Yıllar önce anneciğimin, bir ibadet neşesiyle besmelelerle diktiği bir kara üzüm vardı. Hani şu ismi daha çok Karadeniz bölgesiyle anılan kokulu üzüm. Kendisini hemen farkettiren rengiyle ve uzaktan duyulan mest edici kokusuyla kara üzüm.
Anneciğim onu üç katlı evimizin bahçesinde yetiştirmişti. Yıllar içinde özene bezene bakılarak büyüyen asma, artık evin ikinci kat balkonunu boydan boya sarıp, üçüncü katın balkonuna dolanıyordu.
Yazın gelmesiyle önce pembeleşir, güneş gördükçe pişer simsiyah olurdu. Evin balkon kapısı açıldığında esen rüzgârla beraber kara üzümün kokusu evin odalarına dolardı.
Rahmetli babam balkona çıkar, Rabbimizin lütfuyla olgunlaştırdığı üzümleri tek tek sepete doldururdu. Yaralı bereli üzümler varsa ayırır, salkımları üst üste özenle istif ederdi. Ve ardından o kara üzümler poşetlere konulur, komşulara yollamak için hazırlanırdı.
Sonra sıra evin çocuklarına gelirdi. “Çocuklar; haydi şu üzümleri sırasıyla tüm komşulara götürün…” derdi. Eğer sokağımıza yeni bir komşu taşındıysa babamın “sokağımıza hoş geldiniz” mesajıyla ilk olarak o komşumuza götürülürdü.
Böylece anacığımın diktiği asmadan tüm komşularımız her sene nasiplerini alırdı.
Hayatımızın geçtiği o sokağın insanlarındaki samimiyet, huzur ve birbirine güven, ne kadar da belirgin ve ne kadar etkileyici idi…
Benim hayret ettiğim ve hayran kaldığım şey ise bu güzel adetin gerisindeki o güzel niyet idi. Peygamberimizin sadece “Hediyeleşin” tavsiyesine uymak bile, o kadar insanın hayatını nasıl da güzelleştiriyor ve huzur veriyordu.