TR EN

Dil Seçin

Ara

Yazarı Olmayan Kelimeler

Bu yazının başlığı altındaki üç satırlık birinci paragraf size birşey ifade ediyor mu bilmiyorum. Hemen altındaki satırların ise kullandığım bazı harf ve işaretlerden oluştuğunu, ancak bir anlam veremediğimi söylemeliyim. Onun altındaki satırda bir üst paragrafta kullanılan harflerin bir araya gelmesiyle, İtalya’da kullandığınızda karşınızdaki insana ‘Adınız nedir?’ demiş olacağınız bir birliktelik yakalamış oluyorsunuz. Tabii bunu sadece İtalyanlar anlar, İtalyanca bilmiyorsanız siz de anlamamışsınızdır. “Adınız nedir?” anlamına geldiğini benim beyanıma güvenerek iddia edebilirsiniz. Bir sonraki cümlede ise hemen hemen aynı harflerin kullanılmasıyla bu kez Türklerin anlayacağı bir soru cümlesi “Adınız nedir?” ile karşılaşıyoruz. Bunun elbette bir anlamı olabilmesi için bu harf dizinlerinin biri tarafından okunması ki, bu ilim gerektirir, okunanın anlaşılması için de Türkçe bilmek gerekir.

Nerden çıktı şimdi bunlar? diye merak ediyorsanız hemen şimdi size ‘sır programları’na konu olabilecek çok esrarengiz bir olayı anlatmaya başlıyorum:

Bu ay dergide neler yazayım diye düşünürken, bilgisayar odasına gireyim elbet bir şeyler gelir aklıma dedim ve odaya girdim. Daha önceden olmuş bir arızadan dolayı bilgisayarın fişi çekiliydi. Tam fişi takacakken zil çaldı ve fişi yere koyup kapıya bakmak üzere odadan çıktım. Geri döndüğümde bir de ne göreyim? Yazımın ilk dört paragrafı hazırdı. Önce çok şaşırdım, biri bana şaka yapıyor sandım. Ancak bütün odaları dolaşıp evde kimse olmadığına ikna olunca ürperdim. Hemen kapı komşum Behzat amcaya gittim, olan biteni anlattım. Behzat amca ellili yaşlarda, üniversite mezunu, son derece yoğun kitap okuyan, mahallede herhangi birinin bir müşkülü olduğunda müracaat edilen ‘ateist’ bir komşumuzdu. Olanca nezaketiyle beni dinledi ve “Bu konuyu açıklamak için olabilecek bütün alternatifleri gözden geçirmeliyiz.” dedi.

Birlikte başladık olabilecek alternatifleri sıralamaya. “Kendiliğinden olmuş olabilir.” dedi Behzat amca. Ben de, “Bir araya gelmiş sebepler de olabilir.” dedim. “Doğru” dedi. “Belki bu cihazların tabiatında böyle birşey vardır, ya da tabiat yapmıştır.”

Sonra oldukça uzun bir süre düşünüp son alternatifin bir insanın bu işi yapmış olma olasılığını da liste sonuna eklemek olduğuna karar verdik..

Kendiliğinden oldu düşüncesini çok çabuk hallettik zira herhangi bir kişi ya da sebebe vermekten kaçındığımız bir sonucu, o sonucu oluşturan bütün zerrelere vermek gerekir ki bunun anlamı bir mümkini (olabiliri) kabul etmemek için, milyarlarca imkânsızı kabul etmek demektir. Maksadımız inat değil olayı çözmek olduğundan üzerinde fazla durmadan ikinci alternatife geçtik. Acaba hangi sebepler bir araya gelip böyle bir netice verebilirdi? Hadi bu sebepler fişi prize taktılar, bilgisayarı çalıştırdılar, bir word sayfası açtılar, ilk üç paragrafı da yazdılar. Bunlar bile ne kadar imkansız geliyordur size, ben anlatırken, İtalyanca ve Türkçe soruları nasıl yazmış olabilirlerdi bu sebepler? Bu, soyut resim olsa baktığında objektif şeyler görülmese de, tevil etme şansın olur ama gayet hikmetli, anlamlı, bilgi içeren bir durumdan bahsettiğimizden dolayı bunu kör sebeplere havale etmek de oldukça güçleşti. Tabiata döndük.

Petrol türevi kabloların bu işi yapmasının imkansızlığını görmek de fazla zamanımızı almadı. Zaten türevden bahsettiğimiz için, türev kendisi tabii değil işlemden geçirilmiş bir ürün olduğundan tabiat yaptı dedirtecek bir delil olmayacaktı. Hava, su, güneş, karbon bileşenleri, rüzgar vb.’nin teknolojik bir üründe anlamlı, hikmetli bir iş görmesi de imkânsızlar arasındaki yerini alınca Behzat amcayla birbirimize baktık; Behzat amca, “Bunu yapsa yapsa sana şaka yapmak ve biraz da şaşırtmak isteyen muzip bir arkadaşın gizlice eve girip yapmıştır, çok da anlaşılmasın diye de bu anlamsızlıkları eklemiştir.” dedi.

Ben son ihtimali daha mantıklı bulmakla birlikte bu konuyu bu kadarla bırakmayacağımı söyleyince Behzat amca, araştırmanın bir sakıncası yok, araştırmak iyidir, ama bu meselede dördüncü seçenek dışındakilerin imkansızlığını görmelisin deyince, pekala Behzat amca; “Bir bilgisayardaki word sayfasında rasgele yazılmış, çoğu anlamsız, gelişigüzel, sadece iki sorusu anlamlı bir yazıyı kendi kendine olmaya, sebeplerin bir araya gelip yapmasına, tabiata havale edemiyorsun ve mutlaka birisi yapmıştır diyorsun da; kütleleri dünyadan milyonlarca kez daha büyük ve uzay denen bir boşlukta bir top güllesinden yetmiş kat daha hızlı bir şekilde birbirine çarpmadan hareket eden yıldızları ve gezegenleri, dünyanın güneşten hayata en müsait uzaklıkta olmasını ve kalmasını, yeryüzündeki beslenme dengesinin hayatı korumasını, yerçekiminin insanın damarlarındaki basınca, boşaltım ve sindirim sistemine etki ve faydalarını, hiçbiri üniversiteye gitmemesine rağmen bütün anne adayı timsahların yumurtalarını benim ve senin şu anda bilemediğimiz bir sabit derinlikte toprağa gömmelerini, doğumdan sonra bütün annelerin göğüslerinden akıtılan sütleri (tüm memeliler hesap edildiğinde her gün tonlarca sütü olan bir nehir akıyor dünyada), o sütlerin bebeklerin gelişim periyotlarına göre içindeki maddelerin artıp azalmasını ve bebeğin savunma sisteminin temelini oluşturmasını, birbirinin aynı iki hücrenin mitoz bölünme ile önce ikiye, sonra dörde, sonra sekize, sonra onaltıya.... sonra milyonlara ulaşmasını ama neden sonra bütün özellikleriyle aynı olan bu hücrelerin hepsinin bir bütünü bilir bir vaziyette aralarında görev taksimatı yapıp, bir kısmının tırnak, bir kısmının saç, bir kısmının kas, bir kısmının damar olmasını ve eşit güçte oldukları halde bu taksimata ve görevlenmeye-görevlendirilmeye kimsenin itiraz etmemesini, bizim yeni öğrendiğimiz fosforun ilk insandan bu zamana kadar tüm insanların kanı tarafından gözlere, kalsiyumun ağırlıklı olarak kemiklere taşınmasını...” derken Behzat amca “Yeter!” dedi.

“Ben bu örneklerden milyarlarca verebilirim. Taptığımız bilim var olanı, yapılmış olanı tarif ediyor. Yerçekimi kanunu Newton tarafından bulunmadan önce de yer çekiyordu. Newton o kanunu bulunca yer daha bir şevkle çekmeye başlamadı. Sadece insanlar, ‘Nasıl oluyor da çekiyor?’ sorusuna cevap buldular. Daha doğrusu yapılmış, imar edilmiş—ki bu hem bilgi hem de kudret gerektirir—işleyen bir mekanizmayı anladılar, 5000 yıllık tarihi birikimleri neticesinde.”

“Tamam!” dedi Behzat amca. “Ben düşünmek istiyorum, bir kere daha düşünmek istiyorum. Bugüne kadar düşündüğüm ve cevaplarını aradığım her şeyi tekrar düşünmek istiyorum. Senin iki satır yazına bir sahip ararken, nasıl oluyor da koca bir evreni, mikro ve makro kozmosu, bir boşluğa, bir hiçliğe, bir yokluğa, bir sıradanlığa, bir basitliğe, bir boşvere, bir keyfiliğe havale etmişim, bunları düşünmek istiyorum.” Behzat amca çok okuyan bir adamdı demiştim.

Sanırım şu anda bilgi adına edindiğimiz her şeyi tek tek düşünüyor. Umarım yakında doğru cevaplarıyla gelecektir. Allah (cc) yâr ve yardımcısı, yâr ve yardımcımız olsun!