TR EN

Dil Seçin

Ara

Ruh Kanunu / Ruhun Özellikleri Nelerdir?

Ruh Kanunu / Ruhun Özellikleri Nelerdir?

Ruh denilince bütün hayat sahiplerinin ruhları anlaşılsa da biz açıklamalarımızda kendi ruhumuzu esas alacağız. Ruh “bir kanun-u emrîdir”; yani emir âleminden gelmiş bir kanundur: Âlemler hakkında “mülk ve melekût, dünya ve ahiret, gayb ve şehadet” şeklinde yapılan ikili sınıflandırmalardan biri de “emir ve halk” şeklindedir. Yani varlıkların kendileri halk âleminden, onların idare edildiği kanunlar ise emir âlemindendir. Beden halk âleminden, ruh ise emir âlemindendir. Yani beden ruh ile idare edilmektedir. İnsan hangi tarafa gitmeye karar verse beden o yöne dönüyor, neyi tutmak istese eller o işi görüyor.

“Ruh, zîhayat, zîşuur, nuranî vücud-u hâricî giydirilmiş, 

câmi’, hakikattar, külliyet kesb etmeye müstaid 

bir kanun-u emrîdir.” 

(Bediüzzaman, Sözler)

 

Ruh denilince bütün hayat sahiplerinin ruhları anlaşılsa da biz açıklamalarımızda kendi ruhumuzu esas alacağız.

Ruh “bir kanun-u emrîdir”; yani emir âleminden gelmiş bir kanundur:

Âlemler hakkında “mülk ve melekût, dünya ve ahiret, gayb ve şehadet” şeklinde yapılan ikili sınıflandırmalardan biri de “emir ve halk” şeklindedir. Yani varlıkların kendileri halk âleminden, onların idare edildiği kanunlar ise emir âlemindendir.

Beden halk âleminden, ruh ise emir âlemindendir. Yani beden ruh ile idare edilmektedir. İnsan hangi tarafa gitmeye karar verse beden o yöne dönüyor, neyi tutmak istese eller o işi görüyor.

Ruh zihayattır, hayat sahibidir:

Bedenin hayatı ruhtaki bu hayattan gelmektedir. Nitekim, ruhun ayrılmasıyla beden de ölümü tadar.

Ruh zîşuurdur; şuur sahibidir:

Bir hayvanın rızkını bilmesi, yavrusunu tanıması, yuvasını bulması da birer şuur alâmetidir. Ancak onların şuurları çok sınırlıdır. İnsanın şuuru, kendisini yani ne olduğunu bilmesiyle başlar, iç organlarını tanımasına, onların görevlerini bilmesine, havadan, sudan, güneşe, aya ve yıldızlara kadar çok şeyi tanıyıp bilmesine kadar uzanır. Bir hayvan, meselâ bir koyun ne kendisinin koyun olduğunu bilir, ne otladığı çayırın hangi köye ait olduğunu bilir, ne yuttuğu gıdalarının mideye gittiğini bilir, ne de her nefes aldığında kanının temizlendiğini…

Ruh “nuranîdir, vücud-u hâricî giydirilmiştir”:

“Nuranî” denilince onun karşı şıkkı olan “cismanî” akla gelir. Ruh, maddî bir cisim değildir; katı, kesif, şuursuz bir varlık da değildir. 

Ruhun “nuranî bir vücud-u hâricîsi” vardır. Yani kendisinin müstakil bir varlığı vardır. Bir bedeni diğerinden ayıran ve göz ile görülen özellikler olduğu gibi, her bir ruhun da kendisini diğer ruhlardan ayıran ayrı bir şahsiyeti vardır. Kabir âleminde bu müstakil şahsiyetiyle diğer ruhlardan ayrılır. Ruhsuz kanunların hariçte vücutları yoktur. Meselâ, yerçekimi bir kanundur, ama hariçte vücudu yoktur. Kıyamet koptuğunda o da ortadan kaybolur. Keza, bahar da bir kanundur, o geldiğinde çiçekler açar, her taraf yeşillenir, ama bahar diye müstakil bir beden yoktur. Güneşin çekim kuvveti de öyledir. 

Ruh câmi’dir:

Özellikle insan ruhu, taşıdığı istidadıyla (yetenekleriyle) câmi’ bir mahiyete sahiptir. Bunu iki şekilde düşünebiliriz: Birisi, ilim, irade, kudret, görme, işitme, hafıza, hayal, sevgi, korku, şefkat, merhamet, gazap gibi birçok sıfatı ve şuunatı kendinde toplamasıdır. Diğeri de, başka hayvanların her birinin belli bir sahada iş görmelerine karşılık, insan ruhunun bu konuda çok büyük bir istidada sahip olması ve insanın çok farklı işler görebilmesi cihetidir.

Bu husus Mesnevî-i Nuriye’de şöyle ifade edilir: “İnsan, …öyle bir fiilin mahsulüdür ki, istidadı, irade ettiği şeyi kendisine veriyor.”

“Hakikattar”, kelimesi zıt manasıyla, bir hakikati olmayan nisbî ve itibarî emirleri hatıra getiriyor. Sağ kolumuzun da, sol kolumuzun da bir hakikati vardır, ama sağ ve sol diye bir mahluk yoktur. Bir tarafımıza sağ, diğerine sol demiş ve öyle itibar etmişiz, aksini de söyleyebilirdik. Aynı şekilde nisbî (görece) emirlerin de bir hakikati yoktur. İnsan bedeni koyunun bedenine göre büyük, deveninkine göre küçüktür. Ama ‘büyük’ veya ‘küçük’ diye bir mahluk yoktur. Ruh böyle hakikatsiz bir şey değildir. 

Üstad Bediüzzaman’ın “Hakikî hakikat-ı eşya esmâ-i İlahiyedir” cümlesini hatırlayalım. Sağ, sol, büyük, küçük diye müstakil varlıklar olmadığı için onlarda hiçbir isim tecelli etmez. Ama insanda bütün esmâ tecelli etmektedir. Zira onun varlığı vehmî değildir, itibarî ve nisbî de değildir, hakikattardır.

Ruh, “külliyet kesb etmeye müstaid”dir:

Fert için cüz’i; nev’ için küllî ifadesi kullanılır. İnsanın külliyet kesb etmesi konusunda Bediüzzaman’ın şu ifadesini hatırlayalım: “Bir adamın kıymeti himmeti nispetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.” (Hutbe-i Şamiye)

Sadece kendini düşünen insanın himmeti “bir” ise, milletinin bütün fertlerinin dertleriyle dertlenin kişinin himmeti “milyonları” geçer.

Ruhun bir kanun-u emrî olduğu çeşitli yönleriyle ifade edildikten sonra, ruhun bâkî olduğuna, nevilerdeki kanunların devamı delil olarak sunuluyor ve incir ağacı örnek verilerek şöyle buyuruluyor: “Bir incir ağacı ölse, dağılsa; onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı, zerre gibi bir çekirdeğinde ölmeyerek bâki kalır.”

Bir incir çekirdeğinde ağacının bütün özelliklerinin program olarak yazılmış olması bir kanundur. Bu kanun bütün incirlerde kendini gösterir. Ağaçlar ölür, yerine yenileri gelir, ama bu kanun o yeni ağaçlarda da aynen hükmünü icra eder.

Keza, o çekirdeğin ağaç olması için geçirdiği bütün safhalar da ayrı bir kanundur. Bu kanun da hiç değişmeden, bozulmadan varlığını o ağacın bütün nesillerinde devam ettirir. Bu teşekkül kanunu hakkında şu tespite yer veriliyor: “Eğer o kanun-u emrî, vücud-u haricî giyse idi, o nevilerin birer ruhu olurdu.”

İşte incir ağacının ruhu hükmünde olan bu teşekkül kanununun değişmemesi, bir nevi bekaya mazhar olması gösteriyor ki, haricî vücut giymiş, en kuvvetli, en câmi’ kanun olan insan ruhu da baki kalacaktır.

Konunun bir başka yönü:

Gayet kat’î bir hads ile, belki müşahede ile sabittir ki, ceset ruhla kaimdir. Öyle ise, ruh onunla kaim değildir. Belki ruh binefsihî kaim ve hâkim olduğundan, ceset istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklâliyetine halel vermez.”

Madde âleminden bir misal verecek olursak, dünya güneşin gezegenidir. O halde, güneş dünyanın gezegeni olamaz.

Bir başka misal: Ampuldeki ışık elektrik ile kaimdir, yani onunla varlığını ayakta tutar ve aydınlatmaya devam eder. Elektrik gittiğinde o da söner, ışıksız kalır. Bundan kesin olarak bilinir ki, elektriğin varlığı ampule bağlı değildir. O, lambalardan tamamen bağımsız, müstakil bir ışık kaynağıdır.

Ruhun bedenden ayrılmasıyla ceset dağıldığına ve elementlere dönüştüğüne göre, ruh cesetle kaim değil demektir. Yani ruhun varlığı ve varlığının devamı bedene bağlı değildir. Öyle ise, ölüm hadisesiyle bedenden ayrılan ruh, kendi varlığını yine devam ettirir.