TR EN

Dil Seçin

Ara

Karanlık Madde Ve Aşk

Ne fizik profesörüyüm, ne aşk yazarı. İşim, gözlemlemek. Birbirinden farklı görünen kareleri yan yana getirerek, görünmez bağları gözler önüne sermek. Bu yazı için seçtiğim iki görüntüyü, sinema diliyle, iki kareyi tasvir etmekle başlayayım işe. Aralarında, hiçbir bağ yokmuş gibi görünen iki dünya. Biri, bilim adamlarının dünyası... Karemizi daha ayrıntılı hâle getirmek için fizikçilerin diyelim, hesapların, gözlemlerin, göze daha yakın olanın; diğeri hesapsız, içgüdüsel, duygusal, soyut... gönüle daha yakın; aşıkların ve aşkı yazanların dünyası. 

Edebiyat ve bilimin, çoğu zaman zıt kutuplar olarak aklımızda yer etmesi boşuna değil herhalde. Yöntemleri, duyguları, sonuçları birbirinden çok farklı gibi tanıtılan ve vatandaşlarının kolay kolay anlaşma sağlayamadığı iki değişik ülke. Edebiyatçıların, akletme yeteneğini yere pas pas diye serip, hayatı duygudan ibaret bir enerji gibi algılamalarına sinirlenen fizik adamları... Diğer tarafta, “kalbi delik deşik ettiniz ve onu hiç dinlemediniz, işiniz gücünüz hesap” diye yakınan edebiyat adamları.

Ne edebiyatı kapı dışarı edebiliriz, ne fiziği. Ne edebiyat tek cevaptır sorularımıza, ne bilim. Bütünden bir başka parçayı, zincirin halkalarından yalnızca bir diğerini barındırır içinde; hem edebiyat, hem bilim. Hangisi diğerinden daha faydalı ve üstündür diye soranlara: Hiçbiri diğerine feda edilmemeli.

İki disiplin de birbirinden ders almalı, öğrenmeli. Esas olan, hem edebiyatta hem bilimde söz sahibi olanların, işlerinde ehil, kelimelerinde samimi bir tavır sergilemeleri ve gerçeği eğip bükmeden, onu gerçekliğiyle dile getirme gayreti göstermeleridir.

Ortaklıklar hep doğru üzerine kurulmaz. Yanlışın kesişme ve kavşak noktalarında da nice kalabalıklar vardır. Bir aşk yazarı ve bir fizik profesörü, yanlışa giden yolun kavşağında nasıl buluşur? Bu iki kare, yanlışla nasıl birbirine bağlanır ve samimiyetsizlikte bir olur? Gelin bakalım...

Newton mekaniğine göre, gezegenlerin kütlesinden yola çıkarak yapılan hesaplarla, bir gezegenin, güneş etrafındaki hareketlerini tespit etmek mümkündür. Bu hesabın yapılmasını sağlayan formül, içinde “evrensel çekim sabiti/G” denilen ve evrenin her yerinde aynı değere sahip olduğu kabul edilen kuvveti de içinde barındırmaktadır. Kendi güneş sistemimizde tutarlı görünen bu teori ve formül, gelişmiş teleskoplarla gözlemlenen, Samanyolu galaksisinin uzak ucundaki yıldızlara uygulandığında, hesap edilen hareketler, gözlemlenen gerçek hareketlerle örtüşmemektedir. Bu durumda, fizik adamı, formülle somutlaştırdığı teorisinde bir hata olduğunu kabul ederek, kavramlarını ve teorisini gözden geçirmek durumundadır (meselâ, evrensel çekim sabitini tüm evrende aynı kabul etmeyi sorgulamalı, gerekirse bu kavramı değiştirmelidir.) En azından, gerçeğin peşinde koşan ve gerçekliği dile getirmeye çalışan samimi bir bilim adamıysa, böyle yapmalıdır.

Ancak, maalesef, Şakir Kocabaş’ın Kur’an’da Yaratılış/Uzayların ve Maddenin Yaratılışı kitabında da işaret ettiği gibi, fizikçiler, uzayın her yerinde aynı kanun ve formüllerin geçerli olduğu teorisini gözden geçirmek yerine, gözlemlerini eğip bükerek, kendi söylemlerini haklı çıkarmaya çalışıyorlar. Ne yapıyorlar? Gezegenlerin çevresinde, gözle görülmeyen, dark matter yani karanlık madde adı verilen bir kütle olduğunu, bunu görüp hesaplayamadıkları için, formüllerinin bazı durumlarda tutmadığını söylüyorlar. İşi, gözlem ve gerçeklik üzerine hareket etmek olan fizik adamı, bir bakmışsınız, görmediği, varlığını ispatlayamadığı bir karanlığı teorisine katıp, kendini haklı çıkartmaya çalışıyor. Bunu yapması, salvare apparentias/zevahiri kurtarmaktan başka bir şey değil. Kendi söylediğinin doğruluğunu hakka/gerçeğe değil, sahtekârlığına ve doğruyu yansıtmayan teorisine yaslayan bir mantık.

Gelelim aşk adamlarına, gittikçe popülerleşen aşk yazarlarına...

Aşkını, yazdığı gibi, söylediği gibi, hatta ondan da büyük yaşayanlar, şüphesiz, sonu mutluluğa giden bir gönül yolunu açmış olurlar. Pekiyi, kendi teorisini kurtarmak için gerçeği eğip büken fizik adamı gibi, yaşayamadığı ve yaşatamadığı sevgileri yazanlara ne demeli? Böyleleri, severler, sevdiklerine sözler verir ve teoride mutlu bir geleceğin tablosunu çizerler. Gün gelir, şu veya bu sebepten başka sevgiler ararlar. Ağdalı ve şiirsel sözlerle kurdukları aşk teorilerini, böyle bir durumda, tekrar gözden geçirmek yerine, sevdiklerine, sırf kendilerini kurtarmak için bir takım suçlar, eksiklikler yüklerler... Bir çeşit karanlık madde... Dark Matter. Sonra, sevgilerinin nasıl anlaşılmadığından, nasıl karşılanamadığından bahsederken, varlığı bile belli olmayan bu karanlık maddeyi de işin içine katarak, zevahiri yani kendilerini kurtarır, haklı çıkarırlar. Haklı çıkmalıdırlar ki bir fizikçinin mesleğini devam ettirebilmesi gibi, onlar da aşk hakkında yazmaya devam etsinler. Sevgiyi yaşamak ve yaşatmak, sevgiyi yazmaktan bin kat daha zordur. Tıpkı, bir fizikçinin, gerçeği anlamasının, eksik ve uyduruk teorilerle durumu kurtarmasından daha zor olduğu gibi.

“Benim teorim gerçekliği yansıtmıyor, daha fazla araştırmalıyım.” diyen bir fizikçiye, bu çağda çok itibar edilmediği gibi; “Ben, sevgiyi yazdığım gibi yaşatamıyorum, daha fazla emek vermeliyim.” diyen bir aşk yazarını da fazla kişi dinlemez.

Yere göğe sığdıramadıkları sevgileri, gönül teleskobundan bakıldığında, mutluluk olarak gözükmeyenler, aşk mısralarını tekrar gözden geçirmek durumundadır. “Aşk biraz da acı ve gözyaşıdır.” diyerek, sevdiklerimizi, sırf daha farklı şeyler yaşamak istediğimiz için terketmek; onları, yalnız evlerinde enkaz hâline getirmek, eski eşya ve fotoğraflarının arasında bırakarak, kendimize, yeni sevgililerle yaşayacağımız, yeni dekorlu yeni hayatlar kurup, geçmişten kurtulmaya çalışmak, korkaklığın ta kendisidir.

İster fizik profesörü, ister aşk yazarı... Her ikisine de en lâzım şey, cesaret. Hesabı tutturamadığı için yıllardır takip ettiği yıldızdan vazgeçip, onu sırlarıyla terkeden ve formülünü tutturabileceği gezegenlerin arayışına giren fizikçiyle; hayatını bir akidle bağladığı kadını, hiçbir ahlâksızlığı olmadığı halde bırakıp, yeni kadınlar peşinden koşan bir aşk yazarının açmazı aynıdır. Onlar için önemli olan gerçeklik değil, başkalarının ve kendi nefislerinin gözünde doğru görünmektir. Fakat, ne teleskobun üzerinden bir başka tarafa çevrildiği yıldız uzayda parlamayı durdurur, ne de o kadın yaşamayı.

Gün gelecek, yıldızlar da sönecek, bizler de... Fizik adamının gözlem kayıtlarının da defteri açılacak, aşk yazarının sayfalarının da... O gün, kim hak/gerçeği dile getirdi, kim gerçeği bâtıla sattı, hepsi bir bir ortaya dökülecek. Gönüllerin kayıt defteri olmadığını ve kafiyeli bir mısrayla, işin içinden sıyrılacağını düşünenler, şanlı meleklerin ve yazıcıların sayfaları ellerine verildiğinde “şu kitaba bak” diyecekler... “Küçük, büyük, hiçbir şey eksik kalmamış.”