Hasat zamanıydı. Çiftçi bir ailenin tüm fertleri büyük bir tarladaki buğday demetlerini arabalara yüklüyorlardı. Aile fertleri, aralarında güzel bir iş bölümü yapmışlardı. Herkesin işi başka başkaydı.
Evin annesi, orakçıların hendek kıyısında biçemedikleri başakları toplarken, küçük bir ağacın dalları arasında bir salkım üzüm gördü.
“Oh, bu kavurucu sıcakta bu bir salkım üzüm ne iyi gider.” diyerek salkımı kopardı. Tam yemek üzereydi ki, gözü az ilerisinde, demetleri arabaya yükleyen kocasına takıldı.
“Onun bu üzümlere benden daha fazla ihtiyacı var. Sabahtan beri en çok o çalışıyor.” diyerek üzüm salkımını kocasına götürüp verdi.
Adam, bu beklenmedik ikrama çok sevindi. Tam üzümleri iştahla yemek üzereydi ki, buğdayları tırmıklayan küçük kızını gördü ve:
“Küçük kızım ne kadar da zayıfmış.” dedi. “Bu üzümleri götürüp ona vereyim.”
Küçük kız, babasının ikram ettiği üzümleri sevinçle aldı ama tam yemek üzereydi ki, o da, başakların deste deste yüklendiği arabanın üzerindeki ağabeyini gördü.
“Zavallı ağabeyim, güneşin altında saatlerdir çalışıyor. Dili damağı kurumuş, birbirine yapışmıştır. En iyisi, bu üzümleri götürüp ona vereyim.” dedi.
Delikanlı, küçük kardeşinin kendisine uzattığı üzüm salkımını neşe ile aldı. Tam yiyecekti ki, o da, hendek kenarında iki büklüm çalışan annesini gördü.
“Anneciğim ne kadar da yorulmuş. Ben iyisi mi bu salkım üzümü ona vereyim o yesin.” dedi ve üzümü annesine götürdü.
Evin annesi, üzüm salkımının dönüp dolaşıp kendisine geri geldiğini görünce, olanları hissetti ve kendisine böyle sevgi dolu yüreğe sahip şefkatli aile bahşettiği için Allah’a şükretti. Ve bütün ailelerin kendileri gibi mutlu olmaları temennisinde bulundu.
(Fransız halk hikâyesi /Aktaran: Mehmet Coşar)