TR EN

Dil Seçin

Ara

Her Şey Neden Dönüyor?

Her Şey Neden Dönüyor?

Kâinat ve zaman ilişkisi

Hiç aklımıza geldi mi? “Neden evrenimizde her şey, her şeyin etrafında dönüp duruyor? Atomdaki elektronlar çekirdek etrafında; gezegenler güneş etrafında dolanıyor. Her yerde bir hareket var. Acaba niçin?”

    

Soruyu daha da açmak gerekirse, mikro kozmos dediğimiz küçük âlemden başlayarak, makro kozmos dediğimiz büyük âleme kadar her varlık, bir üst varlığın çevresinde dolandığı gerçeğine ulaşırız.

Aslında bu dolanımların, bu hareketlerin asıl sebebi zamandır! Zaman var olduğu içindir ki, hareket vardır. Her harekette de hız kavramı ortaya çıkar. Hız ise belli bir yolun ne kadar “zamanda” biteceği esasına dayandığı için zaman denilen dördüncü boyut, evrenimizde egemen olmuştur.     

İşte bu nedenle “Zaman kainatı döndürür.” diyoruz.

Zaman kavramının felsefede, dinde ve fizikte önemli tanımlamaları ve tahlilleri mevcuttur.

 

Sürekli yaratılış; yani zaman

Bedia Akarsu, ‘Felsefe Terimleri Sözlüğü’ kitabında, bir fizikçi olarak değil, bir felsefeci olarak zamanı şöyle tanımlıyor: “..Oluş, gelip geçiş, değişme ve süreklilik biçimi, dönüşü olmayan doğrultuda birbiri ardından gitme..”

Bazı İslâm düşünürleri de zaman konusunda bazı risaleler yazmışlardır. Kur’ân’da da zaman kavramı geçer.

“Allah yerden göğe kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra bütün işler sizin hesabınıza göre bin yıl tutan bir günde ona yükselir.” (Secde; 5)

Bir başka âyette de zaman kavramı şöyle buyurulmuştur:

“Melekler ve ruh oraya elli bin yılda; size göre bir günde yükselirler.” (Mearic; 4)

Çok sayıdaki müfessirler (tefsirciler, yorumcular) burada ifade buyurulan bin yıl veya elli bin yıl gibi sözcüklerin, Arap lisanında çokluğu, fazlalığı imâ ettiğini belirtmişlerdir. Gerçekten herhangi bir zaman sınırlamasından ziyade burada zamanın izafiyeti, yani kısalığı veya uzunluğu anlatılmak istenmekte olduğu genel kabul görmektedir. Dünya zamanı ile uzay zamanının değişik olduğu zaten ileri fiziğin artık şüphe götürmez kesinleşmiş hükümleridir. Yalnız dünya ile uzay zamanı arasında değil; uzayın değişik yörelerinde dahi zaman farklı hızlarla akmakta; böylece 1500 yıl önce belirtilmiş bu gerçeğin, bugünün imanlı gençlerine anlamlı bir mesaj olarak algılanması mümkün hale gelmiştir.

Fizik açısından baktığımızda da zamanın, içinde bulunduğumuz evrenimizin dördüncü boyutu olarak kabul gördüğünü anlarız. İlk üç boyut ise; en, boy ve yüksekliktir. Bu üç boyuta bir de zaman boyutunun ilave edilmesiyle kâinatın düzeni yerleşmiş; her şey yerli yerine oturmuş; her köşeye, her noktaya mükemmel bir nizam girmiş ve ancak ondan sonradır ki canlılar, bu dört boyuta göre yaratılmışlardır.

Prof. Stephen Hawking, ‘The Brief History of Time’ (Zamanın Kısa Tarihi)  adlı orijinal kitabında şu sözlerin altını çiziyor:

“Evren niçin gördüğümüz özelliklere sahip? Çünkü başka türlü özellikler olsaydı biz şimdi burada olamazdık.” (shf.125)

Michio Kaku adlı aslen Çinli bir profesörün “Hyperspace” (Hiper uzay) adlı eserinde dediği gibi, her cisim gibi evren de hareketlidir; o halde onu da ilk harekete geçiren bir büyük güç vardır. Müstesna bir güç! Olağanüstü bir güç! Akıllara, idraklere, zihinlere sığmayacak kadar büyük bir güç!

 

Bu güç kimdir, kimdedir?

“Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Allah’ın her şeye gücü yeter.” (Âl-i İmran; 189)

“Göğü biz genişletiyoruz.” (Zâriyat; 47)

Evrenin genişlemesi demek; her şeyin her nesnenin hareket halinde olduğu anlamına gelecektir. Bunun dinî, felsefî tarafının yanında kozmoloji uzmanlarının da aynı görüşü ısrarla dile getirdiğini ve böylece durgun ve statik bir evren yerine hareketli, dinamik bir evren modeli ile karşı karşıya kaldığımız açıklıkla ortaya çıkmaktadır.

Yalnız güneşler, gezegenler, dünyalar değil, evrendeki tüm cisimler hareket halindedirler.

Bu konuda ünü sınırlar aşmış İngiltere’nin Londra Üniversitesinden bilim insanı bakınız neler anlatıyor:

“Evren durağan değildir genişlemektedir, yıldızlar ezelden (sonsuz zaman öncesinden beri) parıldıyor olamazlar. Çünkü yakıtları bitmiş olurdu (yani yakıt olarak kullandıkları hidrojen tükenecekti.) O halde şu anda yıldızların ışıldıyor oldukları gerçeği, evrenin geçmişte belirli bir zamanda var olduklarının kanıtıdır.” (Kaynak: ‘Son Üç Dakika” Prof. Paul Davies shf: 29)                  

Hemen bütün kozmoloji kitaplarında ve bu konuda uzmanlaşmış bilimcilerin hazırladıkları tebliğlerde aşağıdaki sonuç defalarca dile getirilmiştir:

“Eğer herhangi bir nesnenin varlığı biliniyorsa, bu varlığın mutlaka bir “başlangıcı” olması gerekir. Başlangıcı olan her şeyin de mutlaka bir amacı olması şarttır.

Bu hareket noktasından yola çıkarak uzmanlar kendi kendilerine soruyorlar:

1. Evrenimiz hiç yoktan, yokluktan, zamansızlık ve mekânsızlıktan yaratılmıştır.

2. O halde evrenin de bir başlangıcı var olmalıdır. Bütün kanıtlar evrenin zamanımızdan 14 milyar yıl önce yaratıldığını ve bir başlangıcı olduğunu gösterdiğine göre:

3. Evrenin bir amacı, bir gayesi ve hedefi olmalıdır.

4. Bu gaye nedir?

 

Evren niçin yaratıldı?

Fizik ve kozmoloji bu gayeyi anlamakta ve anlatmakta güçlük çekiyor. Konuyu felsefecilere bırakıyorlar. Felsefeciler de konuyu ağızlarında geveleyip durmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Çok konuşuyorlar ama, hiçbir şey söylemiyorlar.

İslam’ın mesajında mesele kolayca anlaşılır düzeydedir. Evrenin yaratılış gayesi ‘insan’dır! Allah’ın “Zâhir” isminin gerekliliği yüzünden, Allah evreni yaratmıştır.

Bunu ifade eden bazı tasavvuf âlimleri şöyle bir yaklaşım sergiliyorlar: “Zâhir, Zât’ının muktezasıdır.” diyorlar. (mukteza: gereklilik)  

Aslına bakılacak olursa evrene, kısa ve öz olarak “Bir’in, eserleriyle bin olarak görünmesidir.” şeklinde özetlenecek bir yorum getirilebilir. Çünkü Allah, Zâtıyla bütündür, tektir ama isim ve sıfatlarının tecellisi kesirdir (çoktur). İçinde yaşadığımız ve gölgeli hayaller gibi itişip tepiştiğimiz bu evren, isim ve sıfatların görüntüsünden, yansımasından başka bir şey değildir. 

Gerçekten evrenin yaratılış amacı nedir? Eğer bu gaye insan ise; insanın da tekâmüle, olgunluğa ve kemâle ermesi asıl gaye olmalıdır. Çünkü İslam Peygamberinin, ‘İki günü birbirine eşit olan ziyandadır.’ sözü bu gerçekle örtüşmüyor mu?

Evren de tekâmül ederek, kemâle doğru ilerleyerek ve son durağına, yani kıyamete doğru koşmuyor mu?

 

COBE’nin gösterdiği gerçek

Frederick Burnham bir bilim tarihi uzmanıdır. Onun şu görüşleri ne kadar da anlam yüklüdür:

“NASA’nın uzaya fırlattığı COBE (Cosmic Background Explorer: Kozmik arka fon ışımasının keşfi) uydusundan elde edilen en son bilgi ve bulgular, evrenin yaratılmış olduğu gerçeğini bir kez daha açıklıkla ortaya koymuştur.”

“COBE’den elde ettiğimiz bulgular, evrenin Tanrı tarafından yaratıldığı fikrini doğruladığı gibi, geçmiş son 100 yıllık bilim tarihinin de en önemli ve saygın bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.”

(Bu konuda ‘OL DEDİ OLDU’ kitabımızın birinci cildinde yeterli açıklama vardır. T. T.)                                        

Bir an için varsayalım ki, uzayda hiçbir madde yok! Boş bir uzay var ama, güneşler, dünyalar, gezegenler, kuyruklu yıldızlar, nebulaların hiçbiri mevcut değil. İşte o zaman çok garip bir görüntü ile karşılaşırdık. Öyle ki, uzayda madde yok ise, uzay-zaman sistemi de boş ve boşlukta kalacak demektir. Olaylar arasındaki uzaklık ve zaman farkı da yok demektir. Bu kabul, tamamen anlamsızdır. Onun içindir ki, uzayda madde vardır. Madde olduğu için, zaman da vardır. Zaman olduğu için hızlar, periyotlar, yörüngeler vardır. Her nesne uzay-zaman ağında hareketlidir. Hareket etmeye mecburdur. Durağan, durgun hiçbir cisim yoktur. Çünkü zaman kâinatı döndürür. Peki o zaman şu sorunun altını çizmek gerekmez mi? “Zaman” nereden ve nasıl ortaya çıkmıştır?

Bu soru, ancak ve ancak “Big Bang” yaratılışı ile cevabını bulabilir!

Yaratışta ise; olanak, olasılık, şans, tesadüf, rastlantı, zar ve iskambil oyunları asla ve asla söz konusu olamaz!