TR EN

Dil Seçin

Ara

Bir Anlık Şimşek ve Sermedî Güneş

Güneşin eliyle, bir çiçeğin tebessümüyle, bir kuşun diliyle geldinse kendine, bekleme gayrı; çık yürü… Bir yanın dertler yumağı, bir yanında dertlerine derman. Çıkmış ferman, her derdin ardındadır aradığın o derman. Durma, yürü… 

Bugüne eriştiğimize bin şükür… Yaşadığımıza, sabaha çıktığımıza bin şükür... Olanı gör, vereni bil; yeri sulara bu gücünle yelken aç… 

Gününü iyi değerlendiren gecesinde rahat uyur. Dünyasını güzel yaşayan, ahirette mutlu olur. Her yaptığımız kaydedilir; mükâfatı, Sonsuz Rahmet ve Zenginlik Sahibinin yanındadır. Hizmet, meşakkat bittiğinde ücret almaya gideriz… 

Bak hayatı böyle yaşarsan, ölümü de vuslat bileceksin Yaratana. Korkmak yerine seveceksin. Sen yokken seni var edene, hayatı sana verene, Rabbine dönüyorsun… Sen yokken sana el vermiş, o eli boşta bırakmaz Rabbin… O Sadıku’l va’di’l-Emin’dir, vadetmiştir, verecektir.

Gidip de dönmemek mi! Gidenler dönmüyor mu!? 

Zaten dönülecek yere gitmiyoruz ki! Hangi bebek anne karnına dönmeyi ister. Zindandan kurtulan oraya dönmek ister mi!.. Dünya, ahirete nispeten bir zindan hükmündedir. Gidenler ancak gitmiş; ecel şerbetini içip sıralarını savmışlar bir kere… Orada bulduklarından sonra geri dönmeyi düşünmek isterler mi acaba? Allah Resulüne gelip, ölen çocuklarına tekrar kavuşmak için ağlayanlar olmuş. Allah Resulü, onlara acımış ve ölenin kabri başına gitmişler. Ona tekrar dünyaya dönmek ister misin diye seslenince, “Hayır. Ben daha güzelini buldum” diye cevap gelmiş. Buradan değil, oradan da bakmak lazım demekki…

Elbette bu güzellikler iman ehli için, Allah’a ve Resulüne tabi olanlar için. Kur’an’da dünyaya geri dönmeyi isteyenlerin kâfirler olacağı bildiriliyor. Dünyaya dönüp, hatalarını telafi etmek için; ama nafile…

Madem hayat böyledir, kıpırda, harekete geç. Nasıl derler, “ne yaparsan elinle, o gider seninle.” “Burada Bismillah dersin; orada Bismillah yersin.” Burada konuştuklarının aksi sadasını orada duyarsın. Hem de bire on kat fazlasıyla ihsan eden Rabbinin cömertliğiyle duyarsın, görürsün. 

Haydi şimdi tarladayız, şimdi çalışma yerindeyiz. “Tarlada izi olanın harmanda yüzü olur.” Ticaretinin basında olanın kazancı bol ve bereketli olur. Ekim zamanı yan gelip yatan, hasat zamanı haşat olur… 

En güzel çaba, en güzel ekin, insanların imanının kurtulmasına çalışmak… Bu, peygamber mesleği. Madem kurtulmalarına vesile olduklarımızla, kurtardıklarımızla kurtulacağız; öyleyse daha çok imanımızı besleyelim, ilimle, amelle besleyelim. Çalışalım, insanların faydalanacağı ağaçlar dikelim; güzel örnekten ağaçlar, faydalı sözden ağaçlar, gönül alma ağaçları, hayırlara vesile olma ağaçları… Varsın ahirzaman kıyametleri ortalığı talan etsin; biz yine de ağacımızı dikelim… 

Gün bugün; ömürden elimizde bir bu an, bir bugün var.

Bak, şu harika mektubuyla Bediüzzaman Hazretleri neler diyor:

“Merhaba ey kendi hastalığını teşhis edebilen bahtiyar doktor, samimî ve aziz dostum, 

Senin hararetli mektubunun gösterdiği intibah-ı ruhî şâyân-ı tebriktir. Biliniz ki, mevcudat içinde en kıymettar, hayattır. Ve vazifeler içinde en kıymettar, hayata hizmettir. Ve hidemat-ı hayatiye içinde en kıymettarı, hayat-ı fâniyenin hayat-ı bâkiyeye inkılâp etmesi için sa’y etmektir (çalışmaktır). Şu hayatın bütün kıymeti ve ehemmiyeti ise, hayat-ı bâkiyeye çekirdek ve mebde ve menşe olması cihetindendir. Yoksa, hayat-ı ebediyeyi zehirleyecek ve bozacak bir tarzda şu hayat-ı fâniyeye hasr-ı nazar etmek, ânî bir şimşeği sermedî bir güneşe tercih etmek gibi bir divaneliktir. 

Hakikat nazarında herkesten ziyade hasta olan, maddî ve gafil doktorlardır. Eğer eczahane-i kudsiye-i Kurâniye’den tiryâk-misâl imanî ilâçları alabilseler, hem kendi hastalıklarını, hem beşeriyetin yaralarını tedavi ederler, inşaallah. Senin şu intibahın senin yarana bir merhem olduğu gibi, seni dahi doktorların marazına bir ilâç yapar. 

Hem bilirsin, meyus ve ümitsiz bir hastaya manevî bir teselli, bazan bin ilâçtan daha ziyade nâfidir. Halbuki, tabiat bataklığında boğulmuş bir tabip, o biçare marîzin elim ye’sine bir zulmet daha katar. İnşaallah bu intibahın seni öyle biçarelere medar-ı teselli eder, nurlu bir tabip yapar. 

Bilirsin ki, ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur. Acaba benim gibi sen dahi kafanı teftiş etsen, malûmatın içinde ne kadar lüzumsuz, faydasız, ehemmiyetsiz, odun yığınları gibi câmid şeyleri bulursun. Çünkü ben teftiş ettim, çok lüzumsuz şeyleri buldum. İşte o fennî malûmatı, o felsefî maarifi (bilgileri), faydalı, nurlu, ruhlu yapmak çaresini aramak lâzımdır. Sen dahi Cenab-ı Hak’tan bir intibah iste ki, senin fikrini Hakîm-i Zülcelâl’in hesabına çevirsin, tâ o odunlara bir ateş verip nurlandırsın. Lüzumsuz maarif-i fenniyen, kıymettar maarif-i İlâhiye hükmüne geçsin.” (Barla Lâhikası, 57-58)