TR EN

Dil Seçin

Ara

Kâinatın Bilinç Yapısı

Çoğu fizikçi, içinde yaşadığımız bu Evren’in bir çeşit hologram plakası gibi bir yapı sergilediğini düşünüyorlar. Hologramlar, lazer ışını yardımıyla bildiğimiz iki boyutta değil de, üç boyutlu fotoğraf gösteren şeffaf resimlerdir. Bir hologram resmini eğer ikiye bölebilirsek, her bir parçanın aynı resmi sergilediğini görebiliriz. Örneğin bir armut holografisi ikiye, dörde, sekize, onaltıya bölünse her birinin aynı armudu göstereceği anlaşılmıştır. Buradan şu ilginç sonuç çıkıyor. Bütün ve parça aslında birbirinden kopuk, ayrılmaz değillerdir. Bütünlük; her yer ve zamanda mevcuttur ve vardır. Buna göre bütünün içindeki bilgi veya bilinç asla kaybolmaz.

Bu sonuç bizi başka sonuçlara da götürüyor. Maddenin temel birimleri, yani atom altı parçacıklar diyeceğimiz elektron, proton ve nötronlar ve diğer alt tanecikler birbirine bağlı ve bağımlıdırlar ve hepsi de bir bütünün ayrılmaz zerreleri olarak düşünülür. Daha da ileri sonuçlarda yaşam, düşünce ve bilinç konularında da benzer sonuçlar tartışılıyor. Düşünce nedir? Akıl nedir? Zeka nedir? Muhakeme mantık, sezgi, mukayese, müzakere hele hele tefekkür nedir? Bunlar da yaşamın bütünlüğü içinde nasıl yer alırlar?

Sanki bu âlem bir aynadır da görüntüleri sonsuz sayıdaki aynalara yansıtan bir özellik taşır.

Kuantum Mekaniğinin bir diğer çarpıcı ve sarsıcı yönü, çok ünlü olan ‘Schrödinger’in kedisi’ deneyidir. Bir kediyi bir odaya kilitliyorsunuz. Odada radyoaktif bir madde var. Bu madde, bir saat boyunca çeşitli aralıklarda radyasyon yayıyor. Radyasyon ölçen ve adına Geiger sayacı denilen bir sayaç da odada bulunuyor. Sayacın bir ucu da zehir şişesinin kapağına iliştirilmiş olsun. Schrödinger (1887-1961) denklemlerine göre odanın içine girmedikçe kedinin ölü mü yoksa sağ mı olduğunu bilemeyiz.

Daha başka bir anlatımla kedi hem sağ hem de ölü olabilir!

Ünlü bir kuantum fiziği uzmanı olan B. S. De Witt’in “Kuantum Mechanics and Reality” adlı makalesinden (Physics Today, 23. No.9 (1970) alınmış bu şekil, kedinin hem canlı hem de ölü olabileceği fikri üzerinde denklemlerin ortaya koyduğu gerçekleri sergiliyor. “Schrödinger’in Kedisi” son zamanlarda çok tekrarlanan bir özdeyiş halinde gündemde tutuluyor.

Bu nasıl olur demeyin. Çünkü radyoaktif maddeden yayılan ışınım, hem dalga karakterinde hem de parçacık yani tanecik karakterinde olabilir. Peki ama, eğer ışınım (radyasyon) dalga halinde yayılırsa, kedi ölmez sağ kalır. Öte yandan ışınım parçacık gibi davranırsa o zaman işler kötüye gidiyor demektir. Parçacıklar zehir kutusunun kapağını açabilir, odaya zehir bulaşır ve kedi ölür.

‘Ölen kediler ölüdür, kalan sağlar bizimdir’ derler ya, işte onun gibi bir şey!

Işınımın ne zaman ve nasıl bir durum sergileyeceğini asla bilemeyiz.

Kedinin ölümle yaşam arasında adeta üst üste bindiği süperpoze denilen bir durumda olduğu anlaşılıyor. Aynı anda ölü ya da diri olmak akla ve mantığa ters düşse bile, kuantum mekaniği bize bu gerçekliği açık denklemlerle anlatıyor.

Burada felsefeciler de bazı benzer sonuçlara varıyorlar ki, haklıdırlar. Doğada hiçbir şey önceden bilinemez, kestirilemez. Doğrular ve gerçekler ancak tahmin edilebilir. Aslında siyah ve beyaz diye iki ayırım da yoktur; gri alanlar da mevcut olabilir. Hiçbir olay vukua gelmeden önce vukua gelmiş gibi düşünülemez. Gelecek daima bir belirsizlik çemberi içindedir, adeta karanlık bir dehlize benzer. Neyin, ne zaman, nasıl, ne şekilde ve hangi şartlarda oluşacağı kesinkes doğrulukla matematik olarak hesaplanamaz. Ancak bazı yaklaşık değerlerle sonuca yaklaşabiliriz. Dünya üzerinde yüzde yüz doğru olan hiçbir tanım, hiçbir tarif ve hiçbir ölçü ve ölçek birimi yoktur. Sadece yaklaşım vardır, o kadar! Çünkü kesin doğruluk ve kesinleşmiş gerçekler ‘mutlak’tır. Evrende ise mutlakiyet yoktur, ancak izafiyet vardır! Bütün bunlardan yola çıkarak, bilimsel gerçekler içine ‘saçaklı mantık’ denilen ve ‘kaos’ olarak ta adlandırılan yeni deyimler, yeni tanımlar ve yeni kavramlar giriyor.

Doğayı inceleyen ve doğayı ‘ayakta tutan’ yasaları dikkatle araştıran bir araştırıcı, Evren’in bilince doğru yöneldiğini belki biraz hayretle, biraz da hayranlıkla; ama çoğu kez da tam bir teslimiyetle bu yalın gerçeği keşfedecektir. Artık tamamen bilinçli bir Evrende yaşadığımızı kabul etmek zorundayız. Ölü, statik, durgun ve hareketsiz bir Evren, ‘bilinçle’ bağdaşmaz ve bir arada bulunamaz, yaşayamaz! Tabiat, durağan değil; tam aksine dinamik ve hassas bir denge halindedir. Doğayı oluşturan maddenin o harikalar harikası denklemlere yansıyan nefis simetrileri, bilincin varlığını açıkça ortaya koyuyor.

Daha da ileri bir boyuta geçelim. Denilebilir ki, eğer biz olmasaydık, kendini gösteren bir bilinç olmasaydı, Evren yaratılmazdı! Bizler hepimiz; madde, uzay, zaman, yıldızlar ve güneşler hepsi bir bütünlük içinde yerlerini alırlar. Bizler evrenin kendisiyiz. Bizler evrenin yaşamı, bilinci ve zekasıyız.

İşte sorulması gereken soru burada düğümleniyor. Bu bilinç, bu Evrene nereden geldi?

Durup dururken mi? Hayır olamaz!

Ya nedir bu bilinç?

Bu bilinç, “Akl-ı Küll-i Muhammediye’dir!”

Nokta!