Kur’an’ın nazil olmasıyla, kâinat gerçek mânâda aydınlanmış ve sahibini bulan insanoğlu, yokluk karanlıklarından kurtularak; ebedî saadete namzet olduğunu öğrenmişti.
Her şeyin yönü ve kıymeti, bir anda değişiverdi. Kur’an ve onu ders veren Zat’ın (sav) nuruyla dolan kâinatta, güneşin ışıkları da sönük kalmıştı. Çünkü Kur’an, güneşten sadece bir lamba olarak bahsediyordu...
Mürselât Sûresi’nin 30 ve 31. âyetlerinde ise, dehşet verici bir ateşe dikkat çekiliyor ve o ateşin sarı deve sürülerine benzeyen muhteşem kıvılcımlar attığı ifade ediliyordu.
“Muhakkak o ateş, öyle kıvılcımlar atar ki, herbiri saray gibi, sanki o kıvılcımlar, sarı deve sürüleri.”
Çok yakın bir geçmişte, güneş üzerindeki termonükleer reaksiyonlar incelendiğinde, hayret verici bir faaliyet gözlendi. Bu reaksiyonlar sonucunda uzunluğu yüzbinlerce km’ye kadar varabilen dev alevler yükseliyordu.
Peygamberimiz, Buhari’den nakledilen ve Câmi-üs Sagîr’de geçen bir hadisinde, güneş ile cehennem arasında münasebete işaret etmiş ve şöyle buyurmuştu:
“Öğle namazını, serinliğe tehir ediniz. Muhakkak ki sıcaklığın şiddeti, cehennemin kaynamasındandır.”
Elmalılı Hamdi Yazır, yıllar önce yazdığı Hak Dini, Kur’an Dili adlı eserin 5525. sayfasında bu âyetlerin tefsirini yaparken; âyetlerde ‘saray’ şeklinde geçen benzetmenin, ateşin büyüklüğünü, ‘deve sürüleri’ şeklindeki benzetmenin ise renk, çokluk ve hareketi gösterdiğini ifade etmektedir.
Yukarıdaki fotoğraf, güneşteki termonükleer reaksiyonlar sonucunda meydana gelen ve yüzbinlerce kilometre uzağa fırlatılan dev alevlere aittir. Daha 14 asır öncesinden, ‘saray’ gibi muhteşem oldukları ifade edilen ve ‘sarı develer’e benzetilen bu alevler, uzayın karanlıklarıyla birlikte Kur’an’ın bir başka mucizesini de aydınlatıyorlar.
Alman kaynaklı MEYERS HANDBUCH ÜBER DAS WELTALL adlı kitaptan alınan resimler, develeri andıran dev alevlerin meydana gelişini kare kare gösteriyor. Bu resimlerin, alttaki deve fotoğraflarıyla uygunluğu gerçekten hayret vericidir.
Büyük İslam âlimlerinden Bediüzzaman ise, Mektûbat adlı eserinin 8. sayfasında, Cehennemin, suğra (küçük) ve kübra (büyük) olmak üzere iki adet olduğunu ve küçük bir çekirdeğin büyük bir ağaç meydana getirmesi gibi, suğranın da ilerde kübranın çekirdeğini oluşturabileceğini söyler. (Aynı eserde, ‘suğra’ olarak belirtilen küçük cehennemin, bir nakle göre magma tabakası olduğu belirtilmektedir.)
Sonuç olarak, kâinatta abes (faydasız) bir şey yaratılmadığı gerçeğinden hareketle, dünyanın, güneşin ve diğer yıldızların bağrında saklanan ateş kütlelerinin, cehennemde yer alacağı hükmüne varılabilir. Güneş çekirdeğine ait sıcaklığın, bilim adamlarınca 15 milyon santigrat derece olarak ifade edilmesi, bu hükmü doğrular mahiyettedir.
Dev teleskopların daha dün görebildikleri gerçekleri, Kur’an’ın 14 asır öncesinden keşfedip herkesin anlayacağı şekilde tarif etmesi, tamamen kör ve sağır olmayan insanların O’nu tasdik etmesiyle sonuçlanmaktadır.
“Yakında biz onlara araklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi (gerçekleri) göstereceğiz. Hatta onların hakikat olduğuna, kendilerine tebeyyün edecektir. (Apaçık görünecektir.)”
— Fussilet Sûresi, 53 âyet.