Çinliler, insana mutluluk verecek otuz üç zaman ve olay sayarlarmış. Ünlü filozofları Chine Shengt bunların en etkileyicisinin, insanın terden yapış yapış olduğu, ağızlarına bir lokma bile sokmak istemediği bir günde, birden bire indirilen yağmur olduğunu söylermiş. Çinliler için tabiat neredeyse baştan başa mutluluklar hazinesi. Meselâ erik dallarının kokusuna bayılır; bambuları, ihtiyar çam ağaçlarını ve söğütleri dayanılmaz bir tutkuyla severlermiş.
Ya Japonlar?.. Onları da en çok nehirden aşağı doğru inen bir beyaz gemi etkilermiş. Ne hoş mutluluklar değil mi? Bilmem hâlâ böyle midirler, ama bunları okuyunca Japonlara ve Çinlilere gıpta etmemek elde değil.
Hayatı böylesine yalınlaştırmak, eşyanın köleliğinden kurtulmak ve kendine bereketli zamanlar açmak, biz Müslümanlara özgü bir felsefe olmalı… Eşyaya en az meyletmesi gereken, hayatında küçük mutluluklar elde etmesi gereken bizler olmalıyız… Ne yazık ki çoğu kez bakışlarımız bulanıyor ve biz de eşyanın renklerine kapılıp gidiyoruz. Acaba mutluluk hayallerimizi bir yoklasak neler çıkar su yüzüne? Öncelik sırasını nelere veriyoruz, hayatımızı basitleştirmek ve böylece zamanı bereketli kılmak için neler yapıyoruz?
Biz Müslümanlar için, Allah’ın adını anmaktan daha çok mutluluk verici ne olabilir? Ve bütün mutluluklar da, içinde ondan bir cilve taşıyan olaylar ve zamanlar değil midir? Onu hatırlatan ve Ona götüren her şey; yağmur, ay, güneş, çiçek, bir çocuk, bir kitap, bir selam, bir gülümseyiş…
En sade ve en bereketli hayat da şüphesiz Allah’ın öğütlediği ve Onun Peygamberinin gösterdiği hayattır.
Russel, en çok kendi içinin sesini dinlediği, dış memleketlere yolculuk ettiği bahçıvanıyla laf yarıştırdığı zaman mutlu olurmuş. “Kendi içinin sesini dinlemek…” Şehirli insanın peşinden koşup da bir türlü yakalayamadığı zümrüdü anka bu olsa gerek.
Kendi içimizde büyük bir devrim yapmalıyız. Hayatı yalınlaştırma ve zamanı genişletme devrimi olmalı bunun adı. Kendimizi aşmak, gücümüzü toplamak ve yarınlara daha güçlü yürümek için...