TR EN

Dil Seçin

Ara

Sivas Dünbiliği / Bir Kitabın Düşündürdükleri

Sivas Dünbiliği / Bir Kitabın Düşündürdükleri

“Dil ile millî ruh ve kültür birbirinden ayrılmazlar. 

Dil kültürün temeli ve taşıyıcısıdır. 

Onu yıktınız mı millî ruh ve kültür diye bir şey kalmaz.”

— Prof. Dr. Mehmet Kaplan

 

Dilin toplumlar için önemi tartışmasız bir gerçektir. Bir milletin kültürel değerlerinin başında gelen dil, toplum için bir kimlik vazifesi görmektedir. Dil, bir milletin tarihini ve kültürünü yansıtan bir araçtır. Dilin zenginliği, onun kullanılması ile tezahür etmektedir. Bir dille edebiyat yapılıyorsa, ilim yapılıyorsa, düşünce eserleri telif ediliyorsa o dil zenginleşir. Bu zenginlik, dilin tarihi inkişafında temasta bulunduğu medeniyetlerle de bağlantılıdır. Bu şekilde kelime alışverişi dillerin gelişmesinde mühim rol oynamıştır.

Yakın geçmişimizde dil meselesine dair kafa yormuş olan bir çırpıda adlarını zikredebileceğimiz Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nurettin Topçu, Cemil Meriç gibi münevverlerimiz vardır. 

Bu münevverlerden Cemil Meriç, dili musikilerin en anlamlısı olarak görmektedir. Kelimeleri ise meçhule açılan bir kapı olarak tasvir eder. Öte yandan toplumsal hayatta kullanılan dile yerleşmiş kelimeleri dilden atma çabalarının bir kültür intiharı olduğunu söyleyen Meriç, dilin kendi seyri içinde zamanla kendi tasfiyesini yapması gerektiğini belirtir. Kullanımı yaygın, dilin öz malı haline gelmiş olan kelimeleri sırf Arapça yahut Farsça kökenli diye dilden atmaya kalkışmak bir kıyımdır. Heyecanıyla, kültürüyle, hassasiyetiyle ve şuuruyla bir millete ait bütün kelimeleri taşıyan kamusun önemine vurgu yapan Meriç, kamusu namus olarak niteler. Kamus derinliklerinde duaların uğuldadığı, destanların coştuğu bir ummandır.

Yazının başlığında atıfta bulunduğumuz kitap, 1930 yılında Sivas’ta yayınlanmış olan “Sivas Dünbiliği”dir. Kitapta Sivas ili ve çevresinin tarihi, çevrede yetişmiş ve tanınmış kişilerin yaşam öyküleri, halk şairlerinin hayatları, eserleri, folklor, sosyal yazılar, ekonomi, sağlık, spor vb. konularda yazılar yer almıştır. Osmanlı Türkçesinin kozmopolit bir kimliğe sahip olduğunu düşünüp böyle bir dille ulusal/ulusçu bir edebiyatın mayalanmasının mümkün olmadığını düşünenler olmuştur. Bundan dolayı, ağırlıklı olarak Tanzimat’tan sonra, dilde “sadeleşme ve özleşme” hareketleri kimi zaman aşırılıklarla günümüze kadar süregelmiştir. Türk dili İslamî kavramları çağrıştıran kelimelerden arındırılmaya çalışılmıştır. Uydurulan kelimelerin bir kısmı medya ve eğitim sayesinde kamuoyuna dikte edilmiş ve bugün hâlâ kullanılmaktadır. Bir kısmı ise maya tutmamış ve unutulup gitmiştir. 

Bu minvalde tarih kelimesi yerine uydurulan bir kelimedir: Dünbilik. Kapağın üstünde de şu yazılar var: “Her uğuru korunmuştur”, “Basadsızları düzmedir” ve “Vilayet Basmalığı.” Bu ifadeleri Osmanlı Türkçesine çevirelim: “Sivas Tarihi”, “Her hakkı mahfuzdur”, “Mühürsüzleri sahtedir” ve “Vilayet Matbaası.”

Yeri gelmişken açıklayalım. Osmanlı Türkçesi, Türkiye Türkçesinin gelişme sürecinde Eski Anadolu Türkçesi diye adlandırılan ilk dönemi de içine alarak 13. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar devam eden yazı dilidir. Osmanlı Türkçesi’ni onun devamı olan bugünkü Türkçe’den ayrı düşünmek doğru değildir.

Unutmamalıyız ki dil şuurunu kaybeden bir millet, millet olma şerefini kaybetmekle yüz yüze kalır. Lisan ve yazısını kaybeden bir millet, hafızasını kaybetmiş demektir. 

Dünbilik tarihin çöplüğüne atılmıştır; ancak ya tutsaydı? Bugün Türk Tarihi değil de Türk Dünbiliği mi diyecektik?