Geçen ay insanın yaratılışındaki hikmetli safhaları incelemeye başlamıştık. Ve yazımızın son kısmında zigotun oluşumuna yani anne ve baba hücrelerinin birleşmesine ve rahime doğru yolculuğuna başladığına değinmiştik.
Zigot ilk saatler içinde çok hızlı bir şekilde bölünmeye başlar. Oluşan bu hücre kümesi hamileliğin devamı için uygun bir yere yerleşmelidir. Öyle bir yer seçmelidir ki, hem korunaklı olmalı hem de dokuz ayın sonunda doğumu başlatıp sonuçlandırabilecek kapasitede olmalıdır. Ayrıca bu yerleşme bölgesi kan damarlarından zengin olmalıdır. Vücutta sarıp sarmalayıcı, bu işe en elverişli bölge rahim duvarıdır.
Burada önemli bir noktayı atmamak gerekir. Minicik bir hücre topluluğunun kendine göre çok büyük olan rahim duvarında en iyi yerleşme alanını bulup tutunması başlı başına hayret verici bir olaydır. “Beginning of life (Hayatın başlangıcı)” kitabının yazarı G. Flanagan bu olaydaki olağanüstülüğü şöyle vurgulamaktadır:
“Bir hücre yığını nasıl olur da böyle hayret verecek derecede ‘ileri görüşlü’ bir seçim yapabilir?” (Geraldine Lux Flanagan, Begining of Life, A Dorling Kindersley Book, Londra, 1996, s.3)
İnsanın yaratılışındaki harikulade olaylar burada bitmez tabiki... Bir insanın varoluşunun her aşaması, içiçe geçmiş hariklalıklar içerir. Zigotun rahim duvarına tutunması ve adeta kök salması olayı da son derece kompleks bir sistemdir.
Buraya kadar anlatılanlarda da görüldüğü gibi, embriyonun oluşumunda ve embriyoyu barındıran hücrelerin geçirdikleri değişimlerde çok açık bir plan ve sevk vardır. Hücrelerin gerektiği zamanda belirli maddeleri üretmesi belirlenmiş yerlere yönelmesinin tesadüfi olması düşünülemez bile. Bu mükemmel, planlı ve şuurlu işler, ilmiyle, kudretiyle ve iradesiyle Allah’ın kontrolü altında gerçekleştiğini göstermektedir.
Asıl plan işlemeye başlıyor
Embriyonun gelişiminin sekizinci gününde hücreler iç ve dış olmak üzere iki tabaka olarak farklılaştırılırlar. İç hücreler (embriyoblast) embriyonun yani bebeğin hücreleri; dış hücreler (trofoblast) ise doğuma kadar, 9 ay boyunca anne karnındaki yaşamına yardımcı olacak hücrelerdir.
Bu farklılaşma gerçekleştiğinde, sadece ileride yeni gelişecek olan plasenta ve embriyo arasındaki bağlantıyı sağlayacak olan göbek kordonu olacak bölge kalır ve iç hücrelere ‘embriyonik disk’ denilen yassı bir şekil verilir.
Daha sonraki aşamada, embriyo bu diskin her iki tarafında simetrik olarak büyütülür. Bu işlemler insan vücudundaki ilk düzenlemelerin başlangıcıdır. Bu düz çizginin her iki tarafında ektoderm ve endoderm, ikisi arasında da mezoderm denen yeni hücreler yaratılır. Bu üç katmanın her biri ileride bebeğin vücudunun ayrı bölümlerini oluşturacaktır. (Gerard J. Tortora, Introduction to the Human Body The Essentials of Anatomy and Physiology, Biological Science Textbooks, 1997, s. 556)
Sadece üç tip hücre tabakasından insan vücudundaki bütün organların, dokuların, sistemlerin, damarların, kanın vs. yaratılması, düşünen her insana çok şeyler anlatan harika işlerdir. Üstelik bu 3 çeşit hücreden vücuttaki yaklaşık ayrı fonksiyona sahip 200 tip hücrenin, yani organların, kemiklerin, gözlerin, kulakların, beynin vs. hummalı ve planlı bir faaliyetle yaratılmasında sıra, zamanlama ve yerleştirme çok önemlidir. İşte insanın Rabbi, onu böyle çok hassas aşamalardan geçirerek mükemmel hale getirir.
İnsanın şifreleri: DNA
Bilim adamları, hücrelerin farklılaşmalarını ve vücudun gerekli bölgelerine yerleşmelerini sağlayan planın, hücredeki DNA’da şifrelendiğini tespit etmişlerdir. Yani insanı bir planla yaratan Allah (cc), o planı akıl sahibi kulları okusun da Âlemler Rabbinin ilmini, kudretini, sanatını daha iyi tanısınlar diye herbir hüresinin içine DNA şeklinde yerleştirmiştir. Bunu bilen Allah’ın kulları ise şaşkınlık içinde “nasıl oluyor da bu cansız, şuursuz hücreler bu planı okuyup ona göre hareket ediyorlar?” diye kara kara düşünmezler. Çünkü bilirler ki, her insanı ayrı bir planla yaratan, onun bu benzersiz planını da hücresine öylece koymuştur; insanı yaratan hücre, DNA vs. değil, Allah’tır.
Evrimci Alman bilim adamlarından Hoimar von Ditfurth, anne karnındaki akıllara durgunluk veren gelişmeler hakkında tam da böyle bir şaşkınlık içinde şunları söylemektedir:
“Tek bir yumurta hücresinin bölünmesinin, nasıl olup da birbirlerinden öylesine farklılaşmış sayısız hücrenin doğuşuna yol açtığı, bu hücreler arasında kendiliğinden olan iletişim ve işbirliği, bilim adamlarının akıl erdiremediği olayların başında gelmektedir.” (Hoimar Von Ditfurth, Dinozarların Sessiz Gecesi 2, Alan Yayıncılık, 1997, s.126)
Bu soru da G. Flanagan’dan:
“Böyle zor bir organizasyon nasıl başarılır? Hücrelerin nereye gideceklerini, ne olacaklarını ve ilgili yere ulaştıklarında ne yapacaklarını bilmelerini sağlayan nedir? Ve aynı zamanda diğer hücrelerle güzel bir uyum içinde çalışmalarını sağlayan…” (Geraldine Lux Flanagan, Beginning Life, A Dorling Kindersley Book, Londra, 1996, s. 42)
Açıkcası bilim insan vücudunda olup bitenleri göstermekten aciz. Herbiri sanat eseri canlı cansız varlıklardan oluşan kainat kitabını anlamak için ise onu yaratanı bilmek gerek. Kainatı yaratan ve idare edeni tanımayan insanların, okuma yazma bilmeden harika bir kitaba bakanlar gibi, şaşkınlık içinde olup bitene anlam verememeleri bunun içindir. Fakat ille de tesadüfe pay verme çabasında olanlar, önde gelen evrim savunucularından biri olan Richard Dawkins gibiler şöyle deyip, bir yaratıcıyı gösteren gerçeklere zorla gözünü kapayacaktır:
“…Ceninin gelişiminde de genler o kadar karmaşık ve birbiriyle kilitlenmiş bir ilişkiler ağıyla denetleniyor ki, buna değinmememiz daha doğru olacak.” (Richard Dawkins, The Selfish Gene, Oxford University Press, New York, 1976, s. 37)
“Sizi inşa eden, size kulak, gözler ve gönüller veren O’dur.”
Anne rahmindeki yaratılma süreci 9 ay boyunca kusursuz olarak devam eder. Tek bir hücre olarak yoluna başlayan cenin, giderek tam bir insana dönüştürülür.
Eğer bu dönüşüm içinde en ufak bir uyumsuzluk olsa, cenin kaçınılmaz şekilde ölebilir. Mesela beyin, kafatası kemiklerinden daha hızlı büyüse, ceninin beyni sıkışacak ve zarar görecektir. Ya da dolaşım sistemi oluşurken böbrekler geç kalsa, kan temizlenemeyecek ve vücut zehirlenecektir. Bu durum kemik-doku uyumu, gözler, akciğerler, kalp gibi diğer bütün organ ve bunları çevreleyen kemikler için de geçerlidir.
Ancak dünyaya gelmeye hazırlanan insan, bir aşamadan bir başka aşamaya kusursuzca taşınarak yaratılır. Rabbimiz, Kur’an’da yaratılışımız hakkında bizlere şunları hatırlatır:
“Döl yataklarında size dilediği gibi suret veren O’dur. O’ndan başka ilah yoktur; üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Âl-i İmran Suresi, 6)
İnsan için hiç şüphe götürmeyecek bir gerçek ise, içinde yaşadığı dünyayı ve kendisini tanımaya muhtaç olduğudur. Bunun en doğru ve en kestirme yolu da Kur’an’dan başlayıp, Kur’an’ın anlattığı gibi tanımaya çalışmaktır. Rabbimiz de bunun için gerekli herşeyi alttaki ayette buyurduğu gibi bize hediye vermiştir:
“Sizi inşa eden, size kulak, gözler ve gönüller veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz?” (Mülk Suresi, 23)