Sıcak bir yaz günüydü, daha çocuktum. Eski evimizin mutfağında, kocaman gürültücü bir kara sinek uçuşuyordu. Mutfakta annem vardı bir de ben vardım. Titiz bir kadın olduğu için annem, o koca kara sineği gözü ile sürekli takip ediyor ve yiyeceklerin, özellikle benim o sırada yemekte olduğum yemeğin üzerine konmaması için çaba sarfediyordu. Bir ara o kara sinek, pencerenin kenarına konuverdi. Konduğunu ilkin, çıkardığı vızıltının kesilmesinden anladık. Annem, oturduğu yerden kalkıp, tülün yardımı ile onu yakaladı. Ben ne yapacak diye bakarken, pencereyi açıp dışarıya saldı.
“Haydi git..”
“Anne” dedim, “Neden öldürmedin onu?”
“Oğlum” dedi annem. “O koca sinekler anadır. Karınları yavru doludur. Ah.. analık zordur. O sebeble saldım gitti..”
Bu küçük hatıranın üzerinden belki yirmi yıl kadar zaman geçti. Ben baba oldum. Ama baba olmak bile, anne olmanın tam olarak ne ifade ettiğini anlamama yetmedi. Sanırım beyhude çabalıyorum. Annelik, sadece annelerin bilebileceği çok esrarlı bir şey...
•••
Geçenlerde elime geçen, hayvan haklarıyla ilgili bir kitabın orasını burasını karıştırırken, ilginç ama bir o kadar da ürkütücü bir deneye rastladım. Kitabın o deneyle ilgili bölümünü bir kaç kez okudum ve her okuyuşumda, göğsüme bir ağırlığın çöktüğünü hissettim. Bu korkunç deney, anne ve annelik hakkında düşünmeye sevk etti beni, kısaca anlatayım:
1960’lı yılların ortalarında, Amerika’nın Wisconsin Eyaleti’nin Madison şehrinde bulunan Primat Araştırma Merkezi’nde görevli Prof. Harry F. Harlow ve ekibinin gerçekleştirdiği söz konusu deneyin amacı, anne şefkatinden uzak kalan bebeklerde ne tür karakter bozuklukları oluşturacağını tesbit etmekti. Oysa o güne kadar, savaşlarda yetim kalmış, toplama kamplarında annelerinden koparılmış çocuklar üzerinde yapılan incelemeler, bu konuda ciltler dolusu bilgiyi sağladığı ve annesizliğin, çocuklar için ciddi ve kapsamlı yaralanmalara sebep olacağına dair kesin bilgiler verdiği halde, Harlow, gereksiz yere ‘harika fikri!’ni uygulamaya koymuş ve korkunç deneyini gerçekleştirmekten çekinmemişti.
Evet bu deney korkunç, bir o kadar da ürkütücüydü. Ama ortaya çıkan netice bir bebek için anne kucağının; en azından şefkatli bir kucağın ne anlama geldiğini ortaya koyması bakımından çarpıcı ama çok acıklı bir örnekti.
Önce deneyin her bir aşamasında kullanılacak, görünüşte birbirinin aynı bezden yapılmış anne maymunlar tasarlandı. Bu maket maymunlar, bir bebek maymun için annelerinin birer kopyası idiler.
Deneyin ilk aşamasında, gerçek bebek maymunlar, gerçek annelerinden kopartılıp, bu bezden annelere alıştırıldı ve onlara güvenmeleri sağlandı. Alışma süreci geçtiğinde, birinci maket annenin gerçek yüzünü göstermesinin zamanı gelmişti. Bu bez anne, istenildiği zaman, çok yüksek basınçlı hava püskürtmek üzere tasarlanmıştı. Bu hava o kadar yüksek bir basınçla fışkırıyordu ki, bebeğin tüylerini yonup, derisinde yaralar açıyordu. Henüz ilk denemede canı acıyan, birinci bebek maymun, düştüğü yerden kalktı ve hemen koşup annesine daha sıkı bir şekilde yapıştı. Deney bir kaç kez tekrarlandıysa da, sonuç değişmedi; bebek maymun, korktukça ve acı çektikçe, annesi sandığı maketin kollarına koşuyor ve ona her seferinde bir öncekinden daha sıkı sarılıyordu.
Deneyin ikinci aşaması için tasarlanan maket anne/canavar ise, bebeği kafasını ve dişlerini takırdatacak kadar hızla sallamak üzere yapılmıştı. Bu korkunç muameleye maruz kalan bebek maymun da annesi sandığı makete daha sıkı sarılmaktan başka bir şey yapmadı.
Üçüncü aşama için üretilen maket ise, karnında, kucağına sığınan bebeği, şiddetle fırlatıp atacak bir düzenek taşımaktaydı. Bu metal parça, mankenin tüyleri arasından ansızın çıkıyor ve bebeğe, onu kafesin tellerine yapıştıracak kadar hızla çarpıyordu. Üçüncü aşamada da sonuç, ilk ikisinden farklı değildi. Düştüğü yerden ağlaya ağlaya kalkan bebek maymun, metal düzeneğin, tekrar annesi zannettiği modelin tüyleri arasında kaybolmasına kadar bekliyor ve sonra öncekinden daha iştahla, onun koynuna koşuyordu.
Dördüncü aşama ise, deneyin en korkunç bölümüydü. Harlow ve ekibinin, hangi akla hizmetle düşünüp ürettikleri bu maket anne maymunların sonuncusu, bebek kucağında iken, her tarafından kirpi okları gibi iğneler çıkaran bir işkence makinesi idi. Bir düğmeye basıldığında her yanından iğneler fışkıran bu maketin kucağındaki bebek maymun da, tıpkı diğerleri gibi önce acı içinde kaçıyor, sonra iğnelerin gerisingeriye çekilmesiyle birlikte, kendisini güvende hissedebileceğine ve çektiği acıları dindirebileceğine inandığı yegane yere, annesi zannettiği maketin kollarına koşuyor ve ona sarılıyordu.
Peter Singer’in, Hayvan Özgürleşmesi kitabına göre Harlow, hayatının geri kalan kısmında da, buna benzer gereksiz ve acımasız deneyler yapmaya devam etmişti.
Bu korkunç deneyi yüreğim sızlaya sızlaya okurken, aklıma, “Ya deney tam tersi bir şekilde yürütülseydi netice ne olurdu?” sorusu geldi. (Harlow ölüp gitti ve umarım bir başkası da, “Bak bu aklımıza gelmedi, hadi şunu da biz deneyelim.” demez.) Yani, tazyikli hava püskürten, çarpan, her yanından iğneler çıkartan, anne maketi değil de, bebek maketi olsaydı ne olurdu? Acaba, gerçek bir anne maymun, yavrusu olduğuna inandığı bu canavar bebeği, kaldırıp atar mıydı? Bana sorarsanız, “Hayır!” derim. “Hiç sanmıyorum!” Her gördüğü acımasızlık, her duyduğu acıya rağmen anne, tekrar tekrar yavrusunu alır ve bağrına basardı.
Neticenin böyle olacağını söylemek için çok düşünmeye de gerek yok aslında. Oturup, annelerimizi kaç kez incittiğimizi bir düşünürsek, bu sonuç çok normal gelir hepimize. Bir hatırlarsak onları kaç kez yaraladığımızı, kaç kez sarstığımızı, kaç kez acıttığımızı ve sonunda onların şefkatli sinelerini bizlere hiç kapatmadıklarını; bu deneyin böyle bir netice ile biteceğini söyleyebiliriz. Maymunların canını acıtmadan, kesin bir bilgiye de ulaşabiliriz böylece. Hem öyle olmasaydı, cennet annelerin ayakları altına serilir miydi hiç?