Bilimsel çalışmalar, bilimsel metotlar kullanılarak yapılır. Bu amaçla dikkatli gözlem ve deneylere ihtiyaç duyulur. Herkesle aynı evreni gözlemliyoruz. Her bir araştırmacı/gözlemci, gördüğünü başkalarına da gösterebilmesi gerekir. Hepimiz aynı evreni ve tabiatı paylaştığımız ve algıladığımıza göre, bir işbirliği içindeyiz. İmece usülü ile çalışıyoruz. Ortak çalışma ile fen bilimleri tüm insanlığın ortak malı haline geliyor.
Batılılar bilimsel araştırmayı ve düşünmeyi tamamen Müslümanlardan öğrendiler ve uyguladılar. Fuat Sezgin İslam medeniyetinin kendine has bilimsel düşünme ve araştırma metotlarını şu şekilde toparlamaktadır:
(1) Adil tenkit prensibi, (2) Vazıh bir tekâmül kanunu düşüncesi, (3) Kaynak zikretmede diğer kültür dünyalarında olduğundan daha çok gösterilen gayret, (4) Bilim tarih yazarlığının 10. yüzyıldan itibaren ortaya çıkışı ve gelişmesi, (5) Tecrübe ile teori arasında bir denge kurma prensibi ve tecrübenin araştırmada sistemli bir şekilde kullanılacak bir vasıta olarak yer alması, (6) Uzun süreli gözetleme prensibi; bunun sonucu olarak rasathanelerin icadı, (7) Bilimin sadece kitaptan değil, hocadan ve kitaptan öğrenilmesi; buna bağlı olarak ilk üniversitelerin ortaya çıkışı. (Sezgin, Fuat Sezgin, İslam Uygarlığında Astronomi Coğrafya ve Denizcilik, 2009)
…
Bilimsel düşüncenin ve deneyselliğin kurucusu olarak Batı gösterilir. Üzerinde hayli araştırmalar yaptığım kimya tarihi açısından bakacak olursak kimya biliminin ve deneyselliğin kurucusu olarak Cabir bin Hayyan’ı buluruz. İlk laboratuvarı Cabir bin Hayyan kurmuştur. Buluş ve çalışmalarında bilimsel metotları uygulamıştır. Bunun yanında bugünkü kullandığımız çoğu laboratuvar ve kimya teknolojilerini tarif etmiş ve keşfetmiştir.
Cabir bin Hayyan’ın çoğu kaynaklarda yer alan bilimsel ufku ve bilimsel düşünceye getirdiği yenilikleri şu şekilde özetleyebiliriz:
Cabir bin Hayyan, bütün ilimler tarihinde, özellikle kimya alanında ilk defa laboratuvar kuran ve ilk defa müşahede ve deney yolunu bilimsel araştırmaya kazandıran ilim adamıdır. Cabir bin Hayyan, hem tahayyül, hem de teori (nazariye) ve deney/tecrübe sahasına getirdiği yeni açıklama yaklaşımları ile şaşırtmaktadır. 20. Yüzyılda ancak gündeme gelen, gerçekliğine ulaşılan konuları gündeme getirdi. Mesela bilimsel çalışmalarla canlılarda bile değişiklikler yapılabilir demiştir. Bu düşüncesini şu sözlerle açıkladı: “Allah bize fizikî kanunlar vermiştir. Bunlarla bitki, hayvan hattâ insandaki benzerini yapabiliriz. Allah beşere öyle kabiliyetler bahşetmiştir ki, beşer, kâinattaki bütün sır perdelerini bununla çözmeye muktedirdir.”
Cabir’in ancak 20. Yüzyılın sonlarında gündeme gelen genetik biliminin sınırlarını çizen açıklamalara nasıl ulaştığı tartışılmaktadır. Cabir bu düşüncelere ulaşmasında, onun bütün tabii olay ve özelliklerin sayı kanunlarıyla ve matematikle halledilebileceği düşüncesi etkili olduğunu söyleyebiliriz. Eşyanın özelliklerinin ölçümlemeye elverişli olduğunu ve bu özelliklerin sayısal nispetlere dayandırılabildiğini görmüş ve ifade etmiştir. Şu sözü bu konuda dikkat çekicidir:
“Kimyasal olaylar tabiatta Cenab-ı Hakk’ın takdiriyle meydana gelmekledir. Kimyager, tabiatta meydana gelen kimyasal tepkimeleri gerçekleştiren kişidir. Bilim adamı, keşfedilmiş bir buluştan yola çıkarak başka buluşlar ortaya çıkarabilen insandır.”
Cabir bin Hayyan’ın genetik biliminde olduğu kadar nükleer bilim hakkında da ilk sözü söyleyen ilim adamı (alim) olarak bilinir. Yunan filozofları atom parçalanamaz (cüzi lâ yetecezza) demiştir. Cabir ise aksine atomun da parçalanabileceğini ve onun enerji dolu ve hareketli olduğunu söyledi. Hayyan’ın atom yerine “zerre” kavramını kullandığını görüyoruz.1 Zerrenin parçalanması sonucunda ortaya muazzam bir enerji çıkacağını ifade etti. Şu sözü meşhur olmuştur:
“Yunanlıların atom dedikleri ‘cüz-i lâ yetecezza’ da parçalanır ve bundan enerji hasıl olur. Bu öyle bir enerjidir ki, benzetmek gibi olmasın, Allah’ın kudreti gibidir. Bir habbeciğin bu şekilde parçalanması Allah göstermesin, Bağdat gibi bir şehri yok edebilir.”
Cabir zerre yani atom/element üzerinde yaptığı çalışmalarla Yunanlı bilginlerin “atom maddenin parçalanamayan en küçük birimidir” tezlerini çürütmektedir. “Her zerrede bir hareket vardır, gökteki yıldız ve gezegenlerin hareketinde olduğu gibi. Her maddenin en önemli özelliklerinden biri harekettir. En küçük zerrelerde bile bir hareket vardır ve bu onların en küçük özelliğidir. Durma ve hareketsizlik diye bir şey yoktur. Hareket kâinatın biricik Yaratıcısının yaratıştaki sanatıdır.”
…
Câbir tabiat bilimlerinde deneysel metodun önemini kavramış ve bu metodu bütün çalışmalarında uygulamış bir bilim adamı olarak karşımıza çıkmaktadır. Onun, “Bu kitapta, duyduklarımızı, bize söylenenleri yahut okuduklarımızı değil ancak tecrübe ettikten sonra gözlediğimiz şeylerin özelliklerini zikrettik”2 şeklindeki ifadesi meşhurdur. Ortaçağ kimyacılarının büyük ölçüde Câbir’in tesirinde kaldığını görüyoruz. Ebû Bekir er-Râzî (865-925), ve İbni Sînâ (980-1037) başta olmak üzere bir çok filozof ve bilginler onu üstad olarak tanırlar. Deneysel bilimi sistemleştirme üzerine çalışmaları ile Roger Bacon (1219/1220-1292) ondan “üstatların üstadı” diye söz etmiştir.3 Francis Bacon’un, bilimsel metodu onun eserlerinden öğrendiği ve Dekart’ın ise onu taklit ettiği bildirilmektedir.
Fuat Sezgin, Roger Bacon’ın deney yöntemini kendisinin kurmadığını, sadece sistematik olarak sunduğunu şu şekilde anlatır (Fuat Sezgin ile Bilim Tarihi Sohbetleri): Müslümanlara göre ne tecrübe ne de teori tek başına kâfidir. Tecrübe, eğer kendisinden evvel bir teori tarafından desteklenmiyorsa ilmî hiçbir neticeye ulaştıramaz. Bu sadece bir bocalama ve uğraşmadan ibaret kalır. […] Cabir b. Hayyan gibi Müslüman bilginlerde tecrübe, çalışılırken sistematik olarak faydalanılan bir vasıtadır. Yani tecrübeyi tesadüfen değil de sistematik olarak kullanacaksınız ve bir teori tarafından desteklenmiş olacak.” Farabi ise şöyle der: “Teoriden evvel hayal etmek çok mühimdir. Önce hayalinizde geliştireceksiniz, ondan sonra teori ortaya çıkacak, sonra da tecrübeyle desteklenecek.”
Cabir’in deneyselliğe verdiği önemi ortaya koyan şu sözü meşhur olmuştur: “Kimya ilmindeki ilk mühim husus, pratik uygulamalar yapman ve deneyler yürütmendir, zira pratik tatbikatta yahut da deneysel çalışmalarda bulunmayan kişi, ilmin en alt seviyelerine dahi erişemez. Ey oğul, deneyler yap ki ilim elde edesin. Âlimi ellerindeki maddenin bolluğu değil, deneysel yöntemlerindeki mükemmellik mesut eder.”
…
Sonuç olarak, Cabir kimyaya katkıları kadar bilimsel düşünce sistemine yaptığı katkılar ile de dikkatleri üzerine toplamaktadır. Onu büyük kılan ve ilmi hayatını tamamlayan onun tefekkürü yahut düşünce hayatı olmuştur.
O, deney yoluyla elde edilecek bilgi ve prensiplerin kat’î ve değişmez olduğunu iddiâ etmedi. Aksine modern bilim çalışmalarında olduğu gibi, bunların zannî ve ihtimâlî olduğunu özellikle belirtti. Onun metodunun esâsını, “mazbut müşâhede ve sağlam tecrübe” teşkil etmektedir.
Cabir bin Hayyan bilimsel düşüncenin özelliklerini şahsında toplayan bir şahıs olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin kendi çalışmalarında deneylerin ve tahlillerin geçerliliği konusuna sürekli şüphe duyan bir kişiliğe sahipti. Her yeni gün başka bir şeyin keşfedileceğinin farkında olup deneylerin ve tahlillerin ihtimaller üzerine kurulu olduğunu dile getiriyordu. Böylece bilimsel çalışmaların temeli olan şüpheciliği en kuvvetli bir şekilde hayatında uyguluyordu.
Cabir’in yapmış olduğu ilmi tecrübelerinde şüpheciliği ve sorgulamayı esas aldığını ve çalışmalarının en ince ayrıntısına kadar izah ettiğini görüyoruz. Elbetteki çağımız teknolojisini kullanarak aynı eserleri yazsaydı, modern sonuçlara ulaşabilirdi. Çünkü o, tümevarım metodunu kullanıyordu; maddenin en küçük parçasını bulmaya çalışıyor analiz ederek sonuca ulaşıyordu. Dış gözlemlerinde ise tümden gelim metodundan da yararlandı. Yâni maddenin tabiî hâlinden en küçük parçasına kadar inceleyerek sonuca vardı. Bilimsel metotları takip ettiği için hayal ve kuru faraziyelerle oyalanmamış, gerçek anlamda ilmî çalışmalar ortaya koymuş ve bilimde çığır açmıştır.
Kaynaklar:
1. Kur’an-ı Kerîm’de, atom veya element manasına gelen “zerre” tabirini kullanılır. İslam âlimleri de elementleri zerre olarak ifade etmişlerdir. “Ne iş yaparsan yap ve sizler ona dair Kur’an’dan ne okursanız okuyun; ne yaparsanız yapın; yaptıklarınıza daldığınız anda, mutlaka biz sizi görürüz. Yerde ve gökte hiçbir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir Kitap’tadır.” (Yunus, 10/61). Burada zerreden, yani atomdan daha küçüğü ifadesi ile atom altı parçacıklara işaret edildiği düşünülebilir.
2. Cabir Bin Hayyan, Muhtâru Resâ’il s. 232 (İslam Ansiklopedisi, Cabir bin Hayyan maddesi.
3. Celal Saraç, C., “Câbir İbni Hayyan Üzerine”, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Dergisi, I, İstanbul s. 4-15. 1963.