TR EN

Dil Seçin

Ara

Sonsuzluğa İlk Adım

Biz dünyaya dünyadan baktığımız için, dünya hayatıyla ilgili her şeyi yerli yerine oturtamıyoruz. Çünkü bulunduğumuz yerden, dünyadan başkası görünmüyor. Onun için, bu dünyaya gelişi yokluktan varlığa çıkış, buradan çıkışı da yokluğa gidiş olarak algılıyoruz.

Kur’an’ın bakışı ise bütün zamanları kuşattığı için, o bize dünyayı, öncesi ve sonrasıyla dosdoğru bir şekilde gösterir. Bu doğrular arasında ölümün hakikati de vardır. Kur’an, bizim hayattan ayrılış olarak gördüğümüz ölümün “yaratılışından” söz eder, onu bir varlık olarak ifade eder. Gerçi o bir ayrılıştır; fakat hayattan değil, ebediyete uzanan zaman çizgisi üzerindeki küçük bir aralıktan ayrılıştır. Bu aralıktan kurtulan, daha geniş boyutlarda bir hayata kavuşur. Oradan bakıldığında, ölüm de hiç şüphesiz bir doğuş olur. Bu fani hayata doğuş nasıl bir Yaratıcının eseri ise, o bâki hayata doğuş da öylece bir Yaratıcı ister. Ve, tabii, her iki âleme doğuşun da bir amacı vardır:

Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi sınamak için ölümü de, hayatı da yaratan O’dur. Onun kudreti her şeye üstündür; O çok bağışlayıcıdır.1

Ölüm yeni bir doğuştan, gerçek hayata geçişten başka bir şey olmadığı halde niçin bize bu kadar soğuk görünür? Niçin ölümden hoşlanmayız da korkarız?

Bunun en özlü cevabını Hz. Hasan veriyor: “Siz dünyanızı süslediniz, ahiretinizi viran ettiniz. Süslediğiniz yerden harabeye geçmek istemiyorsunuz.”

Gerçi ölüm hiçbir zaman temenni edilmez. Çünkü ebedî bir hayatı kazanmak için elimizdeki yegâne fırsat bu dünya hayatından ibarettir; o elimizden çıktıktan sonra bir daha asla ona kavuşacak değiliz. Bu fani dünya üzerinde geçireceğimiz her günün, hatta her saatin, bu bakımdan, büyük bir değeri vardır. Fakat bu ahirete yönelik bir endişedir. Dünyayı kaybetmekten korkmak ise bundan çok farklı bir şeydir. Dünyayı kaybetmekten korkanlar için ölümden daha ürkütücü bir şey olamaz. Ahiretin kazancını isteyenler ise, ölümü ne kadar geç isterlerse istesinler, onun belirlenmiş bir vakti olduğunu bilirler ve o vakit geldiğinde Rablerinin hükmünü hoşnutlukla karşılarlar. Peygamberimiz bir gün “Kim Allah’a kavuşmaktan hoşlanırsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanır. Kim Allah’a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmak istemez.” buyurmuştu. Hz. Ayşe “Ölüm korkusundan mı, ey Allah’ın Resulü?” diye sordu. “Oysa hiçbirimiz ölümden hoşlanmayız.” Peygamberimiz şu cevabı verdi:

Öyle değil. Mü’min, Allah’ın rahmeti, rızası ve Cennetiyle müjdelendiği zaman, Allah’a kavuşmak ister. Allah da ona kavuşmaktan hoşlanır. Kâfire ise Allah’ın azap ve gazabı haber verildiğinde, Allah’a kavuşmak istemez; Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.2

Dünya hayatının en tatlı sonucu, hiç kuşku yok ki, kul ile Rabbi arasındaki karşılıklı hoşnutluktur. Bu hoşnutluk, bütün bir ömür boyunca kulu Rabbine yaklaştırır ve sonunda, ölümü özlenen bir kavuşma haline getirir. Fakat ne de olsa ölümün kullara pek sevimli gelmeyen bir yanı da vardır. İşte, bu karşılıklı hoşnutluk kulu Rabbine öylesine bağlamıştır ki, “Kulum hoşlanmıyor” diye, Rabbi de onun bu sıkıntısından hoşlanmaz. Peygamberimizin bildirdiğine göre, Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Benim bir dostuma kim düşmanlık ederse, Ben de ona savaş açarım. Kulumu Bana yaklaştıran şeylerden hiçbiri, Benim için, ona farz kıldığım şeylerden daha sevimli değildir. Kulum ise, farzlardan başka, nafile ibadetlerle de Bana yaklaşmaktan geri durmaz. Nihayet Ben onu severim; sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. O Benden bir şey istese veririm; Bana sığınacak olsa onu korurum. Hiçbir işimde de, onun canını alırken tereddüt ettiğim gibi tereddüt etmem. Çünkü o, ölümden hoşlanmaz; Ben de onu üzen şeyden hoşlanmam.3

Fakat mü’minin ölümden hoşlanmayışı, onunla karşılaşıncaya kadardır. O an geldiğinde, her şey unutulur, gider. Çünkü Rabbi onu kendisine kul olarak kabul etmiş, ona hoşnutluğunu vaad etmiş ve ona çağrıların en güzelini göndermiş; melekler de, Allah’ın kuluna, Allah’ın müjdesiyle gelmişlerdir:

       Ey huzura ermiş olan nefis!

       Sen ondan hoşnut, O senden hoşnut, Rabbine dön.

       Kullarıma katıl.

       Ve Cennetime gir.4

Allah’a karşı gelmekten sakınan takva sahiplerine “Rabbiniz ne indirdi?” diye sorulunca, “İyilik” diye cevap verirler. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Ahiret yurdu elbette daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne hoştur!

Onlar altından ırmaklar akan Adn Cennetlerine girerler; orada diledikleri her şey onlarındır. Takva sahiplerini Allah işte böyle ödüllendirir.

Melekler onların canlarını güzellikle alırken, “Size selam olsun.” derler, “Yaptıklarınıza karşılık girin Cennete.”5

“Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra da dosdoğru istikamet üzere olanlara melekler inerler ve “Korkmayın ve üzülmeyin.” derler. “Size vaad edilen Cennetle sevinin.”

“Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostunuzuz. Orada canınızın çektiği her şey vardır; orada istediğiniz her şey sizindir.”

“Bu, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici olan Allah’tan bir ikramdır.”6

Allah’a kavuşacaklarına inanan kimseler için ölüm, aynı zamanda, pek çok dosta kavuşmak anlamına da gelir. Melekler bunlar arasındadır. Onlar, âyette haber verildiği gibi, bu dünyada da zaten bizim dostlarımızdır. Gözümüzle görmesek de, burada biz her an onlarla birlikte yaşarız. Bomboş çöllerde, ıssız gecelerde, dağın başında, denizin ortasında, kendimizi en ziyade yalnız sandığımız zamanlarda bile o dostlar bizim yanı başımızdadır. Allah için bir güzel iş yapacak olsak, onlar bunu hiç kaçırmaz, en fazla muhtaç olduğumuz bir zamanda bizim karşımıza çıkarmak için kayda alır ve saklarlar. Ağzımızdan bir güzel söz çıkacak olsa, “Hangimiz daha önce yetiştirecek?” diye, o sözümüzü Yer ve Gökler Rabbine sunmak için birbirleriyle yarış ederler. Biz bir yerde Allah’ın kitabını okumak ve Onu anmak için bir araya geldiğimizde, onlar da bizim olduğumuz yere doluşmuş, üzerimize kanatlarını germişlerdir. Onlar, çok uzakta olsalar bile duaları hiçbir zaman bizden uzak düşmez:

Arş’ı taşıyan ve onun etrafında bulunan melekler Rablerini hamd ile tesbih eder, Ona iman eder ve mü’minlerin bağışlanmaları için dua ederler. “Rabbimiz, Senin rahmetin de, ilmin de her şeyi kuşatmıştır. Tevbe edip Senin yolunu izleyenleri bağışla ve Cehennem azabından koru.”

“Rabbimiz! Onları ve atalarından, eşlerinden ve nesillerinden salih olanları, kendilerine vaad ettiğin Adn Cennetlerine yerleştir. Şüphe yok ki Sen üstün kudret ve sonsuz hikmet sahibisin.”

“Onları kötülüklerden koru. O gün Sen kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmişsindir. Asıl büyük bahtiyarlık da işte budur.”7

İşte, inanan ve imanında sebat eden kullara, Allah’a kavuşma müjdesini böyle dostlar getirir. O müjdeyi alan için, gidilecek yer hakkında da hiçbir endişeye mahal yoktur. Çünkü orası yabancı bir yer değil, dostlarla dolu âşinâ bir ülkedir. Bu dünyada görmek isteyip de göremediklerimiz, artık orada bütün güzelliğiyle gözler önündedir. İnananlar orada asla yalnız kalmaz, gariplik çekmezler. Bu, dünyada ve ahirette güzellik isteyenler içindir:

İnsanlardan öylesi vardır ki, “Rabbimiz, bize dünyada güzellik, ahirette güzellik ver; bizi ateş azabında koru.” der.

İşte onların, kazandıklarından nasibi vardır. Allah’ın hesap görmesi ise pek sür’atlidir.8

Erkek olsun, kadın olsun, kim mü’min olarak güzel bir iş yaparsa, Biz ona huzurlu bir hayat yaşatır, yaptıklarının daha güzeliyle de ödüllerini veririz.9

Dünya hayatının gelip geçici olduğunu gözüyle gördüğü halde bu kısacık hayata saplanıp kalan ve Allah’a kavuşmayı inkâr eden kimselere gelince: Ölüm, inananlar için ne kadar mutlu bir hadise ise, bunlar için de o derece kötü bir haberdir ve büyük bir pişmanlık demektir. Melekler onlara müjdeyle gelmezler; çünkü onlar böyle bir müjdeye sırt çevirmiş, onu getirecek olanlarla bağlarını koparmışlardır. Gidecekleri yerde onları dostlar beklemez; çünkü kimseyle dostluk kurmamış, tersine, kendilerine dost olacak kimselere düşmanlık etmişlerdir. Allah’ın nimetlerinden bir payları da olmaz; çünkü bunu istememişlerdir.

İnsanlardan öylesi vardır ki, “Rabbimiz, bize vereceğini dünyada ver.” der. Ahirette onun bir nasibi yoktur.10

Bize kavuşmayı ummayan, dünya hayatına razı olup onunla tatmin olanlar ve âyetlerimizden habersiz davrananlara gelince:

Kazandıkları günahlar yüzünden, onların varacakları yer ateştir.11

Tanrınız tek bir Tanrıdır. Ahirete inanmayanların kalpleri bunu kabul etmek istemez; çünkü kibirlerine yediremezler.

Hiç kuşku yok, Allah onların gizlediklerini de biliyor, açığa vurduklarını da. Büyüklük taslayanları ise Allah hiç sevmez.

Onlara “Rabbiniz ne indirdi?” dendiğinde, “Eskilerin masallarını” diye cevap verirler.

Sonunda, kıyamet gününde kendi günahlarını tamamen yüklendikleri gibi, bilgisizce saptırdıkları kimselerin günahlarına da ortak olurlar. Heyhat! Ne kötü bir şeydir yüklendikleri!

Onlardan öncekiler de tuzaklar kurmuşlardı. Derken Allah’ın emri onların binalarına temellerinden geldi de tavanları başlarına çöktü. Böylece, hiç ummadıkları bir yerden azap onalara erişti.

Kıyamet gününde de Allah onları rezil eder ve sorar: “Hani, uğrunda mü’minlere düşman kesildiğiniz şerikleriniz nerede?” Kendilerine ilim verilenler derler ki: Rezillik ve kötülük bugün kâfirlerin üzerinedir.

Melekler onların canlarını alırken, kendilerine zulmeden o kâfirler uysallaşıverir ve “Biz bir kötülük yapmamıştık.” derler. Evet, yaptınız! Sizin neler yaptığınızı Allah hakkıyla biliyor.

Sürekli kalmak üzere şimdi girin Cehennemin kapılarından! Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!12

 

Heyhat! Can boğaza dayandığında,

“Yok mu kurtaran?” dendiğinde,

Anlar ki artık ayrılık vaktidir.

Ayaklar birbirine dolaşır.

Rabbinedir o gün sevkiyat.

Oysa o ne Peygamberi doğruladı, ne namaz kıldı.

Yalnız yalanladı, yüz çevirdi.

Sonra kasılarak yârânına vardı.

Layıktır sana, layık!

Yine layıktır sana, layık!

İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?

Yoksa o atılmış meniden olan bir nutfe değil miydi?

Sonra aleka oldu; derken Allah ona güzel ve düzgün bir biçim verdi.

Sonra da ondan erkek ve dişi eşler yarattı.

Bunları yapan, ölüleri diriltemez mi?13

 

Sonuç olarak ölüm hakkında söylenecek bir söz varsa, o da, onun bir son değil, bir başlangıç olduğudur. Onunla sona eren, nihayet, bir kısacık zaman diliminden ibarettir; girilen âlem ise, hiçbir zaman son bulmayacak bir ebediyet âlemidir. Ölümle fanilik biter, sonsuzluk başlar. Aklı başında olan insanlar da hesaplarını buna göre yapar.

Ölüm, aynı zamanda, bir kurtuluş demektir. Ölen iman ehli de olsa, inkâr ehli de olsa, ölüm dediğimiz hadisenin bu özelliğinde bir değişme olmaz; sadece kurtulanlar değişir. Bir gün Peygamberimizin yanından bir cenaze geçmiş, o da “Ya kurtuldu ya da ondan kurtulundu” buyurmuştu. Bunun ne demek olduğunu soranlara Allah Resulü şu cevabı verdi:

Mü’min kul, dünyanın sıkıntı ve eziyetinden kurtulup Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. İsyankâr kuldan ise diğer kullar, beldeler, bitkiler ve hayvanlar kurtulmuş demektir.14

 

1. Mülk Suresi, 67:2

2. Buhârî, Rikak: 41; Müslim, Zikir: 15; Tirmizî, Cenâiz: 67; Nesâî, Cenâiz: 10, İbni Mâce, Zühd: 31

3. Buhârî, Rikak: 38

4. Fecr Suresi, 89: 27-30

5. Nahl Suresi, 16: 30-32

6. Fussılet Suresi, 41: 30-32

7. Mü’min Suresi, 40: 7-9

8. Bakara Suresi, 2: 201-202

9. Nahl Suresi, 16: 97

10. Bakara Suresi, 2: 200

11. Yunus Suresi, 10: 7-8

12. Nahl Suresi, 16: 22-29

13. Kıyamet Suresi, 75: 26-40

14. Buhârî, Rikak: 42; Müslim, Cenâiz: 61; Nesâî, Cenâiz: 48.