne denli dikkat göstermeleri gerektiğini görüyor musunuz?

Burada Hz. Yakup’un (as) bir sözüyle ilişkili ağır imtihanını da hatırlatmama izin verin. Hani çok sevdiği küçük oğlu Yusuf’u (as) diğer oğullarıyla kırlara gönderemez de şöyle söyler: “Doğrusu onu götürmeniz beni çok üzer. Onu dalgın bir anınızda kurdun kapmasından korkuyorum.” (Yusuf, 13) Yüreği evlat sevgisiyle tutuşan bir babanın böyle söylemesi olağan kabul edilebilir. Ancak Hz. Yakup (as) bir peygamberdir ve Allah’ın izin vermeyeceği, dilemeyeceği, emretmeyeceği bir kurdun kimseye dokunamayacağını bir an bile unutmaması beklenir. Nitekim bu bir anlık dalgınlıkla söylenen sözden sonra mübarek peygamber Hz. Yakup’un (as) o çok çetin imtihanı başlar. Kıskanç kardeşleri kıra götürdükleri Yusuf’u “kaybolsun veya yabancıların eline geçsin” diye kuyuya atarlar. Sonra da babalarına dönüp, “Yusuf’u kurt kaptı” derler.

Yüce Allah, Hz. Yusuf’u (as) bir kervana buldurur, ardından pazara düşüp köle olur Hz. Yusuf. Kralın sarayına satılır; orada yükselir ve kralın karısıyla yaşadığı malum imtihanından sonra da zindana atılır. Yıllar sonra iki arkadaşının rüyasını yorumlar Hz. Yusuf. Arkadaşlarından birinin kurtulup krala hizmetine geri döneceğini anlar ve ona ‘Krala (benim burada unutulduğumu) hatırlat’ der. Arkadaşı zindandan çıkar; lakin Hz. Yusuf’u hatırlatmayı yıllar geçer de hatırına getiremez. (Yusuf, 42)

Yüce Kitabımızın bu olayı aktararak verdiği dersi görebiliyor muyuz? Sevdiği kulu Hz. Yusuf’u zindana düşüren Allah’tan başka kimdi? Kral temiz Yusuf’u karısının oyunu yüzünden bir süreliğine zindana attığını hatırlasa ne olacak, hatırlamasa ne olacak? Yüce Allah’ın zindana düşürdüğünü, O’ndan başka kim özgürlüğe çıkarabilir? Bir anlık dalgınlıkla söylenen söz, zindanda yıllarca kalmasına yol açmıştır.

İddialı sözlerin bedeli olan çok sayıda hayat hikâyesi dinledim. Sözünüz yüzünden aniden bir tahttan iniyorsunuz, ansızın hayat treniniz makas değiştiriyor. İşte bazı ibretli hikâyeler:

Bir kadın yıllarca yırtınıp çırpınarak çocuk ister de olmaz. Sonunda hırsla şöyle söyler: “Allah’ım bana öyle bir evlat ver ki bir dakika bile yanından ayrılmayayım.” Duası kabul olur ve istediği o çocuk doğar. Bebeklikte bir hastalık geçirir çocuk ve beslenme borusuna bağımlı yaşar. Yutkunurken tükürüğünden boğulmaması için, birisinin gece gündüz 1440 dakika başında nöbet tutması gerekir.

Bir tanınmış şahsiyet, Avrupa kupalarında at koşturan Türk takımını izlerken şu sözü söyler: “Bu maçlarda kalp krizi geçirmeyen, artık kalp krizinden ölmez.” Türkiye’ye döner ve iki hafta sonra kalp krizinden vefat eder. “Her şeyim var; Allah’ım Sen’den daha ne isteyeyim ki!” cümlesini ağzından kaçıran bir annenin ekonomisi dağılır ve bir daha iki yakalarını bir araya getiremezler.

Bir adam yıllarca işsizdir ve günün birinde iki yakın arkadaşı bakan olunca “Tamam, artık işim garanti!” sözleriyle sevincinden uçar. Ankara’ya gelip arkadaşlarının kapısını çalar. Arkadaşları kendisine iş bulmak için defalarca emir verdiği, çaba harcadığı halde bir yılan hikâyesi olur ve bir türlü hiç biri kendisini işe koymayı başaramaz. Ümitsizce döner memleketine.

‘Düşün ve Başar’ adlı ilk kitabımı tamamladığım geceyi hatırlıyorum. Bilgisayarımın karşısında tasarımın son şeklini gözden geçiriyorum sevinç içinde. Kitabı ertesi gün diskete aktarıp matbaaya götüreceğim. “Başardım” düşüncesi geçti kalbimden, ekrana bakarken. “Başardım!” Sabırsızlıkla ulaştığım ertesi sabah bilgisayarımı açıp bilgileri diskete aktaracaktım ki açılan ekran ansızın karardı. Bir daha çalışmadı bilgisayar. Endişe içinde koştum bilgisayarcıya ve o gün yıldönümü olan Çernobil virüsünün tüm sabit disk bilgilerini sildiğini, yani kitabımın yok olduğunu öğrendim. Tövbe istiğfar sonrasıdır ki Yüce Mevla, yazdıklarımı önceki notlarımdan tekrar yazabilmemi nasip buyurmuştur.

İnsan bazen boş bulunmaktan, bazen bilinçsizlikten, bazen kibirden haddini aşan bir söz söyler. Hayatındaki her iyi şeyin birer ilahi lütuf olduğunu unutur. Öyle emin ve iddialı konuşur ki, Yüce Yaradan’ın aziz rahmetini rencide eder. Böylece sözünün karşılığı bir tokat olarak çöker başına. Adeta kendisine evrenin hal diliyle şöyle söylenir: “İddia mı ediyorsun be gafil! Sen mi yaratıyorsun yaşadıklarını? Hadi iddia ettiğini yap bakalım! Hadi al hırsla istediğini, bakalım hayrına mı olacak? Hadi kal kendi hayalî gücünle baş başa! Hadi başına gelsin alay ettiğin şey de, aynanda kendini gör!”

Şu halde… Bir planımız mı var? Kendimizde bir imkân mı gördük? Bir iş mi bitiriyoruz? Bir söz mü vereceğiz, bir vaatte mi bulunacağız? Üslubumuza ve kalbimize dikkat etmeliyiz. “İnşallah, nasipse, niyetimdeyim, planlıyorum, hedefliyorum, gayretindeyim, elimden geldiğince, mümkün olursa, yapabilirsem” tarzında bir anlatım kullanarak, “ilahi iradenin altında bulunduğumuz bilincini” söylemimize yansıtmalıyız. Rabbimiz bunu başarmakta bize rahmetiyle yardım buyursun.

Yoksa, haddi aşan söze verilen cevap kimini öfkeye, isyana düşürerek imanına mal olur. Kiminin ailesini, kiminin malını mülkünü, itibarını paramparça eder. Kişi imansızsa hesabı ahirete kaldığından böylesi tokatlar yaşamayabilir. Anlamadan konuşan cahilin de affı kuvvetle muhtemeldir. Ama gafilce konuşan bir mümine ve hele de Allah’ın ilim ve marifette yükselttiği bir mümine tokat hızlı yetişir. Allah korusun.