Herkesi zehirleyen yaprakları onlar afiyetle yer. Ağaçları kendi aralarında paylaşır ve pençeleriyle işaretler koyarlar. Zamanlarının çoğunu, ağaç dallarında uyuyarak geçirirler.
Günlerinin ortalama yirmi saatini uyuyarak, geri kalan kısmını da yemek yiyerek geçirirler. Uyumak ve yemek yemek en büyük iki hobileridir. 600 türü bulunan okaliptüs ağaçlarının sadece 20 türünün yapraklarını tercih ederler ve bu yapraklar onların tek besin kaynağıdır. Böylece, uyumaktan ve yaprak yemekten ibaret, olabildiğince sade bir hayat sürerler. Yavrularını akrabaları olan kangurular gibi ceplerinde taşırlar. Bahsini ettiğimiz kahramanımızın adı: koala. Avustralya’nın bu şirin, bir o kadar da tembel hayvanının a’dan z’ye bütün özellikleri hayret verici bir kusursuzluk göstermektedir.
Koalalar isimlerini “içmez” anlamına gelen bir aborijin kelimesinden almışlardır. Aborijinlerin koalalara böyle bir isim vermesinin sebebi, koalaların neredeyse hiç su içmemeleridir. Bütün su ihtiyaçlarını, aynı zamanda tek besin kaynakları olan okaliptüs ağaçlarından elde ederler. Fakat bu ağaçlarda yaprak yiyici böceklerden korunmak için, aynı zamanda bütün canlılar için de ölümcül bir madde olan, özel bir zehir bulunur. Ağacın kendi has aromalı kokusu, yapraklarda ne kadar zehir bulunduğunu koalanın hassas duyularıyla ayırmasını sağlar. Böylelikle topladıkları yaklaşık 9 kg’lık yaprakların arasından zehir seviyesi yüksek olanları ayıklarlar. Ayıklanan yaklaşık bir kilogramlık yaprakları ise afiyetle yedikten sonra tasnif işleminin ardından hâlâ kalmış olan düşük seviyedeki zehiri böbreklerinden salgılanan bir maddeyle arındırırlar. Bundan sonraki aşamada ise bu kalın lifli yaprakların sindirilmesi için özelleştirilmiş kör bağırsaklar devreye girer. Bir koalanın kör bağırsağı yaklaşık 200 cm uzunluğundadır ve okaliptüs liflerini sindirebilmek için milyonlarca bakteri barındırır. Koalalar yapraklar dışında zaman zaman toprak da yerler. Toprak, kısıtlı beslenme seçeneklerinden karşılayamadıkları mineralleri almalarını sağladığı gibi, sert yaprakları kolaylıkla çiğneyebilmeleri için bir nevi diş bileyicisi olmaktadır.
Çoğu hayvanın tırmanmakta zorluk çektiği sert kabuklu okaliptüs ağaçlarına tırmanmak koalalar için oldukça kolay bir iştir. Kalın bir deriyle kaplanmış ayak tabanları, güçlü kol ve bacak kasları, tombul ayakları ve çengele benzeyen pençeleri ağaçtan kayıp düşmelerini engeller. Koalaların çoğu hayvandan farklı olarak el ve ayaklarında beş parmak vardır. Fakat bizim beş parmağımızdan farklı olarak onların iki parmağı baş parmak görevi görür. Bu özel sistem sayesinde ağaçların gövdelerine yapışarak rahat rahat şekerleme yapabilirler. Ayak parmaklarında ise durum biraz farklıdır. Ayaklarındaki birbirine yapışık gibi duran iki parmak koalanın kürkünü taraması, düzeltmesi için biçimlendirilmiştir. Oldukça kalın yünlü kürkleri sayesinde hem soğuktan hem de sıcaktan korunurlar. Aynı zamanda bir yağmurluk vazifesi gören kürk, yağmur yağdığında suyu dışarı püskürterek koalanın hep kuru kalmasını sağlar. Bir koalanın belki de en hayatî uzvu burnudur. Çünkü, burunları bu kadar hassas mizanlarla donatılmış olmasaydı, yaprakların zehir seviyesini tespit edemezlerdi.
Koalalar, üzerinde bulundukları ağaçtan başka bir ağaçta işleri çıktığında, eğer çok üşenirlerse uçarak giderler. Uçarak diyoruz, çünkü aralarında kayda değer bir mesafe bulunan ağaçlar arasında atlayarak gezmek için uçmak yerinde bir tabirdir. Ama kendilerini enerjik hissederlerse de, ağaçtan yere inip yürüyerek de gidebilirler.
Bu sevimli hayvanlar, aynı zaman da çok vatanperverdirler. Topluluklar hâlinde yaşayan koalalar, yaşayabilmek için istedikleri türden okaliptüs ağaçlarının bulunduğu geniş ormanlara ihtiyaç duyarlar. Kendilerine uygun alanı buldukları zaman yerleşirler ve bu toprakları vatanları ilân ederler. Topraklarda her koalanın bir veya daha fazla kendine ait okaliptüs ağacı bulunur. Görünüşte ağaçlar arasında gözle görülebilir bir fark yoktur, ama bir koalaya sorabilme imkânınız olsaydı, hangi ağacın kime ait olduğunu size kolaylıkla söyleyebilirdi. Anne ve yavruları dışında hiçbir koala ağacını diğeriyle paylaşmaya yanaşmaz. Hattâ erkek koalalar arasında sırf bu yüzden kavga bile çıkabilir. Meselâ bir koala, ağacına çıkmak isteyen yabancı bir koalayı yüksek dallardan birinin sonuna kadar kovalayıp diğer ucunda kendisi bekleyerek saatlerce davetsiz misafiri orada hapsedebilir.
Günlerinin 18-22 saat gibi büyük bir bölümünü uyuyarak geçiren koalaların bu tutumları tembellik olarak algılanabilir. Fakat bu şekilde, yedikleri yaprakları sindirebilmek için gereğinden fazla enerji harcamamış olurlar. Uyanık oldukları vakitler daha çok güneş doğumundan az önceki saatlere denk gelir. Geceleri daha faal olarak serin havada daha az su ve enerji harcamış olurlar. Günün büyük kısmında yavaş hareketlerle okaliptüs ağaçlarına tırmanıp uyurlar. Yazın sıcak günlerinde dallardan kolları ve bacakları sarkmış şekilde, kışın ise kocaman tüylü bir top gibi büzülerek uyurlar. Aslında, Avustralya’nın ılıman ikliminde böyle bir günlük program izleyerek bir nevi tasarruf yapan koalalara tembel demek pek de haklı bir tanım değildir.
Bir koalanın dünyaya gelişi oldukça ilginçtir. 34-36 günlük bir gebelik döneminden sonra doğan yavrular kör, sağır ve fasulye tanesi büyüklüğündedir. Yavru doğar doğmaz, insanı hayrete düşüren bir yön tayiniyle doğum kanalından annelerinin karnının üstünde bulunan keseye doğru ilerler. Zaten o şekilde annesinin kesesine yerleşmezse yaşaması imkânsızdır. Yavru koala annesinin kesesine yerleştikten sonra beş ay oradan çıkmaz ve annesinin sütüyle beslenir. Beş ayın sonunda yavaş yavaş keseden kafasını çıkarmaya başlar. Hattâ bu dönemde yavru bir koalayı kafası keseden dışarıya sarkmış şekilde uyurken görmeniz sıradan bir olaydır. Altıncı aya yaklaşırken bebek koala küçük okaliptüs yaprakları ve bunların yanında pap adı verilen ve anne koalanın vücudunda üretilen bir maddeyle beslenmeye başlar. Bol miktarda protein içeren pap, yavrunun yeni yemeye başladığı okaliptüs yapraklarının sindirimine yardımcı olur. Paplar bir nevi anne sütünden okaliptüs yapraklarına geçiş mamasıdır. Yavru sekizinci ayına girdiğinde keseden çıkıp annesinin sırtına tırmanmaya başlar. Bir yaşına gelinceye kadar kâh annesinin sırtında, kâh kesede dolaşır. Sonra da annesinden ayrılarak kendisine ait bir ağaç bulup başının çaresine bakmayı öğrenir.
Eski Avustralya yerlilerinin “uyuşuk hayvan” diye de andıkları koalalar, çoğu hayvan gibi çeşitli sesler çıkararak iletişim kurarlar. Erkek koalalar kendi sosyal rütbelerini ispatlamak için kaba homurtular çıkarırlar. Anne ve bebek koalalar ise erkeklere göre çok daha yumuşak sesler çıkararak anlaşırlar. Bütün koalaların kullandıkları ortak bir dil ise, bir yerleri ağrıdığında bebek ağlamasını andıran sesler çıkarmalarıdır. Ayrıca ağaçlara pençeleriyle çeşitli işaretler koyarak da haberleşirler.
Koalalar insanlardan uzak bir ortamda on yaşına kadar yaşayabilirler. Ancak, koalaların özellikle 1900’lü yılların başlarından beri insanlardan uzak bir ortamda yaşaması imkânsızlaşmıştır. O yıllarda Avustralya’da sayısı milyonlarca olan koalalar, 1908-1927 arasında Avrupa’dan insanlar Avustralya’ya göç etmeye başlayınca, bu sayı 100 bine kadar düşmüştür. İnsanlar ya yumuşak kürkleri için onları öldürüyor, ya da onların tek yiyecek kaynakları olan okaliptüs ağaçlarını yok ediyorlardı. Kaynaklara göre o tarihlerde iki milyon koala öldürülmüş, ülkedeki okaliptüs ağaçlarının da %80’i yok edilmişti. Bunun üzerine Avustralyalılar daha fazla koalanın ölmemesi için kanunlar koydular. Günümüzde Avustralya’da koalaları korumak için çeşitli dernekler kurulmuştur. Fakat buna rağmen Avustralya Koala Vakfı’nın yaptığı bir açıklamaya göre, halen yılda 4 bin koala öldürülüyor.