Bilim adamlarına göre yaklaşık 15 milyar yıl önce, bütün maddesi toplu iğne başından küçük olan sıfır noktanın patlaması ile bugünkü kâinat (evren) ortaya çıkmıştır. Big Bang (Büyük Patlama) adı verilen bu teori, kâinatın tek ve büyük bir patlama ile başladığını kabul eder.
Ünlü fizikçi Stephan Hawking, “Artık hemen hemen herkes kâinatın ve zamanın Big Bang’le başladığını kabul etmektedir.” diyor. Yani kâinat ve dünya, ışık ve enerji patlamasıyla yoktan var olmuştur.
Dolayısıyla yirminci yüzyılda kâinatın değişmeyen, ezeli ve sonsuz bir yapı olmadığının bilimsel bulgularla anlaşılması materyalist zihinler için tam bir yıkım olmuştur.
Ancak Big Bang; kaotik, düzensiz ve tesadüfi bir olay değildir. Aksine, zeki canlıların ortaya çıkabilmesi için şartları titizlikle ayarlanmış ve insan aklının sınırlarının ötesinde bir hassasiyete ve karmaşıklığa sahip bir olaydır. Evrenin kuvvet, kütle, oran, yük, elektromanyetizma, yerçekimi ve diğer tüm sayısal özelliklerinin son derece karmaşık şekli öyle sarsıcı bir hassasiyetle belirlenmiştir ki, bunun tesadüf olması mümkün değildir.
Yeryüzünde hayatın var olması, evrenin yoğunluğundaki hassasiyet kadar evrenin genişleme hızına da bağlıdır. Yine Stephan Hawking ‘Zamanın Kısa Tarihi’ adlı kitabında genişleme hızı ile ilgili şöyle demektedir:
“Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir noktadadır ki, Big Bang’ten sonraki birinci saniyede bu oran eğer ‘yüz bin milyon kere milyonda bir’ daha küçük olsaydı evren şimdiki durumuna gelmeden içine çökerdi.”
Demek ki, böylesine hassas bir hesabın tesadüfen oluştuğunu ve ilk maddenin orada tesadüfen bulunduğunu söylemek mümkün değildir.
Diğer bir deyişle kâinatta son derece özel başlangıç koşulları ve titiz standartlar meydana gelmiş, yani adeta bugünümüzü ve bizi görerek şekillenmiştir. Bu olgu Big Bang’in rastlantıyla değil de plânlı bir ortaya çıkış olduğunun en net göstergesidir.
Bu yüzden ünlü fizikçi Paul Davies, şöyle demektedir: “Arka planda olan bir güç bu işleri organize etmektedir. Bunun tesadüfen olması mümkün değildir. Büyük patlamadan milyarlarca ışık yılı sonra kâinatın bir bölgesinde hayata hizmet etsin diye güneş hidrojen deposu olarak planlanmıştır.”
Mantığın temel prensibidir: “Başlangıcı olan her şeyin bir sebebi vardır.”
Biz biliyoruz ki, kâinat sonradan ortaya çıkmıştır. Yani bir başlangıcı vardır. Öyleyse var olmasına üstün bir iradenin sebep olduğunu söyleyebiliriz.
Nobel ödüllü fizikçi Arno Penzias şöyle diyor:
“Astronomi bizi benzersiz bir olaya, hiçten yaratılan bir evrene yönlendiriyor. Bu öyle bir evren ki hem hayatın oluşabilmesi için tam tamına uygun şartları sağlayacak çok hassas bir dengeye sahip, hem de temelinde (‘tabiatüstü’ denilecek türden) bir plan yatıyor.”
Yine Stephan Hawking, “Kâinatın başlangıcı olduğunu kabul edersek bir Yaratıcısının da olduğunu kabul etmek zorundayız.” demektedir.
“Dünyayı, kâinatı, insanı muhakkak Yaratan vardır” denildiğinde ateistler hemen “Peki o zaman Tanrı’yı kim yarattı?” diye sorarak akılları sıra yaratılma düşüncesini çürüttüklerini zannederler.
Ama ateistlerin göremedikleri, görmek istemedikleri bir husus vardır:
Allah ezelîdir. Yani başlangıcı yoktur. Zamandan ve mekândan münezzeh, gözle görülmeyen, yarattıklarına benzemeyen, kendi iradesi olan ve sınırsız kudret sahibi bir varlıktır.
Sonradan ortaya çıktığını bildiğimiz bir varlığın muhakkak bir yaratıcısı olmalıdır. Ancak başlangıcı olmayan, ezelî olan Yaratıcı hakkında bu soru anlamsızdır, boştur.
Kısaca ateistler, “Eğer her şeyin bir sebebi varsa Tanrı’yı neden bundan ayrı tutuyorsunuz?” demekte haksızdırlar. Kâinatın başlangıcı olduğuna göre elbette Yaratanı mevcuttur. Ancak ezelî olan, yani başlangıcı olmayan Rabbimiz hakkında bu soru mantıksızdır.