TR EN

Dil Seçin

Ara

Ayva Sarı, Nar Kırmızı; Sonbahar!

Sararan ayva, kızaran nar mı sadece? Yapraklar da sararır ve kızarır sonbahar geldiğinde.

 

Böyle demiş şair. Ama sararan ayva, kızaran nar mı sadece? Yapraklar da sararır ve kızarır sonbahar geldiğinde. Sebepler noktasında baktığımızda bunun sebebi yeşil rengi gösteren klorofilin kaybıdır. Gerçekte ise, yeryüzünü bir yap-boz defteri olarak kullanan Âlemler Rabbinin, şuurlu muhataplarına farklı manzaralar gösterme iradesidir.

Esasında yaprakta klorofilden başka karoten, ksantofil, lutein ve likopen gibi çeşitli renk pigmentleri vardır. Ancak klorofilin baskın bulunması diğerlerini gizler. Sonbahar geldiğinde ise klorofilin görevi bitmiştir. Artık dört gözle görünmek için sırasını bekleyen diğer pigmentler sarı, kırmızı, turuncu gibi renklerle mevsimlik bayramın geçit resmine katılırlar.

Yeşil ve nazik yapraklar yaz boyunca güneşin yakıcı sıcaklığı altında direnmiş, hem ağaca hem de altına sığınanlara gölgelik etmişti. Sonbahar gelip günler kısaldı, güneşin şiddeti yatıştı derken, şimdi ise yüzleri solmaya ve sararmaya başladı yaprakların. İhtiyarlık belirtileri görünür oldu… Artık fotosentez görevini yapamıyorlardı. Gerçi Güneşin yakıcı tesiri gittiği için ona ihtiyaç da kalmamıştı. Ve bir adımda yaprak sapı gevşedi, bükülmeye başladı. Beli bükülen ihtiyarlar gibi… Bir gün ise Azrail-misal bir melek dokuşuyla esen rüzgâr onu dalından aldı ve toprağın bağrına bıraktı.

Yaprak buraya boşuna gelmedi. Ona verilen besinleri toprağa verdi. Toprak beslendi ve zenginleşti. Bir zaman sonra ağaçtan düşen meyvelerin tohumları da toprağa karıştı. Tohumlardan birisi yaprağa yakın bir yere düştü. Kışı uykuda geçiren tohum, ilkbaharda, ağaç olmak için uyandırıldı ve çimlenmeye başladı. Beslenmeye ihtiyacı vardı. Eski yaprağın toprağa bıraktığı besinleri aldı. Yaprak çürüyüp toprak oldu, toprağa kattığı besinlerle bir tohuma can oldu. Görünüşte çürüyen yaprak, elementleriyle önce tohumda sonra da tohumdan inşa edilen ağaçta hücre oldu, yaprak oldu, meyve oldu. Böylece ‘ölüden diriyi çıkaran’ Allah, bu yaptıklarını, tekrar yaratma müjdesine ve ölümün mutlak yokluk olmadığına yapraklar adedince misaller yaptı.

Üzerinde seyahat ettiğimiz dünya treni, güneşin etrafında mevsim istasyonlarına uğrar. Mevlamızın gönderdiği mevsim hediyelerini yüklenip bizlere getirir. Her mevsimin kendine mahsus bir güzelliği, bir çekiciliği vardır. Bir taraftan sanatkârlara ilham verecek kadar farklı renk cümbüşü manzaraları kurulurken; diğer taraftan elma, ayva, ceviz, nar, mandalina ve portakal gibi sonbahar hediyeleri, daldan parmakların ucuna bir Mün’im-i Kerîm tarafından asılır.

Aynı zamanda bir hasat mevsimi olan sonbahar, ‘ekmeden biçilemeyeceğini’ de hatırlatır insana.

Ağaçlar, bu yaz-boz dünyasında takılan süslerin geçici olduğunu, asıl olanın ahiret süsleri olduğunu bildirir gibi gibi nazik organları olan yapraklarından soyunurlar. Bir taraftan da gelecek olan kar, tipi ve zemheri soğuklarına göğüs germek için hazırlanmış olurlar.

Bizim de böyle mevsimlerimiz yok mu? Çocukluk dönemi ilkbaharımız, gençlik dönemi yazımız, ihtiyarlık sonbaharımız, ölüm ve berzah hayatımız da kışımız; haşir ise Allah’ın lütfuyla ebedî baharımızdır bizim…

Başta dediğimiz gibi, Âlemler Rabbi bizler için, mevsimleri, ağaçları, yaprakları konuşturur; onlar da konuşurlar lisan-ı halleriyle. Bunları görecek göz, işitecek kulak ve düşünecek akıl gerek elbette.