TR EN

Dil Seçin

Ara

Yaratılış Senfonisi

Bu ne müthiş bir senfoni, ne muazzam bir orkestra, ne usta bir ŞEF’tir ki, her türlü nefesli, yaylı ya da vurgulu sazların öylesine bir uyum içinde, mükemmel bir ritimle, muhteşem bir ahenkle, gönülleri titreten bir heyecanla kulaklarımıza nağmelerin en uygun notalarını her an, ama her an tekrarlatıyor.

Evet; evrenimizin yaratılışından söz ediyoruz!

Zamanımızdan 14 milyar yıl önce şiir gibi, destan gibi, efsane gibi bir olay gerçekleşti. Şiirin ahengi, destanların hayali, müziğin nağmeleri gibi, efsanelerin heyecanı gibi bir olay!

Müthiş bir olay! Hayret ve hayranlık yüklü bir mucize!

Ama ne mucize!..

Minicik, minnacık, ufacık bir enerji yumağı; hızla, korkunç bir hızla, uzay boyutlarına coşkuyla taştı. Aşkın bir püskürmenin, taşkın bir fışkırmanın yaygın bir saçılmanın sonucunda, hayretten nefesleri kesen, hayranlıktan gözler kamaştıran koskoca kâinatın yaratılış mucizesi gerçekleşti.

Fiziğin şaşmaz kuramları, kimyanın değişmez kuralları, matematiğin estetiği, geometrinin simetrisi, biyolojinin prensipleri, müziğin ahenkli notaları, uzaya teker teker ekilen tohumları, narin filizler gibi açıldıkça açıldı. Zaman boyutunun sımsıkı bağlanmış düğümü aniden çözüldü. Evrendeki dört temel kuvvet, önceleri birlik halinde kenetlenmiş iken, birbirlerinden kopup ayrıldılar. İşte o zaman her tarafa eşsiz bir nizam, mükemmel bir denge, yürek titreten bir güzellik hâkim oldu! Senfoni artık çalıyor, elemanlar çılgınca çalışıyorlardı.

Enerji, atom altı parçacıklara dönüştü; elektronlar atom çekirdekleri ile birleşti. Madde ve karşıt madde birbirlerini yok ederken, enerjiden yeni atomlar ortaya çıktı. Atomlar birbirleriyle sımsıkı kenetlendi; moleküller oluştu. Moleküllerden madde; maddelerden yıldızlar meydana geldi.

Bu, müziğin kasırgasıydı sanki! Orkestra; hareketli, dinamik ve heyecanlı bir tempoda, notaların çılgınca çarpışmasından med cezir misali oynak bir saydamlık kazanmıştı.

Yıldızlar parladı, ışıldadı; hidrojen yanmaya başladı, helyum oluştu; derken hidrojen yana yana bitti. O zaman insanı iliklerine kadar titreten bir başka evren mucizesi gerçekleşti. Yıldızlar aniden patlayarak, maddeyi uzağa, çok uzağa; uzayın derinliklerine kadar fırlattılar. Senfoninin temposu giderek yükseliyor, nefesli sazların yürek titreten ahenkli nağmeleri, vurgulu sazların yüksek tondaki ritimleri eşliğinde sanatın zirvesinde bütünleşiyordu.

Süpernova patlamaları sonucunda yeni yıldızlar, yeni güneşler, yeni maddeler meydana geldi. Güneşlerin etrafında gezegenler oluştu. Gezegenlerden birinde; Güneş’e yakınlık sırasıyla üçüncü olan Dünya’da hayat filizlendi. Hava oldu, su oldu, toprak oldu! Sonra yaprak oldu! Kuş oldu! Balık oldu! Nihayet insan oldu!

Evren oldu; olup yerleşti, oturdu, yaratıldı!

Evrenimiz işte böyle doğdu! Sıfır saniyede hiçbir şey yoktu! Ama hiçbir şey! Yer, mekân, boyut, enerji, madde ve zaman mevcut değilken; aniden, birdenbire, akılların alamayacağı kadar müthiş ve muhteşem bir olay gerçekleşti.

Evren maddesi, sıfır saniye zaman aralığından, uzay boyutlarına taşkın bir hızla püskürerek fışkırdı! Big Bang olayı böyle başladı!

İşte o andan itibaren, artık kâinatın kurulmuş bir kronometre gibi duyarlı çalışan zamanı, önceden tasarlanmış bir bestenin plânını gerçekleştirmek ve gereğini uygulamak için tıkır tıkır işlemeye başladı!

Evren saati; ne için, ne zaman, nerede, nasıl ve ne yapılması gerekiyorsa, o iş orada ve o zamanda icra edilmek üzere çalışmaya koyuldu!

Bu muhteşem orkestrada neler yok ki! Atom altı parçacıklar, elektronlar, protonlar, onun içindeki kuarklar, gluonlar, string denilen iplikçiler. Hepsi narin bir hassasiyetle titreşiyorlar. Sonra elektronlar çekirdekle birleşerek ilk atomlardan hidrojen ve helyumu oluşturuyor. Yaratılıştan bir saniye sonra ani bir şişme ile evrenin akıl almaz bir hızla aniden genişlediği anlaşılıyor. Bu genişlemenin temposu çok hızlı! Çok çok hızlı! Daha sonraları orkestra elemanları, aldıkları komuta tâbi olarak hızlarını azaltıyorlar. Bu arada çeşitli makamlardan, usullerden yükselen nağmeler tüm uzayı dolduruyor. Duyabilene aşk olsun!

Yaratılış sürecinde en ufak bir düzensizlik, programın aksine en küçük bir hareket, plâna muhalif minicik bir sapma, matematik denklem ve fizikî prensiplerde azıcık değişik bir uygulama olmaksızın; her şey usulüne uygun, önceden verilmiş talimata aynen mutabık olarak; adım adım, safha safha titizlikle ve maharetle düzene koyuldu!

Tıpkı muazzam bir orkestrada olduğu gibi!

Yaratılış senfonisinin hiç bitmeyecek finalinde; bestenin kendine has müziği, huzur ve sükûneti çağrıştırıyor; artık yavaşlamış tempo, yaylı sazların sakin tellerinde usul usul allegretto halinde titreşiyordu. Çünkü orkestra artık insanı terennüm edecekti!

İnsan, “insan” olmadan önce, İlâhi âlemlerde, bu senfoninin bestelenmesi sırasında, onu iliklerine kadar titreten öylesine yanık, öylesine çarpıcı ve öylesine ahenkli bir sesin, müziğe bürünmüş notalarını “duyunca” bu sese hemen âşık olmuştu.

Âşık olmamak mümkün mü?

Yüce Yaratıcı, en vurgulu sazlarla seslendirdiği “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitabına karşı, tüm insanlık âlemi, bu sese çılgınca aşık olunca, kendi özünden, kendi aslından yükselen bir nağmeyle o da cevabını, aynı mükemmellikte verdi:

“Evet; Elbette!”

Bir Trakya türküsü varmış, o kadar içli, o kadar nağme yüklü ki, insan hayranlıkla dinlemekten kendini alamıyor.

“Demişler ki gelenler bizden evvel,

Kulak âşık olurmuş gözden evvel.”

Kulağın gözden “evvel” âşık olması, olacak şey mi? İnsan görmeden hissetmeden, görüntünün güzelliğini fark etmeden, nasıl olur da âşık olur?

Oluyor işte!

Çünkü ilk aşk, ilk “tevhid” olarak gerçekleşen ve ismine “Elest Meclisi” denilen o zamansız ve mekânsız İlâhi âlemin sabit ve sakin ruhları, bu senfoninin ilk nağmelerini duyunca; bizler, hepimiz, herkes bu sesin, bu ahengin, bu ritmik heyecanın gönüllerde yankılanan titreşiminin feryadı ile “evet” demiş ve o muhteşem müziğe âşık olmuştuk!

İşte gerçek anlamda yaratılışın senfonisi böyle başladı!

Çünkü evrenin tamamını oluşturan atomik düzeydeki parçacıkların her biri ve bunlar arasında mevcut olan olağanüstü derecedeki sıkı ilişkiler, matematik prensiplere dayalı dantel misali örülmüş düzenlemelerin, yasalaşmış örnekleri ile doludur. Bu öylesine ahenkli, öylesine muhteşem ve öylesine harika bir nizamdır ki; burada şans ya da tesadüflere, olasılık ya da olanaklara, seçenek ya da rastlantılara, gelişigüzel olaylara yer yoktur. Her mekân ve zaman boyutunda olması gereken neyse, o olur. Her şey ve her olay kendi yerinde; nerede ve nasıl bulunması ve olması gerekiyorsa, oradadır ve o zamandadır. Talih, rastlantı, şans, zar ve fal oyunları, evrensel bütünlük içinde yer almaz. Olayların kendi doğal seyri içindeki akımı, üstün bir plânlamanın bilimsel örnekleri ile doludur.

Böylesine maharetle, böylesine ustalıkla hazırlanmış ve tasarlanmış bir senfoninin icrasında; en ufak bir düzensizlik, en küçük bir akordsuzluk olabilir mi? Teşbihte hata olmaz; orkestra ŞEF’i buna izin verebilir, notaların ahenkle örüldüğü böylesi mükemmel bir bestenin bütünlüğünde aykırı bir ses, bir nefes duyulabilir mi?

Canlı cansız her varlık, mikrokozmostan makrokozmosa kadar uzanan geniş bir yelpazede; gelmiş geçmiş, hâl ve gelecek, tüm zamanlarda yerlerini alırken, insanda önce hayret, sonra da hayranlık uyandıracak kadar kapsamlı bir kâinat kitabının sayfalarını titizlikle hazırlarlar. Bu kitabın her satırında, her kelimesinde, her harfinde ve her notasında yüce Allah’ın varlığına ve birliğine; hayat, ilim, kudret, irade, sem’i, basar, kelâm ve tekvin demek olan subutî sıfatlara şahadet eden kesin deliller ve değişmez işaretler vardır.

Belki de en ünlü fizik bilgini olan Dr. Einstein, bir defasında şu anlamlı ifadeyle hepimizi derinden sarsmıştı:

“Hakikati anlatmak isteyen, hakikatin zarafetini terziye bırakmalıdır.”

Niçin “terziye” bırakalım?

Çünkü aslında hakikat; yanlış, yalan, gerçek dışı, sanal, iftira ve dedikodu gibi özetle boş (bâtıl) ve anlamsız ifadeler değil; kesin ve değişmez hükümlerle açıklanan ve sarsılmaz temellerle desteklenen bir sanattır da ondan!

Hakikat bir sanattır. Tıpkı şiir gibi, beste gibi, ilim gibi kopmayan ipliklerin sağlam düğümleri ile birbirine kenetlenen, zarif örgülerle bezenmiş bir dantel gibidir de ondan!

Çünkü hakikatin zarafetinde ölçü vardır, biçim vardır, estetik vardır, simetri vardır, ahenk vardır, özetle ustalık vardır da ondan!

Siz isterseniz “terzi” yerine “Yaratıcı” da diyebilirsiniz.